Suriye ile kapsamlı bir uzlaşma/anlaşma için oluşan olumlu konjonktürü mutlaka iyi kullanmak gerekir. Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi, Esat ve Erdoğan tarafından verilen uzlaşmacı mesajlar Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) toplantısı sırasında Putin’le görüşen Erdoğan tarafından yeniden teyit edildi. Bundan sonra izlenecek yöntem ve uzlaşmanın içeriğinin nasıl oluşacağı çok önemli.
Öncelikle Suriye’nin kuzeyinde Türk sivil personeline saldırılar düzenleyen grupların veya Türkiye içerisindeki Suriyeliler üzerinden tahrikler yapabilecek grupların bu süreci bırakın durdurmasına, zarar vermesine bile izin vermemek gerekir. Türkiye-Suriye barış ve uzlaşma treni kalkmıştır ve bu treni durdurmak için provokasyonlar yapabilecek gruplar olsa olsa trenin altında kalırlar; ama treni durduramazlar. Bunun açık bir şekilde gösterilmesi ve hissettirilmesi sürecin sağlıklı ilerlemesi açısından fevkalade önemli.
Liderler diplomasisi daha yerinde olur
Haberler doğruysa Türkiye ve Suriye heyetleri Irak hükümetinin arabuluculuğunda Bağdat’ta bir araya gelerek görüşmelere başlayacakmış. Fakat bu heyetlerin sorunları tek tek ele alarak uzlaşması beklenecek olunursa hem büyük zaman kaybı oluşabilir hem de toplumda Suriye ile barış konusunda ortaya çıkan olumlu hava dağılabilir. Bu tür uzun soluklu kavgalı/düşmanca ilişkilerin ardından bürokrasinin kendi aralarında hemen her konuda uzlaşarak liderlerin el sıkışacağı ortamı hazırlamalarını beklemek bir yöntemdir; ama çok iyi ve başarılı bir yöntem olmayabilir. Konuların hayati nitelikte bulunması ve sonuçta nihai kararların siyasi liderler tarafından alınacak olması liderler diplomasinin daha iyi bir yöntem olabileceğine işaret ediyor.
Liderler diplomasisi Suudi Arabistan, BAE ve özellikle Mısır ile siyasi sorunların hızla aşılması konusunda çok olumlu sonuçlar verdi. Belki çok kişi farkında değil ama Türkiye’nin Ukrayna savaşına giden günlerde ve savaşın başlamasından bu yana izlediği dengeli-dikkatli politika da liderler diplomasisi sayesinde oluşturuldu. Erdoğan ve Putin ani bir kararla 29 Eylül 2021 tarihinde Soçi’de bir araya gelerek genel bir uzlaşmaya vardıklarını açıkladıktan sonra bürokrasi kendisini bu yeni duruma uyarlamak durumunda kaldı.
Oysa 29 Eylül 2021 görüşmesi öncesinde Ankara ile Rusya arasında esen soğuk rüzgarlar özellikle hükümete destek veren medyanın ne amaca hizmet ettiği belli olmayan yayınları ile tatsız noktalara evrilirken Türk dışişleri Rusya aleyhine açıklama yapma alışkanlığını epeyce ilerletmiş görünüyordu. Erdoğan-Putin görüşmesi bütün bu olumsuz havayı dağıtmakla kalmadı iki ülke arasındaki ilişkileri adeta yeni bir aşamaya yükseltti ve bunu yaparken de Batı’yı karşısına almadan ve Ukrayna ile irtibatı kaybetmeden yapabildi.
Suriye konusunda da liderler diplomasisi iyi bir yöntem olur; çünkü uzun süreli düşmanca ilişkiler döneminde bürokrasi karşı tarafa zarar vermek üzere kendisini programlar ve karşı tarafın her yerde önünü kesmeye yönelik politika ince ayarları yapar. Bunları karşı tarafın bürokrasisi ile bir araya gelerek konuşması ve çözmesi hemen hemen imkânsız gibidir ki, buna siyasi tarihte bürokratik direnç denir.
Liderlerin bir araya gelerek belirli konular üzerinde anlaştıklarını ifade edip bürokrasiye talimat vermeleri hem süreci doğru yola sokar hem de hızlandırır. Bürokrasi ondan sonra yeni talimat doğrultusunda müzakereleri yürütür, ince ayarları yapar ve daha önce uzlaşmak için el sıkışmış olan liderleri nihai anlaşma metinleri imzalayacak aşamaya getirir.
O noktada yapılacak şey sığınmacıların gönderilmesi ve teröre karşı ortak mücadele edilmesi için mutabakat metinleri veya anlaşmalar imzalamaktır. Suriye ile ülkemizdeki Suriyelilerin bilgilerinin paylaşılması, burada evlenenlerin, doğanların bilgisinin karşı tarafa iletilmesi ve kimlerin ne zaman gönderilebileceğinin tespit edilmesinden tutun da ABD ve PKK/PYD’nin gasp ettiği Fırat nehrinin doğusundaki topraklardan gelmiş bulunanların nasıl ve nerelerde geçici veya kalıcı iskana tabi tutulacağının belirlenmesi gibi bütün konular ayrıntılarıyla ele alınmak durumundadır. Burada Suriye tarafına yeniden yapılandırma konusunda yardım etmesi beklenen Çin, Rusya, Körfez Ülkeleri ve diğerleri ile de temaslar sürdürülmelidir.
Teröre karşı ortak mücadele ise Adana Mutabakatı (1998) ruhuyla ele alınarak ve 2010 yılında genişletilip bir anlaşmaya dönüştürülen metinlerin güncellenmesiyle mümkün olabilir. Bu noktada Suriye tarafının teröre karşı ortak mücadele kapsamında sadece PKK/PYD ve türevleri değil aynı zamanda kendisine karşı olan ve
cihatçı olarak adlandırılan grupların da dahil edilmesini isteyecektir. Bu örgütlerin neredeyse tamamının Ankara’nın da terör listesinde olduğunu dikkate alırsak fazlaca sorun çıkmayacağını düşünebiliriz. Tek dikenli alan Türkiye’nin Suriye Milli Ordusu adıyla kendi himayesinde bulundurduğu grubun nasıl tasfiye edileceğiyle ilgili olacaktır ki, o noktada da Suriye’nin bugüne kadar çıkardığı ve çıkarması muhtemel af yasaları epeyce yardımcı olacaktır.
Türkiye-Suriye uzlaşmasının PKK/PYD ve Amerika üzerinde büyük bir psikolojik panik yaratacağı ve durum üstünlüğünün Türkiye, Suriye, Rusya ve İran tarafına geçeceği dikkate alınırsa bu cesur adımları atmak gerektiği açıkça ortaya çıkar. Provokasyonlar ve engellemek isteyecek devletler (Hakan Fidan’ın ifadesiyle iki buçuk, ABD, İngiltere ve buçuk Fransa) olacaktır; ama mevcut konjonktür onların etki kabiliyetinin epeyce azaldığını görerek cesaretle ve somut adımlar atma zamanı…
Hasan Ünal