Geçmişin hayaletlerinden biri bugün Türkiye’nin gündeminde. Türkiye’de egemen sınıfların desteğini çoktandır alan dış kaynaklı bir plan yine tartışılmaya başlandı. Kürtlere özerklik veya otonomi verilmesiyle Türkiye’nin ‘büyüyeceği’ bazı çevreler tarafından iddia ediliyor.  Barzani, Talabani veya PKK’nın bugüne kadar getirdiği sözde Kürdistan talebinin özünde ABD emperyalizminin dayanağı olacak bir ‘İkinci İsrail’ projesi olduğu herkesçe bilinirken bu ‘büyüme, genişleme’ masalının altı şöyle dolduruluyor: Buna göre; Türkiye kendi sınırları içerisinde Kürt kökenli yurttaşlarının yoğun olarak yaşadığı bir bölgeye özerklik ya da otonomi sağlayacak. Bu özerk bölge Irak’ın kuzeyinde oluşturulan Amerikan destekli Barzani bölgesi ve Suriye’nin kuzeyinde YPG’nin ele geçirdiği bölge ile birleştirilerek bir Kürdistan kurulacak. Bu kurulan ‘Kürt Devleti’ ile Türkiye birleştirilecek ya da baştan kuruluşu bu şekilde inşa edilecek. Böylelikle Türkiye sınırlarını genişletecek, hatta Misak-ı Milli’de yer almasına rağmen kaybettiği Musul’u da geri almış olacak.

Akla hayale sığmayan bu planın ABD destekli olduğuna ve Türkiye’nin bölünmesiyle sonuçlanacağına şüphe yok. Zaten hayata geçirilemeyeceği de açık olan bu planın tarihsel kökleri de var. Bu ve benzeri ‘genişlemeci’ hayaller satan planlar esasında Türkiye’yi bölge ülkeleriyle düşmanlaştırmak ve emperyalizmin mızrak ucu haline getirmek için yapılıyor.

Bu planın belki de ilk versiyonlarından biri Lozan görüşmeleri sırasında Atatürk düşmanı Rıza Nur tarafından İngiltere’ye önerilmişti. Türkiye’yi Musul karşılığında İngilizlerin ‘jandarması’ yapacak olan bu plan Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa tarafından reddedilmişti. Ancak planın detaylarına bakmakta yarar var. Çünkü bugün de sözde Misak-ı Milli argümanının arkasına saklanarak satılan genişlemeci planların arkasında da aynı ruh hali ve aynı düşünce yapısı var.

Milli Hükümet içerisindeki gayrimilli eğilim

Lozan Barış Antlaşması’na giden yolun çok çetin müzakerelerden geçtiği bilinir. Lozan, adeta Kurtuluş Savaşı’nın son muharebe meydanıdır. Mustafa Kemal Paşa tam da bu nedenle Lozan görüşmelerine Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın gitmesini istemişti. İsmet Paşa, Lozan’da Yeni Türkiye’nin en temel ilkesinin siyasi, iktisadi, adli vb. her alanda tam bağımsızlık olduğunu bilen bir lider olarak Türk milletinin haklarını savundu. Müzakereler de zaten bu yüzden çetin geçiyordu. İngiliz heyetinin başındaki isim olan Lord Curzon, Ankara’nın tam bağımsızlık konusundaki inadını anlayamıyor, karşısında eski tip bir Osmanlı diplomatı görmeyi umuyordu. Ancak Ankara hükümeti, Batılı emperyalistlerin karşısında eğilip bükülmeyen bir iradeyi temsil ediyordu ve Lozan’a gönderilen İsmet Paşa bu iradeyi kişiliğiyle yansıtıyordu.

Ancak Ankara’daki hükümetin tamamı bağımsızlıkçı değildi. Bilhassa Rauf Orbay’ın başını çektiği bir kanat büyük devletlerle uzlaşma yanlısıydı.  Bizim tarihçiliğimizde İngiliz işbirlikçiliğini görmek için İstanbul hükümetine ve padişaha bakmak yaygındır. Padişah ve hükümetinin İngiliz işbirlikçisi olduğu da doğrudur ama Ankara’da da İngilizlerle uzlaşma yanlısı olanlar vardı. Örneğin, Rauf Orbay bu uzlaşma çizgisini Sivas Kongresi’nden beri sürdürüyordu. Ankara’nın eski Dışişleri Bakanlarından Bekir Sami (Kunduk) Bey de aynı çizgideydi, zaten ‘eski’ bakan olması da bu çizginin bedeliydi, Londra Konferansındaki uzlaşmacı tutumunun sonucunda, Mustafa Kemal Paşa tarafından görevden alınmıştı. Fakat bir Bekir Sami’nin tasfiyesi yetmiyordu. Kurtuluş Savaşı’nın başında mücadelenin ikinci adamı olarak görülen Rauf Orbay Lozan görüşmeleri sırasında Ankara’da Başbakan’dır. İsmet Paşa’nın Lozan’da her attığı adıma taş koyacaktır. Lozan’daki Türk heyetinde de İsmet Paşa’nın arkasından da iş çevrilmektedir. Türk heyetinin içerisinde yer alan milletvekili Rıza Nur Bey de tıpkı Rauf Orbay gibi İngilizlerle uzlaşma yanlısıdır. Doğan Avcıoğlu’nun Milli Kurtuluş Tarihi’nde aktardığına göre Rıza Nur, konferans sırasında Lord Curzon ile bazı görüşmeler yapmıştı.[1] Bu görüşmeler, bugün Kürt meselesini emperyalistlerle uzlaşarak Türkiye’yi ‘genişletme’ programıyla çözmek isteyenlerin tarihsel dayanaklarını yansıtıyor. Çünkü Rıza Nur da Musul’u alarak Türkiye’yi genişletip İngiltere’nin ‘parasız jandarması’ yapmak istemişti.

Emperyalist politikacıyı “bütün övgülere layık” gören bir Ankara temsilcisi

Rıza Nur, Lord Curzon’la yaptığı görüşmede Türkiye’nin orta doğuda İngiltere’nin parasız jandarmalığını yapmasına dayanan bir öneri getirmişti.[2] Rıza Nur’un bu ‘muhteşem’ önerisini kendi anılarından izleyelim:

“Musul için Lord Curzon'la özel konuştum. Bu adamın damarını öğrenmiştim. Övgüye çok duyarlı. Gerçekten de büyük adam. Bütün övgülere lâyık. Kendisini kendisine övüyorum. Ve bunu kanımca ciddi yapıyorum. Bu adam gittikçe beni sevmeye ve kendisi beni çağırmaya başladı. O, herkese ve bize de sert olan Curzon gittikçe yumuşadı, pek tatlı oldu.”

Rıza Nur’un ‘hakikaten övgüye değer’ bulduğu isim Türkiye’nin mezar kazıcılarından biri, katıksız bir emperyalist politikacı Lord Curzon, diğer iki isim de Winston Churchill ile Lloyd George. Rıza Nur kendisini Curzon’a ‘sevdiriyor.’

“Ama siz Ruslarla berabersiniz”

“Her görüşmede türlü giriş ve konuşmalardan sonra Musul'a geliyorum ve 'Bunu bize bırakın' diyorum. Öyle duruma geldi ki, âdeta pekiyi diyecek gibi. Bir gün ben böyle ısrar ederken genel politikaya geçti: Ama siz Ruslarla berabersiniz. Nasıl olur?' dedi. Bu, iyi bir ışıktı. Dedim ki: 'Biz daima İngilizlerle dost olmak fikrindeyiz. Türk Milleti sizi sever. Rus'u sevmez. Rus, Türk’ün doğal düşmanıdır. Bu durum eskidir ve bugün değişmemiştir. Dünya Savaşı bunu bozamamıştır Ruslar ile simdi pek dostuz, fakat bu sizin suçunuzdur. Bize bir tekme vurdunuz Rus'un kucağına attınız. Şimdi dostluk kucağınızı açın, size koşarız.'

Rıza Nur, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin sarılacağı siyasetin ip uçlarını veriyor. Rusya’ya karşı Batı’nın tampon bölgesi olmak. Bu siyaset -İngiltere öznesini ABD ile değiştirerek- 50’li yıllarda hayata geçti. Rıza Nur devam ediyor, keza emperyalizme verebilecekleri sadece Türkiye’yi Rusya’ya tampon bölge olarak sunmakla sınırlı değil.

“Biz size parasız jandarmalık ederiz”

“(Lord Curzon) 'Eğer dost olursak, Rusları bırakır mısınız?' dedi. Derhal dedim, hoşlandı. Yine dedim ki: Bizim düşmanımız Rusya'dır. Biz artık arazi ele geçirmekten, savaştan bıkmış ve vazgeçmişizdir. Toprağımız büyük. Yalnız güvenlik istiyoruz. Yalnız barış içinde yıkık memleketimizi bayındırlaştırmak ve milletimizi eğitmek büyük isteğimizdir. Bunun için bizim size ihtiyacımız vardır. Sizin de bize başka ihtiyacınız vardır. Biz Rus’a karşı sizin için bir savunma siperi oluruz. Irak'ta para harcayacağınıza, biz size parasız jandarmalık ederiz. Irak size isyan ederse, biz size ordu bile veririz. Panislâmizm, Panturanizm bizden çok uzaktır. Size Doğu'da dost bir kuvvet gerek. Yunanı bu kuvvet yapmak istediniz, olmadı. Olaylar size gösterdi ki, Yunan milletinde bu yetenek yok. Bu yetenek, Doğu'da yalnız Türk Milletinde vardır. Bu kuvvet ancak biz olabiliriz.”

Rıza Nur, İngiliz desteği ve Musul’un Türkiye’ye bırakılması karşılığında Türkiye’yi Rusya’ya karşı tampon bölge haline getiriyor ve daha kötüsü Irak halkının emperyalizme isyan etmesi durumunda Türk Ordusu’nu sömürgecilerin ‘parasız jandarması’ yapıyordu.

Ancak Lord Curzon hala ikna olmamıştı… Kurumsal bir teslimiyet istiyordu Türkiye’den.

“Konuşma pek derine girmişti. Dedi ki: Pekiyi! Bunlar çok güzel, doğru; dostluğumuza garanti ister. Bu nasıl olabilir? Çünkü bir gün hükümet değişir, bu politika da değişir. Sizde hükümette devamlılık fikir ve politikası yoktur. Görülüyor ki, çok serbest ve içten görüşüyorduk ve kendimize güvendiğim yok. Buna cevap bulamadım Yalnız dedim ki: Bunu birden bulup söylemek mümkün değildir. İsterseniz bunun için daha sonra müzakereye gireriz.

Anladım ki, İngilizler, bizim Rusya'dan ayrılmamıza önem veriyorlar ve bunu pek istiyorlar.

Ben bu politikayı Lozan'dan sonra da Mustafa Kemal’e, hele İsmet’e çok söyledim, fakat anlatamadım.”

İngilizlere ‘bedava jandarmalık’ politikasını Rıza Nur Milli Kurtuluş liderlerine anlatamadığı için veya Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar anlamadığı için değil; paşalar bunu kabul etmedikleri için hayata geçmedi.

Pentagon’un Kürt Senaryosu

Rıza Nur’un Lord Curzon’a teklifi, Türkiye’nin sözde ‘genişlemesi’ uğruna emperyalizme teslim olmasını içeriyordu. İngiltere aslında bu fikre sıcak bakıyordu ama Rıza Nur ve benzerleri genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminde söz sahibi olamadı. Türkiye, Musul’u 1925 yılında kaybetti ama bağımsızlığını korudu, kimsenin jandarması olmadı.

Ancak Atatürk’ün vefatından sonra devrimci dinamizmini yitiren cumhuriyet, 1950’den itibaren karşı devrime teslim oldu. İçte karşı devrim yapanların dış politikası da ABD iş birliğine ve NATO üyeliğine dayanıyordu. Türkiye, NATO’ya katıldıktan sonra Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarına göre hizalandı. Menderes-Bayar iktidarı bu hizalanışın ödülünü genişlemeyle almak istiyordu ancak bunu göremeden yıkıldılar. Fakat ABD emperyalizmi 1965 yılında bir hamle yaptı. Emekli Amiral Vedii Bilget’in, 24 Şubat 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan yazısına göre ABD, 1965 yılında Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı. Bilget’e göre “Federe Kürt Cumhuriyeti”, Türkiye, Irak ve İran Kürtlerini kapsayacak ve Türkiye ile federal bir çatı altında bileştirilecekti.[3]

ABD’nin bu projesi o dönemde kabul görmedi. ABD’nin aynı öneriyi 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinden sonra tekrar etmesi dikkate değer. Amerikancı güçlerin Türkiye’de etkisinin arttığı dönemlerde ABD, Türk burjuvazisinin ‘genişlemeci’ emellerini besleyen bu projeyi tekrar tekrar Ankara’nın önüne koyuyor.  Bilhassa 1986’da getirilen öneriye Turgut Özal razı olduğu halde Türk Ordusu direnmiş ve proje rafa kaldırılmıştı.

2000’li yılların başında ABD tarafından 22 ülkenin sınırlarının ve rejimlerinin değiştirileceğinin ilan edildiği Büyük Ortadoğu Projesi’nde de sözde Kürdistan kurulması hedefleniyordu. Türk Ordusu’nun bu bölünme projesine direnişi Ergenekon ve Balyoz kumpaslarıyla kırılmaya çalışılmıştı. Ancak bu girişim de başarısız olmuştu.

Türkiye’ye ne zaman ‘genişleme’ masalları anlatılsa bunun bölünme anlamına geldiği bilinir. Bu anlayışın bugün de değişmemesi Neo-Osmanlı hayalleriyle Türkiye’nin bağımsızlık ve bütünlüğünün riske edilmemesi gerekir.


[1] Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi 1838’den 1995’e, 1. Basım, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1996, s.236-237.

[2] Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, 1. Basım, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1967, ss.1031-1033

[3] Mehmet Ali Güller, “Kürdistan, Türkiye’yi Böler”, Aydınlık Gazetesi, 12 Aralık 2012, https://mehmetaliguller.com/tag/pentagonun-kurt-senaryosu/ Erişim Tarihi: 22.11.2024