İşgal ve onun kibirli liderliği, Aksa Tufanı'nın şokuyla çılgına döndü. Yıllardır hiçbir direniş imkanının bulunmadığı küçük bir noktada kuşatma altında tutulan, mütevazı imkânlara sahip bir hak sahibi, nasıl olur da ağır silahlı bir varlığın burnunu toza gömer ve düşman ordusunun en güçlü, en deneyimli ve en uyanık tümeni olarak kabul edilen Gazze Askeri Tümeni'ni ezebilirdi?
(Aksa Tufanı’nın 1. yılı için Filistin Direniş Grupları Ortak Operasyon odasının yayınladığı bildiriden.)
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin 7 Ekim 2023’te yapılan Aksa Tufanı Operasyonu’nun 1. yıldönümü üzerine yayınladığı afişte yazan “Filistin, dünyayı özgürleştiriyor” cümlesi aslında koca bir antiemperyalist külliyatı üç kelimeyle özetliyor.
Hamas’ın 7 Ekim hamlesi gerçekten de siyonist işgal rejimini de bütün dünyayı da şaşkına çevirmişti. Dünyayı ayağa kaldıran bu olay Türkiye açısından bir kırılmaya yol açtı. Hatta Filistin meselesinin Türkiye’de yol açtığı ilk kırılmaydı.
İlk kırılma
7 Ekim günü müthiş bir cehaletle bezeli ‘seküler’ kaygılar devreye girdi. Aksa Tufanı’nı ‘Medeniyetin temsilcisi’ İsrail’e karşı ‘aşırı dinci terörist’lerin eylemi olarak görme eğilimi ülkemizin muhalif medyasını teslim aldı. Türkiye’de yaşanan laiklik tartışmaları ilgisiz bir biçimde Filistin meselesine eklemlendi. Suriye iç savaşının bir çıktısı olarak yaşanan göçmen sorunuyla ilgili ortaya çıkan utangaç ırkçı tepkiler utanmazlığa büründü. “Araplar başına gelenleri hak ediyordu” çünkü bunlar çağdaş değillerdi üstelik bizi de geriye götürmeye çalışıyorlardı. Tam olarak bu noktada Arapların bir yüzyıldır süren ulusal kurtuluş ve demokratik devrim mücadelesine kimlerin karşı çıktığı unutuldu. Batılı emperyalistler tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Arap coğrafyasında da bağımsızlığın ve demokrasinin asıl düşmanlarıydı hala da öyleler... İngiltere ve ABD desteğiyle kurulan İsrail’in bizatihi kendisi sömürgeci bir devlet olduğundan ve ırkçı-dinci rejimiyle de bölge halklarının gelişimine ket vuran yönü hızla unutuldu, Batılı emperyalistlerin ve onların bölgedeki uzantısı İsrail’in demokrasi ve çağdaşlık taşıyıcısı olduğu ön kabulüne dayanan tezler Türkiye’nin muhalif kamuoyunda hızla destek topladı.
Hamas’ın gerçekleştirdiği olağanüstü operasyon ile ilgili Batılı medya kuruluşları tarafından servis edilen gerçek dışı bilgiler operasyonu kirletmek için yayıldı. Bu ‘bilgiler’in en yoğun alıcılarından biri de Türkiye’deki muhalif kesimler oldu. Üstüne tarihi ‘bilgiler’ de eklenerek İsrail savunması berkitildi. Sözde, Filistinliler topraklarını İsraillilere satmıştı. (Bu konuyu irdeleyen bir yazıyı ayrıca kaleme almıştım.) 1. Dünya Savaşı’nda Mekke Şerifi Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne karşı İngiliz destekli isyan hareketi ilgisiz bir şekilde Filistin’e de mal edildi. Bu sahte bilgilerin yanlışlanması da muhalefet için bir anlam ifade etmiyordu çünkü zaten Filistin’i ve direniş güçlerini İsrail karşısında mahkum etmeye kilitlenmişlerdi.
Yalçın Küçük’ün “İsrail, Türkiye’de İsrail’de olduğundan daha güçlüdür” sözü resmen ete kemiğe büründü.
İsrail’in 7 Ekim’den bugüne kadar uyguladığı soykırım politikası ise elbette tepki çekti. Ancak bu tepkiler bile muhaliflerin Filistin direnişine bakışını değiştiremedi. Çünkü Türkiye’deki sözde seküler muhalefet, FHKC’nin “özgürleştiğini” söylediklerinden değildi, olamadı. İsrail’e karşı tepki koymak ve direnişin yanında olmak başta NATO olmak üzere Batılı emperyalistlerin hegemonyasından özgürleşmek demekti. Bütün dünyada başta üniversiteler olmak üzere kent meydanları Filistin ile dayanışma eylemlerine sahne oldu. Ama Türkiye’de bu eylemler dahi muhalefet tarafından mahkum edildi. FHKC’nin dediği gibi Filistin, dünyayı özgürleştirdi ama “Seküler muhalefet” gözünün önündeki işgal ve direniş manzarasına rağmen özgürleşemedi.
Halbuki bu kitlenin önemli bir kısmı kendisini Atatürkçü olarak tanımlıyor. Ancak Atatürk’ün önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’nın özü itibariyle Filistin halkının bağımsızlık mücadelesiyle aynı temelde buluştuğunu göremiyorlar. Çünkü Atatürk’ün ulusal kurtuluştan sonra yaptığı devrimleri ve çağdaş uygarlığa ulaşma hedefini Batıya teslimiyet zannediyorlar. Halbuki ne Kurtuluş Savaşı ne de cumhuriyet devrimi Araplara ve Filistin halkına karşı yapıldı. Kurtuluş Savaşı da cumhuriyet devrimi de Türk milletini Batılı emperyalistlerden kurtarmayı amaçlıyordu. Ne yazık ki bugün gelinen noktada sosyal medyada profil resmi Atatürk olan birçok muhalif konu Filistin olunca Atatürk’ün değil Damat Ferit ve Vahdettin’in çizgisini savunuyor.
İkinci kırılma
Türkiye’nin Filistin meselesiyle ilgili ikinci kırılması da 27 Eylül 2024’te yaşandı.
O gün İsrail Hava Kuvvetleri, Beyrut’un Dahiye bölgesini hedef aldı. Sığınak delici bombaların kullanıldığı bu saldırıda Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah hayatını kaybetti. Hizbullah, Nasrallah’ın ölüm haberini 28 Eylül’de açıkladı. Haberin Lübnan ve Filistin direnişi için sarsıcı olduğu açık ki bütün direniş örgütleri taziye mesajları yayınladı ve intikam sözleri verdi. Nasrallah’ın kaybının Türkiye’de de nasıl yankılandığı ikinci kırılmayı açıklıyor. Çünkü 7 Ekim’den beri seküler muhalefetin aksine Filistin konusundaki ‘hassasiyet’ini dile getiren kesimler Nasrallah'ın öldürülmesini sevinçle karşıladı.
Türkiye’de 7 Ekim’den sonra seküler muhalefetin yaptığının aksine kendisini İslamcı olarak tanımlayan kesimler direnişe destek veren söylemlerde bulunmuştu. Ancak bunların söylemin ötesine geçmediği ve geçmeyeceği de Nasrallah’ın ölümüyle açığa çıktı. Nasrallah’ın Şii olması ve İran tarafından da desteklenmesi, bazı İslamcıların mezhepçilik tuzağına düşmesi için yeterli oldu. O’nun siyonistler tarafından katledilmesi bile bu nefretin yanında ‘önemsiz bir detay’a dönüştü. İşgalci İsrail rejimiyle savaşan güçlere sırf mezhepleri nedeniyle duydukları öfke sonucunda Filistin direnişini sözde destekleyen mezhepçiler İsrail ile yan yana geldi.
27 Eylül gününün sonunda sözde seküler muhalifler ve mezhepçiler Nasrallah düşmanlığında ve gerçekte İsrail yanlılığında bir araya geldi.
Hizbullah neden hedef oldu
Hamas ve diğer Filistinli direniş güçlerinin 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’nun hemen ardından Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah, İsrail’in kuzeyinde bir cephe açtı. İsrail’i sürekli füze yağmuruna tutan Hizbullah işgal rejimini burada kuvvet tutmaya mecbur etti. Lübnan’ın ve Hizbullah’ın İsrail’in hedefi olmasının nedeni de Filistin direnişine verilen bu destektir. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Gazze’ye verdiği desteğin bedelini hayatıyla ödedi.
Türkiye’deki İslamcılar, Hizbullah’tan ve İran’dan İsrail’e karşı topyekun savaşa girmesini istediği için bu destekle tatmin olmadılar. Kendileri kahve dükkanı baskınları gibi gülünç eylemler dışında hiçbir şey yapmadığı halde Hizbullah’ı gücünü aşan hamleler yapması için zorladılar. Elbette Lübnan direnişinin stratejisi neyse o uygulandı. Hizbullah’ın 1982’de başlayan İsrail işgalini 2000 yılında sona erdirmesi ve İsrail’i 2006’da yenilgiye uğratması tarihe geçen başarılardı. Hizbullah bu başarılı mirasa yaslanarak Filistin’e destek verdi ve şu an savaş Lübnan sınırında yürütülüyor.
Mezhepçilere direniş beğendirmek mümkün olmadığından yalnızca Hizbullah’tan değil Yemen’deki Ensarullah hareketinden de hoşlanmıyorlar. Ancak mezhepçilerin bu tavrı Ensarullah’ın, Filistin’e verilebilecek en anlamlı desteği verdiği gerçeğini değiştirmiyor. İsrail’in can damarı olan Kızıldeniz ticaretini sekteye uğratan Ensarullah hareketi, uluslararası kapitalizmi de korkutuyor. Yani kahve dükkanı basmaya gerçekten benzemiyor….
Dünya özgürleşirken biz…
ABD destekli İsrail işgaline karşı savaşan Filistin direnişi, Hizbullah, Ensarullah ve Irak direnişi anti-emperyalizmin ve anti-siyonizmin bayrağını yükseltiyor. İran’dan Çin’e kadar ezilen ve gelişen dünyanın kalbi Filistin’le atıyor. Hatta Batılı emperyalist ülkelerin başkentlerinde dahi Filistin halkıyla dayanışma eylemleri ses getiriyor. Batı’nın gerçek demokrasi ve insan hakları birikimi meydanları dolduran vicdanlı insanlar aracılığıyla dile geliyor. Yani Filistin meselesi gerçekten de dünyayı İsrail’e ve onu destekleyen uluslararası emperyalizme ve kapitalizme karşı doğusundan batısına özgürleştiriyor.
Türkiye ise 70 yıla yaklaşan NATO üyeliği döneminde bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetti. Bağımsızlığı yeniden sağlayacak olan ulusal kurtuluşçu bilinç de bu süreçte ciddi hasar aldı. Sözde seküler muhalifleri, utangaç ırkçıları ve mezhepçi İslamcıları yan yana getiren ve ABD-İsrail cenahının ardında hizalayan da bu hasardır. Hasarı tespit etmek onu tamir etmenin ilk adımı. Savaş sürüyor, hasarı giderebilir ve özgürleşebiliriz.