Geçen 18 Eylül’de bu sayfada, İskoçyalı yazar Peter May’in dünyada geniş ses getiren toplam altı ciltlik “Çin Polisiyesi” serisinin ilk kitabı “Kundakçı”yı tanıtırken şöyle demiştim:
“Peter May, karakterlerine ‘Çinlilerle kıyaslandığında biz Amerikalılar tarihin yüzünde sadece bir sivilceyiz’ dedirten kıyaslamalarla iki kültürü ve iki uzmanı karşılaştırırken Çin’in günlük gerçeklerine, Çinlilerin değerlerine de bolca yer vermiş.”
Serinin şimdilik ilk üç kitabı Dilek Şendil’in çevirisiyle Alfa Yayınları’ndan çıktı ve bu hafta sırada ikinci cilt “Dördüncü Kurban” var. Çinli dedektif Li Yan ile Çin’den bir türlü ayrılamayan Amerikalı adli patalog Margaret Campbell bir dizi cinayeti çözmeye ve faili yakalamaya uğraşırken okurları da günümüz Çin toplumunun dinamikleriyle ve çatışmalarıyla baş başa bırakıyorlar. Zaman, “Pekin’de bisikletle dolaşmanın zevki kaçalı çok olmuştu” (s. 42) dedirten zamanlar ve söz ettiğim dinamiklere küçük bir örnek vermem gerekirse şu satırları aktarabilirim:
“Ne de olsa Çin’de erkeklerin kadınlardan tokat yemesi sıradışı değildi. Polisin çağrıldığı ev içi şiddet olaylarının çoğu kocasını döven kadınlarla ilgiliydi.” (s. 122)
Son kurban, ABD elçiliğindeki görevli
Xian’daki Terra Cotta Savaşçıları-Toprak Askerler’den Kültür Devrimi yıllarına, Beijing’in en ilginç unsurlarından biri olan “Yeraltı Şehri”nden otellerine, cadde ve sokaklarına, parklarına ve üniversitelerine açılan yelpazede 527 sayfalık bir serüven sunan “Dördüncü Kurban”, ilk kitapta olduğu gibi derinlikli ve karmaşık karakterler, zekice kurgulanmış bir gerilim, sürükleyici bir anlatım barındırıyor.
Beijing’de kurbanların kafalarının kılıçla kesilerek öldürüldüğü bir dizi cinayet işleniyor. Kültür Devrimi yıllarında aynı okulda okumuş ilk üç Çinli kurbanın ardından ABD Büyükelçiliği’nde çalışan, yaklaşık 30 yıl boyunca ABD’de yaşamış Yuan Tao da öldürülünce soruşturma iyice karmaşık bir hal alıyor. Kız kardeşinin ikinci çocuğunu doğurma sorunlarıyla da boğuşan Dedektif Li Yan ve tam Çin’den ayrılacağı sıra yeni bir görevi üstlenmek zorunda kalan, “Bu ülkeyle insanlarına sevgisi günden güne artsa da geleceğinin burada olmadığını bilen” (s. 448) Margaret Campbell, aralarındaki aşk-nefret ilişkisiyle kolları sıvıyorlar.
Okurların iki karakterle bağı
Çin ve Amerikan toplumları arasındaki farklardan kaynaklanan kültürel çatışmanın ve bolca iğneleyici laf işitmenin sıkça rastladığımız örnekleri arasında bu ikili, işin içine Çin tarihiyle ilgili belgesel yapmaya çalışan Amerikalı televizyon yapımcısının da karışmasıyla epeyce ter dökmek zorunda kalıyor. Çok sevdiği amcası önceki serüvende vahşice öldürülmüş olan Li Yan, kız kardeşiyle sorunlu ilişkilerinin, küçük sevimli yeğenine bakmak zorunda kalmasının dezavantajlarını yaşarken, Çin’de aile kavramının önemini yansıtıyor. Margaret Campbell ise gene zekânın, yeteneğin ama aynı zamanda da huzursuzluğun ve tedirginliğin temsilcisi. Hem Li Yan hem de Margaret, kendi geçmiş travmaları ve hatalarıyla yüzleşirken, bu, karakterlerin daha insani bir derinlik kazanmasını sağlıyor ve okuyucunun iki karakterle kurduğu bağı güçlendiriyor. Margaret’in tamamen yabancısı olduğu ve örneğin Chiang Kai-shek’in kim olduğunu bilmeyecek kadar uzak bulunduğu Çin tarihiyle ilgili öğrenme süreci okuru da bilgilendirirken, Peter May, Çin’in tarihini, geleneklerini ve modernleşme sürecinde yaşadığı değişimleri romanın arka planına ustalıkla yerleştiriyor ve kendinizi Beijing sokaklarında bisiklet sürüyormuş gibi hissetmenizi sağlıyor.
“Kundakçı”dan sonra “Dördüncü Kurban”ı da Doğu ve Batı kültürleri arasındaki farkları irdeleyen polisiye-gerilim romanlarına ilgi duyanların dikkatine sunuyorum. İyi okumalar dilerim.
Tunca Arslan