30 Ağustos sadece bir savaşın kazanılması değildir. 30 Ağustos kurtuluşun da yıldönümüdür. Emperyalizmin en büyük yenilgiyi tattığı ve mazlum ulusların kurtuluşunun ve bağımsızlığının kapılarını açan önemli bir tarihtir

'İngilizler savaşı engelleyebilirdi. Bu güçleri vardı. Ancak bunun yerine Yunan Ordusu'na sürekli destek vererek savaşı körükledi. Biz Hint Müslümanları, her zaman Türk Ordusu'nun zaferi için dua ettik. Şimdi ise bu kutlu zafer için Allah'a hamd ediyoruz. Ben buradan, Mustafa Kemal'in ve Türk Ordusu'nun önünde saygıyla eğiliyorum. Bu zafer yalnızca Mustafa Kemal'in zaferi değildir. Tüm mazlumlar dünyasının zaferidir.'

Muhammed Ali Cinnah

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü 20. Genel Konferansı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı dolayısıyla, 1981’in tüm dünyada Atatürk Yılı olarak kutlanması kararını almıştı.  Kararın gerekçesinde göze çarpan bir madde vardı: “UNESCO’nun üzerinde çalıştığı tüm alanlarda olağanüstü bir devrimci olduğunu göz önünde tutarak ve özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri olduğu inancı ile…”

UNESCO, Atatürk’ün tarihsel rolünü böyle tanımlamıştı. Çünkü 1918’e gelindiğinde Asya ve Afrika kıtalarının neredeyse tamamı sömürgeleştirilmişti. Sıra Türklere geldiğinde Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı’yla emperyalizm yenilgiye uğratılmış ve Türkiye bağımsızlığını kazanmıştı.

Sıra çoktandır iktisadi olarak emperyalist güçlerin yarı sömürgesi olarak yaşayan, siyasal kararlarını bağımsız bir şekilde alamayan Osmanlı Devleti’ne gelmişti. 1908’de İttihat ve Terakki önderliğinde yapılan Hürriyet Devrimi bu sürece yönelik bir tepkiydi. Bu tepkinin sonuçları Osmanlıların emperyalizm destekli iç isyanlarla, ekonomik krizlerle ve savaşlarla boğuşmasına neden oldu. Emperyalist sistem İttihatçıların önderliğindeki Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık eğilimini affetmedi.

Türklerin emperyalizme meydan okuması

Trablusgarp’tan Balkanlara, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale’den Kafkaslara, Hicaz’dan Bağdat’a kadar imparatorluğunu korumak için dövüşen Türk milleti 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekesi’yle Büyük Savaş’tan yenik ayrıldı. İngiliz ve Fransız emperyalizminin mütarekeden sonra ana hedefi Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı ama asıl amaçları Türkleri devletsiz ve ordusuz bırakarak diğer Asya ve Afrika halkları gibi sömürgeleştirmekti. 1912’de Balkanlardan atılan Türkler 1922’de de ya Anadolu’dan atılacaklar ya da bir sömürge halkına dönüşeceklerdi. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışıyla başlayan mücadele emperyalizmin bu siyasetine karşı Türk milletinin bağımsızlığını savunmayı esas aldı. Yoksa I. Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesinin ardından başlayan işgallere karşı yerel direnişler alevlenmişti. Mühim olan bu çoban ateşlerini birleştirmek ve tek bir gayeye odaklamaktı. 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışının esas nedeni de budur.  Milli Mücadele’yi siyasal ve askeri önderlikle ve radikal devrimci bir programla buluşturma süreci Samsun’a çıkışın ardından Amasya’da askeri önderliğini Erzurum ve Sivas Kongrelerinde de sivil önderliğini yarattı. Kongrelerde mücadelenin amaç, kapsam ve hedefleri belirlendi ve 23 Nisan’da kurulan TBMM ile bu yurtsever devrimci hareket devletleşti. 1921-1922 döneminde verilen askeri mücadele TBMM hükümetini ve ordusunu korumaya yönelikti. İnönü Muharebeleriyle rüştünü ispat eden TBMM ordusu Sakarya Meydan Muharebesi’nde kazandığı başarıyla yok olamayacağını bütün dünyaya gösterdi. Şimdi sırada emperyalist işgali sona erdirme ve işbirlikçi saltanat rejimiyle hesaplaşmasına gelmişti.   

Büyük Taarruz’un 26 Ağustos’ta başlamasının ardından Türk Ordusu tarafından cephesi yarılan düşmanın son umudu da Dumlupınar’da bundan 102 yıl önce tükenmişti. 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sona ermesini sağlayan tayin edici bir aşamasıydı. Muharebeye bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa komuta ettiği için Başkomutan Meydan Muharebesi olarak anılan bu muharebenin sonucunda 9 Eylül’de İzmir’e girilecek ve 18 Eylül’de Yunanlılar Anadolu’dan tamamen temizlenecekti.

En Büyük Düşman

"En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan millettir. Bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir"

(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 20 Temmuz 1920)

Peki Yunan ordusunun yenilerek Anadolu’dan atılmasıyla savaşın sonu gelmiş miydi? Hayır. Çünkü Yunanlıları silahlandırarak Anadolu’yu işgale teşvik eden ve destekleyen İngiltere’nin barış masasında da yenilmesi gerekiyordu. Bu da Türk ordusunun süngü gücüne dayanılarak Lozan’da başarıldı. Kurtuluş Savaşı’nda İngilizlerle savaşıp savaşmadığımıza yönelik tartışmanın anlamsızlığı da burada yatmaktadır, Kurtuluş Savaşı esas olarak İngiliz emperyalizmine karşı verildi. Doğrudan silahlı çatışma yaşanıp yaşanmaması -ki yaşandı- belirleyici değildir. Yunan ordusunu Ankara önlerine kadar götüren, Fransızları Adana, Antep, Maraş ve Urfa’da maceraya, Ermenileri Doğu Anadolu’da felakete sürükleyen dönemin süper gücü İngiltere’den başkası değildi.

Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Zaferi’nin ardından yaptığı konuşmada konuya açıklık getiren bir ifade kullanmıştı: “Düşmanlarımız ve düşmanlarımızın icra aracı olan Yunan ordusu…”

Yine Mustafa Kemal Paşa, Kars Antlaşması’nın ardından yaptığı konuşmada Ermeni meselesini şöyle tanımlamıştı:

“Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade cihan kapitalistlerinin iktisadi çıkarlarına göre halledilmek istenilen sorun Kars Barışıyla en doğru çözümü buldu. Yüzyıllardır dostane yaşıyan iki çalışkan halkın dosta ilişkileri mutlulukla tekrar kuruldu”

Kökeni Şark meselesine kadar uzanan İngiliz emperyalizminin doğu politikası Osmanlı Devleti’nin yani hasta adamın ortadan kaldırılmasıyla İngiltere’nin mümkünse tek başına değilse müttefikleriyle birlikte Batı Asya’ya egemen olmasına dayanır. İngiltere’nin liderliğindeki emperyalist-kapitalist sistemin hedefi Türk yurdunu sömürgeleştirmekti. Kurtuluş Savaşı işte bu siyasete bir meydan okumaydı. Savaşın sonucunda yenilen yalnızca Yunanlılar olmamış, İngiltere’nin doğu politikası çökmüştür.

Mazlum milletlerin çağı: “Türkiye halkı bütün doğu halkları için savaşıyor”

Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni açılışı sırasında Mustafa Kemal Paşa verilen mücadelenin özünü şu cümleyle özetliyordu: “… henüz yaşamakta olduğumuzun bütün cihana ilanı ihtiyacındayız.”

Türk milletinin Milli Mücadele’si başlarken Asya ve Afrika’nın mazlum milletleri de hareketlenmeye başlamıştı. Araplar bu konuda Türklerin ardı sıra geliyordu. Arap halklarının bağımsızlık arayışı Suriye’den Filistin’e ve Irak’tan Yemen’e kadar uzanıyordu. I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin Osmanlı’ya karşı ayaklanmaları karşılığında verdikleri bağımsızlık sözünü tutmamaları üzerine onlar da yüzlerini Türklerin Kurtuluş Savaşı’na çevirmiş ve Mustafa Kemal Paşa ile TBMM hükümetiyle ilişkiler kurmuşlardı. Kurtuluş Savaşı liderlerinin dünyanın mazlum milletlerinin emperyalizme karşı mücadelesine ilgisi Erzurum Kongresi’yle başlar ve devam eder. 

Mustafa Kemal Paşa ve Kurtuluş Savaşı önderleri Arapların bağımsızlık arayışını desteklemiş hatta Suriye ve Irak ile bir konfederasyon planını dahi düşünmüşlerdi. Çünkü Mustafa Kemal ve arkadaşları dünyada gelişen kapitalizmin ve emperyalizmin mazlum milletler için düşündüğü ve uygulamaya başladığı gelecek planını iyi kavramıştı. Emperyalizmin doğu milletlerini sömürgeleştirme planlarına karşı Türk milleti öncü konumda savaşıyordu bu yüzden diğer mazlumların da ayaklanıp bağımsızlıklarına kavuşmalarını destekliyordu. 18 Ekim 1921’de Ankara’daki Azerbaycan elçiliğine bayrak çekme töreninde Mustafa Kemal Paşa şunları söylemişti:

“Sağımda duvarda asılı şu haritanın pek güzel belirttiği gibi Anadolu’da ve bütün Asya’nın bütün mazlumlar dünyasının, zulüm dünyasına doğru ileri sürdüğü bir vaziyette bulunmaktadır. Anadolu bu durumu ile bütün zulümlere, hücumlara, saldırılara açık bulunuyor. Anadolu yıkılmak, çiğnenmek ve parçalanmak isteniliyor; fakat efendiler, bu saldırılar Anadolu’ya yöneltilmiş ve ayrılmış değildir. Bu saldırıların genel hedefi tüm doğudur.”

… Anadolu bu savunmasıyla yalnız kendi yaşamına ait görevi ifa etmiyor, belki bütün doğuya yönelik saldırılara bir sed çekiyor. Efendiler, bu saldırılar mutlaka kırılacaktır.”

Mustafa Kemal Paşa, 20 Aralık 1921 tarihinde Ukrayna Büyükelçisi General Frunse’ye de şunları söylemişti:

“… Türkiye halkının Sakarya savaşında tüm doğu halklarının esenliği için savaştığına o ulusların bilinçli olduklarına da ispat etmiştir.”

Mustafa Kemal Paşa, 7 Temmuz 1922’de yani Büyük Taarruz’dan kısa bir süre önce Ankara’daki Rus elçisinin İran elçisi Mümtazüddeyle İsmail Han şerefine verdiği ziyarette şunları söylemişti:

“Türkiye’nin bugünkü savaşı yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur e daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.”     

Büyük Taarruz’un zaferle sonuçlanmasının ardından Mustafa Kemal Paşa, Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi Başkanı Seyyit Cutani’ye gönderdiği 9 Kasım 1922 tarihli mektupta şu ifadeler vardı:

“Tarafımızdan kazanılan zaferde Hindistan için de mühim bir hissei şeref vardır. Bilhassa himmeti alileriyle temin buyurulan muaveneti maddiye ve yardım paraları Türkiye davasının gerçekleşmesi yolunda pek ziyade işimize yaramıştır.”

Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Paşa yeni rejimin, bağımsızlık mücadelesi veren diğer halklara yönelik ilgisini sürekli canlı tuttu. Afganistan ve İran’daki yenileşme hareketlerinden, Suriye, Irak, Mısır, Filistin ve Cezayir’deki ulusal mücadeleler desteklendi. Mustafa Kemal Paşa, 1923’te şöyle diyordu:

“Bugün ufukta güneşin doğduğunu nasıl görüyorsam uzaktan bütün doğu uluslarının uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşacak olan daha çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olacaktır. Bu uluslar, bütün güçlüklere bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen bağımsızlığa kavuşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacak ve yerlerine ulusların aralarında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır.”

Cumhuriyetin Suriye’ye dışarıdan anayasa dayatılmasına tepkisi, Irak’ın bağımsızlığını kazanmasına yönelik sevinci açıkça dile getiriliyor. Yeni rejimi destekleyen Cumhuriyet gazetesinin 26. 12. 1929, 28.12.1929 ve 24.5.1930 tarihlerinde çıkan sayılarında Filistin davası açıkça destekleniyor. “Filistin’in öz evladı Arapların ulusal isteklerinin, ulusal varlıklarını kurtaracak en az istemlerinin” reddedilmesi İngiliz emperyalizminin davranışı olarak eleştiriliyordu.

Yine cumhuriyet gazetesinde 12.3.1929 tarihinde çıkan bir yazıda Batıda çekilen yeni filmlerde mazlum milletlerin ulusal kurtuluş savaşlarını aşağılayan yapımlar sert bir dille eleştiriliyordu.

“Hemen her ay oynayan yeni filmlerin içinde vatanlarını istilacılara karşı koruyan Asya ve Afrika uluslarının kurtuluş savaşımlarını aşağılayan ve küçülten bir sürü dramlara rast geliyoruz. Hele bunların içinde Cezayir gibi Fransa’nın Afrika sömürgelerinde cereyan ettirilen öyleleri vardır ki, bizim gibi yabancı saldırganlara karşı yurdunu kanı ile kurtarmış bir ulusun gözleri için en büyük hakarettir… Saldırgan bir ulus emperyalizminin övgüleri olan bu gibi filmlere neden ve nasıl izin verildiğini sorabilir miyiz”

Devrimci cumhuriyetin sesine bakınız. Mazlum milletlerin ulusal kurtuluş savaşlarına yönelik ilgisi ve desteği o denli yoğun ki Batının bu milletlerin savaşını aşağılayan filmler yapmasına dahi katlanamıyor hatta hükümetten bunların gösterilmesinin yasaklanmasını istiyor. Bugün sosyal medya profillerine Atatürk resmi koyarak doğu milletlerini batının gözlükleriyle aşağılayanlar için ibret verici.

30 Ağustos’un 102. yılında emperyalizme karşı kazanılan bu büyük zafer için şehit düşmüş gazi olmuş kahramanlara karşı borcumuz Batı Asya’dan bağımsızlık için yükselen mücadeleye omuz vermektir. Bugün Filistin’de ABD destekli İsrail’in ırkçı sömürgeci Siyonist rejimine karşı mücadele edenler dün Dumlupınar’da savaşanların siper yoldaşıdır.

Kurtuluş Savaşı’nın gerçek anlamı mazlum milletlerin bağımsızlık hakkına dayanır. Yazıdaki örneklerle yetinmeyecek olanlara Mustafa Kemal Paşa ile Uceymi Sadun Paşa’nın ilişkisini araştırmak ev ödevi olsun.

Yazıda merhum meslek büyüğümüz Orhan Koloğlu'nun Mazlum Milletler Devrimleri ve Türk Devrimi adlı eserinden yararlandım. 2011'de NATO bombardımanı altındaki Libya'ya yaptığımız dayanışma ziyareti öncesinde Libya tarihini kendisinden dinleme imkanı bulmuş ve adı geçen kitabını imzalatmıştım.