Gazze’de Hamas ve İsrail arasındaki çatışma sonrası küresel ölçekte görülen saflaşma, bir yönüyle küresel güney ve kolektif batı, bir yönüyle Atlantik ve Avrasya ayrışmasını ortaya koyduğu gibi, ittifaklar içindeki görüş ayrılıklarını da ortaya çıkardı. Ortaya çıkan diğer gerçek de, çok kutuplu dünya düzeninin belirginleşmesine koşut olarak, ABD’nin gücü, hegemonyası, emperyalist karakterindeki zayıflamanın boyutu. Konuyu açalım. Bilindiği üzere Çin; Kuşak ve Yol Girişimi’ni geliştirmeye, pekiştirmeye çalışıyor. Büyük altyapı projeleriyle, ticari anlaşmalarla, yatırım ve finansman paketleriyle, iktisadi, siyasi, diplomatik, kültürel bağların güçlenmesine çabalıyor. Bunu gören ve Çin’in bu adımlarını önleyemeyen ABD ise zaten fazlasıyla yıpranmış olan ABD imajının İsrail’in Gazze’deki saldırganlığına verdiği sınırsız destek nedeniyle daha da yıprandığı bir süreçte, ABD karşıtı siyasal, toplumsal, ideolojik havayı biraz olsun dağıtmak için, yeni diplomatik hamleler yapıyor. Fakat başaramıyor. Çünkü ne dünya eski dünya, ne ABD eski ABD. Anımsayalım, ABD; Soğuk Savaş boyunca, saldırganlığını, işgallerini, tezgâhladığı darbeleri gerekçelendirmek, temellendirmek, meşrulaştırmak için, bunları “özgür dünya” adına, “demokrasi için”, “komünizmle ve SSCB’yle mücadele” namına yaptığını söylerdi. Kendisinin demokrasiyi, özgürlükleri savunduğunu ve simgelediğini, hasımlarının ise şeytanın işbirlikçileri olduğunu öne sürerdi. Soğuk Savaş sonrası, ABD’ye yeni bir düşman gerekti. Çünkü SSCB, Varşova Paktı, Doğu Bloku ortadan kalkmıştı. O düşman da bulundu. Küresel teröre karşı mücadele edecekti bu kez ABD, insanlığı radikal akımlardan, sınır aşan terör unsurlarından koruyacaktı. Bu amaçla 2001’de Afganistan’ı, 2003’te Irak’ı işgal etti. Son yıllarda ABD’nin dilinde, kendi saldırganlıklarını, işgallerini temellendirmek ve dünyayı ikna etmek için başka bir yalan var: Demokrasiler ve otokrasiler arasındaki savaş. ABD; kendisinin tanımladığı, çerçevesini çizdiği bir demokrasi üzerinden yine dünyayı savunduğunu iddia ediyor. ABD için iyi olanın dünya için de iyi olduğunu, dünyanın iyiliğinin de ABD’nin iyiliğinden geçtiğini söylüyor. ABD’nin yaptığı demokrasi tanımına uymayanları, ABD’nin dediğini yapmayanları, ABD’nin istediği hizaya gelmeyenleri otokrasiler olarak ilan edip, hasım devlet, düşman devlet, rakip devlet, başarısız devlet, teröre destek veren devlet olarak yaftalıyor. Fakat bu söylemlerin eskisi gibi alıcısı yok. Kimse artık bu sözlere inanmıyor. Gözü gören, kafası çalışan, biraz tarih, coğrafya ve ekonomi bilgisi olan herkes, ABD’nin artık dünyanın tek süper gücü olmadığını, Çin’in yükselişini, Rusya’nın artan etkisini durduramadığını, müttefiklerini bile eskiden olduğu gibi kolayca ABD’nin etrafında toplayamadığını görüyor. Çok kutupluluk, artık yaygın biçimde kabul görüyor. İster küresel güney densin, ister Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımıyla “mazlum milletler” densin, ister 3. Dünya densin, ister Bağlantısızlar Hareketi densin, dünyada çok geniş bir coğrafyada, Asya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya dek çok sayıda ülke, eskisine göre daha bağımsız hareket ediyorlar. Geçmiş yıllara oranla daha geniş manevra alanlarına sahipler, elleri daha güçlü, bölgesel ittifaklar kurma, aralarındaki sorunları doğrudan çözme konusunda daha cesurlar. Çok kutupluluğun belirginleşmesinin, ellerindeki kozları, seçenekleri çoğalttığını düşünüyorlar, “ABD ne der acaba” endişesini daha az taşıyorlar ve ABD’ye rağmen daha fazla adım atıyorlar.