ABD’nin Orta Asya’da etkisinin azaldığını, son dönemde bizzat bu ülkedeki siyasetçilerin, bürokratların, akademisyenlerin, gazetecilerin, uzmanların dillendirmesi, ABD’nin emperyalist saldırganlıktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor elbette. Üstelik, bu güç kaybının sadece Avrasya’yla sınırlı kalmayıp çok daha geniş bir coğrafyada yaşanması, ABD’yi daha da çileden çıkarıyor.

Öte yandan ABD’nin bu gerileyişi, doğal ve kaçınılmaz olarak bölge devletlerinin işine yarıyor, elini güçlendiriyor, kendi aralarındaki işbirliği adımlarını hızlandırıyor, bölgesel arayışları pekiştiriyor. Ayrıca, bölge ülkelerinin, bölgenin iki büyük komşusuyla (Rusya ve Çin) ilişkilerine de olumlu yansıyor.

ABD’nin bölgedeki gerileyişinin pek çok göstergesi var şüphesiz. ABD’nin bölgede askeri üs edinme taleplerine bölge ülkelerinin olumsuz yanıt vermesi, bu göstergelerden biri. Afganistan’daki ABD işgalinin bitmesi (hem de ABD açısından çok olumsuz görüntüler eşliğinde), Taliban’ın iktidara gelmesi, ŞİÖ’nün genişlemesi de göstergeler arasında.

Fakat tüm bunlar, ABD’nin emperyalist projelerden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Bölgedeki tek söz sahibinin bölgedeki devletler, milletler olduğunu kabul ettiği anlamına gelmiyor. Bölgeye yeniden çullanmak, bölgeyi karıştırmak için adım atmayacağı anlamına gelmiyor. Gelmediği için de ABD; her zamanki bildik söylemleriyle, Orta Asya’da istikrarsızlığın arttığını, bölgede her an diplomatik sorunların, jeopolitik gerilimlerin yaşanabileceğini, bölge ülkelerinin istikrarlı olmadığını, kırılgan siyasal, toplumsal yapılara, zayıf güvenlik mimarilerine sahip olduklarını dillendirip duruyor.

Orta Asya’daki beş devletin (Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan) hem içeride istikrarlarının artması hem de birbirleriyle ilişkilerinin gelişmesi, ABD’nin bölgedeki etkisinin aşınmasıyla doğrudan ilgili olduğu gibi, dünyanın gidişatıyla da örtüşüyor. ABD’nin, bu ülkelerde renkli devrim yapabilme, darbe tezgahlama, iç karışıklıkları kışkırtma kabiliyet ve kapasitesinin aşınması, bölgesel barış, işbirliği ve istikrar açısından önemli olması yanında, geniş ölçekte, Avrasya açısından da önemli.

Tüm dünyada ABD’nin ayrılıkçı, aşırılıkçı akımları ve terör örgütlerini hangi yollarla ve araçlarla desteklediği çok iyi bilindiğinden, ABD’nin dilinden düşürmediği insan hakları, özgürlük, demokrasi söylemlerinin neleri örtüp perdelediğini de günümüzde çok daha iyi anlıyor dünya.

ABD’nin bizzat kendisi Taliban’la ilişki kurarken, üçüncü ülkelerde Taliban temsilcileriyle görüşürken, Orta Asya ülkelerinin, Taliban yönetimindeki Afganistan’la ilişki kurmaları doğal. Çünkü komşular, aynı coğrafyayı paylaşıyorlar. ABD’nin işgalinin bitmesinin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra bölgede Taliban’la kurulan ilişkilerde en ileri adımı Özbekistan’ın attığı görülüyor. İnsani yardımın, ticari ilişkilerin ötesinde geçtiğimiz ağustos ayında Özbekistan Başbakanı Abdulla Aripov’un Afganistan’ı ziyaret etmesi, bunun kanıtıydı. Bu ziyaret, Taliban’ın yönettiği Afganistan’a yapılan en üst düzey ziyaret olarak kayıtlara geçti.

ABD ise bölgede yeniden etkili olabilmek adına, Afganistan’ın sorunlarının, çözüm yollarının ve geleceğinin tartışılacağı, Rusya ve diğer bölge ülkelerinin de katılacağı bir konferans düzenlemek istediğini duyurdu birkaç kez. Afganistan’ı işgal etmiş olan ABD; bölge ülkesi olmayan ABD; hangi yüzle, hangi yetkiyle bu konferansı düzenlemeye çalışıyor sorusunu sorarken, Afganistan’la öncelikle iletişim kurması, işbirliği yapması gereken ülkelerin, komşu ülkeler, bölge ülkeleri olduğunu unutmamak gerekiyor.

Afganistan’a insani yardımın kesintisiz yapılması, bu ülkeyle ticari ilişkilerin geliştirilmesi, ülkedeki terörist örgütlerin etkisiz kılınması, terör eylemlerinin engellenmesi için, ABD’nin desteğine değil, tam tersine ABD’nin bölgeden uzak tutulmasına ihtiyaç var.