ABD’deki siyasal gerilim, toplumsal fay hatları, kültürel kutuplaşma, ABD’nin eski başkanı ve 5 Kasım tarihinde yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı olan Donald Trump’a yönelik bir suikast girişimine kadar vardı. Şüphesiz önümüzdeki günlerde, bu olaya ilişkin daha ayrıntılı bilgiler ortaya çıkacaktır. Fakat görünen o ki, başkanlık seçimini kim kazanırsa kazansın, ABD’deki iç gerilimi azaltması ve ABD hegemonyasının gerilemesini durdurması olanaksız.

ABD açısından can sıkıcı olan çok önemli bir diğer gelişme de, İsrail’e verilen sınırsız desteğin dünyada mevcut ABD karşıtlığını daha da artırması ve Suudi Arabistan gibi ABD’ye yakınlığıyla bilinen bir ülkenin hızla Rusya ve Çin’le yakınlaşmaya devam etmesi. Bu konuda son yıllarda görülen en önemli adımlardan biri de, Suudi Arabistan ve ABD arasındaki petro dolar anlaşmasının yenilenmemesi oldu. Suudi Arabistan ve ABD arasında, petrolün sadece ABD Doları cinsinden fiyatlandırılması konusunda, 1974’te varılan petro dolar anlaşması, ABD’ye büyük avantaj sağlıyordu ve doların küresel ölçekte yaygın kullanımı açısından da çok önemliydi.

Burada dikkat çeken bir diğer nokta da, Suudi Arabistan’ın ABD’yle arasına mesafe koymasına koşut olarak Çin ve Rusya’yla gelişen ilişkileri.

Malum, Çin; 1978 yılından itibaren başlayan ekonomik reformlarla birlikte, Ortadoğu’yla, Afrika’yla ilişkilerinde ideolojik ve politik boyutun yanına, ekonomik ve diplomatik boyutu da hızla eklemeye yöneldi. Ortadoğu’nun ekonomik düzlemde enerji zenginliğiyle öne çıktığını bilen Çin; ABD’nin bölge üzerinde ideolojik, politik, ekonomik, askeri nüfuzunun güçlü olduğunu, İsrail başta olmak üzere, Mısır’dan Suudi Arabistan’a, Kuveyt’ten Katar’a, Ürdün’den Birleşik Arap Emirlikleri’ne dek bölgede çok sayıda müttefiki bulunduğunu hep dikkate aldı. 1979 yılındaki İran İslam Devrimi’ni, 1980 yılında başlayan ve 1988 yılında biten İran – Irak Savaşını yakından takip etti.

Çin’in gelişen ekonomik gücüne ve küresel ölçekte artan nüfuzuna koşut olarak, nasıl Ortadoğu’ya ilgisi arttı ise Ortadoğu ülkelerinin de Çin’e ilgisi arttı, ticari ilişkileri çoğaldı ve çeşitlendi. Somut örnek vermek gerekirse, 2024 yılının ilk yarısında, Çin’de yeni kurulan yabancı sermayeli şirket sayısı, yıllık bazda yüzde 14.2 artarak, 26 bin 870’e ulaşırken, bu şirketler arasında, Ortadoğu kökenli şirketlerin azımsanmayacak ölçekte olduğu gözlendi. Keza sivil havacılık sektörünün sürekli büyüdüğü (son 6 ayda yüzde 11.9 büyüdü), sektörde toplam taşıma cirosunun yıllık bazda yüzde 32.2 arttığı Çin’de, yurt içi ve uluslararası uçuşlarda, Ortadoğu’dan gelen yolcuların sayısındaki artış dikkat çekti.

Çin – Ortadoğu ilişkileri bu yönde seyrederken, ABD’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerinde belirgin bir gerileme söz konusu. Örneğin, ABD’nin büyük önem verdiği İsrail – Suudi Arabistan ilişkilerindeki normalleşme, İsrail’in Gazze’deki katliamları nedeniyle durdu. Oysa ABD açısından bunun sağlanması, bunu kotaran ülke olarak ABD’nin öne çıkması çok önemliydi, hem de pek çok açıdan. ABD; bu sayede, İsrail’in güvenliğini sağlamayı, Arap – İsrail barışının mimarı olmayı, bölgeyi istikrara kavuşturmayı, İran’ın artan etkisini sınırlandırmayı umuyordu. ABD için böylesi bir başarı, iç siyasette de çok önemliydi, özellikle de ülkede büyük etkisi olan Yahudi lobisinin desteğini almak açısından. ABD Başkanı Biden, bu şekilde bir dış politika başarısına imza atarak, bir kez daha başkan seçilmenin hesabını yapıyordu. ABD; bunu başarsa, önceliğini, dikkatini, enerjisini, kaynaklarını öncelikle, Çin’i yakın çevresinden kuşatmaya yönlendirecekti.  

Bunların hiçbirini başaramadı ABD.