ABD dış politikasındaki bahaneler
Barış Doster
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden’ın İsrail ziyareti ve burada bir kez daha İsrail’e koşulsuz destek açıklaması, ABD’nin dünyaya barış getirecek en son devlet olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Çünkü ABD’nin yangına adeta körükle giden tutumu, dönemsel değil, yapısal olduğu gibi, sadece İsrail söz konusu olduğunda değil, her konuda geçerli olan bir tutum.
Konuyu tartışalım.
İsrail, İngiltere’yle birlikte ABD’nin “stratejik müttefik” olarak tanımladığı iki devletten biriDİR. ABD’de güçlü bir Yahudi lobisi, ABD’nin siyasetinden ekonomisine, bürokrasisinden akademisine dek her alanda etkili bir Yahudi diasporası vardır.
Tüm bunların yanında, 2024 yılında başkanlık seçimlerinde, her iki partinin adayı da bu lobinin desteğine büyük gereksinim duyuyorlar. ABD Başkanı Biden için gidişat çok iyi olmadığından, üstüne üstlük ABD’nin önceki başkanı ve Cumhuriyetçilerin 2024 seçimleri için en güçlü aday adayı Donald Trump, sert bir muhalefet yaptığından, Biden açısından bir dış politika başarısı, özellikle de İsrail’e vereceği desteğin büyüklüğü daha da önemli hale gelmiştir. Unutmamak gerekir ki ABD’de İsrail’e verilen destek, partiler üstü bir konudur.
Aynı şekilde ABD’de partilerin ve adayların Çin karşıtlığı, Rusya karşıtlığı da dikkat çekiyor, partiler üstü bir konu olarak öne çıkıyor. Çin ve Rusya’yı, savunma doktrininde, strateji belgelerinde rakip, hasım olarak tanımlayan ABD’de bu yönde yayın yapan, söylem inşa eden, siyaset izleyen akademiden medyaya, düşünce kuruluşlarından bürokrasiye kadar çok geniş bir çevre söz konusu. Bunlar, ABD yurttaşlarına Çin’i düşman olarak göstermek için ellerinden geleni yapıyorlar. Öyle ki ABD medyasında, sıklıkla ABD ve Çin arasında Taiwan konusunda bir çatışma çıkmasının kaçınılmaz olmadığı yönünde haberler çıkıyor son dönemde. Zira dünyada ne olursa olsun, Çin; ABD’deki siyasal seçkinler, sivil – asker güvenlik bürokrasisi, akademi, medya ve düşünce kuruluşları açısından her zaman siyasi tartışmaların, diplomatik yorumların, ulusal güvenliğe ve dış politikaya ilişkin haberlerin çok önemli bir parçası olarak öne çıkıyor. Son dönemde her ne kadar ABD’li bakanlar (Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Hazine Bakanı Janet Yellen) ve üst düzey bürokratlar Çin’i ziyaret etseler de ABD, önyargılarından asla kurtulamıyor. O yüzden de hem kendisi hem müttefikleri Çin karşıtlığında, Çin’i yakın çevresinden kuşatma yönündeki adımlarında hız kesmiyorlar.
ABD; sadece diplomatik, politik düzlemde değil, ekonomik olarak da Çin’i dışlamaya, yalnızlaştırmaya çalışıyor. Bunu yapan kendisi değilmiş gibi, bir yandan da şunu söylüyor: “Çin, daha çok adım atmalı”.
Fakat kimse, ABD’nin bu ikiyüzlü tavrına inanmıyor. Çünkü bütün dünya, ABD’nin gerilimi tırmandırıp, sonra da muhatabından gerilimi düşürücü adımlar atmasını beklediğini, kendine bir düşman yaratıp sonra da ona saldırmak için bahane aradığını çok iyi biliyor.
Barış Doster