İsrail’in mevcut psikolojisi tam da böyle. Herkes gibi İsrail de zamanın İran ve vekilleri diyebileceğimiz Direniş Ekseni lehinde sonuçlar üretmeye devam ettiğini görüyor. Özellikle 2003 yılında Amerika’nın İsrail’i daha güçlü ve güvenli kılmak amacıyla gerçekleştirdiği Irak işgalinden bu yana söz konusu ülkede İran’ın nüfuzu katlamalı arttı. Amerika yine aynı gerekçelerle 2011 yılından itibaren istikrarsızlaştırdığı Suriye’de de İran’ın etkisi genişledi. Oysa Suriye’yi İran ile Hizbullah arasındaki bağlantıyı koparmak için vahşi cihatçı örgütlerin kucağına atmışlardı.
Bu arada da 1980’lerden itibaren İsrail’in Lübnan’da yaptığı vahşetin tabii sonucu olarak ortaya çıkan Hizbullah hareketi bugüne kadar hiçbir Arap devleti veya örgütünün gösteremediği bir sebat ve başarı ile güçlendikçe güçlendi. Ve İsrail ile giriştiği her çatışmadan adeta galip ayrıldı yani yenilmez kabul edilen İsrail’i her defasında geri adım atmaya mecbur etti. Yemen’de Husilerin iktidara oturması Amerika ve Suudilerin İran’a hediye ettiği bonus olurken, Hamas’ın hem İran ile irtibatı arttı hem de taktik ve stratejik mücadele tarzı Hizbullah’a benzemeye başladı. Kısacası İran’ın vekilleri denilerek burun kıvırılan ve çoğu zaman da hedef gösterilen bu güçler İsrail’i kuzeyden ve güneyden çevirmeye başladılar. Tam bir yıpratma savaşına mecbur etmiş durumdalar.
Dahası İran’ın nükleer silah yapma yolundaki adımları giderek hızlanırken İsrail ve Amerika’nın farklı zamanlarda uyguladığı farklı taktikler sonuç vermedi; zira Tahran’ı nükleer silah yapımından vaz geçirmek için BM’nin Beş Daimi Üyesi (Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) ile Almanya’nın hazırlayıp İran’la birlikte imza koydukları antlaşma İran’ın dondurulan bütün rezervlerinin serbest bırakılmasını, yaptırımların kaldırılmasını ve böylece İran’ın petrol ve doğalgazdan elde ettiği büyük mali kaynağı istediği gibi kullanmasının önünü açıyordu ki, böyle bir durumda zaman içinde İran nükleer silah yapmadan ve tamamen yerli savunma sanayiini daha da ilerleterek İsrail’in kabusu olma özelliğini sürdürmüş olacaktı.
Trump, Obama zamanında imzalanan bu Nükleer Antlaşma’dan (JCPOA) Amerika’yı tek taraflı çekerken Netanyahu’yu memnun ettiğini ve Amerika’daki İsrail lobisini arkasına alabileceğini sanıyordu. İsrail lobisinin kendisine yeterince yardımcı olup olmadığı bir yana, bu duruma Avrupa ülkeleri tepki göstermenin dışında bir alternatif formül üretemeyince İran nükleer silah yapmaya elverişli uranyum zenginleştirmeye başladı. Ve şu anda ya nükleer silaha sahip ya da yapmak üzere… Bir sabah İran’ın ilk nükleer silahını test ettiği gerçeğine uyanabiliriz. Kısacası her iki halde de şartlar İran’ın lehine işlemiş oldu.
Çok kutuplu dünyada Amerika ve Batı’nın dengelenen gücü de de İsrail için çok önemli bir mesele, her ne kadar bu Netanyahu ve en aşırılıkçı gruplardan oluşan koalisyon hükümeti bunu şimdilik hesaba katmıyor gibi görünse de… Çünkü Amerika’nın aktif ve sürekli desteği olmadan İsrail o coğrafyada hayatta kalamaz. Hatta uzun soluklu konvansiyonel bir savaşı bile sürdüremez. Öte yandan bölgeye ilgisi artmış olan Rusya’ya ilaveten Çin’in de İsrail’in hoşuna gitmeyecek başarılı diplomatik hamlelerini bu listeye eklemek gerekir. Muhtemelen kendisini bu şekilde kıstırılmış veya kıstırılmakta gören Netanyahu hükümeti kurtuluşu yılanın başı olarak gördüğü İran ile savaş çıkarmakta görüyor.
Siyasi tarih/askeri tarih iyi inceleyenler açısından bugünkü siyaset planlaması için adeta laboratuvar görevi görür. Örneğin Birinci Dünya Savaşı’na gidilen yıllarda Almanya ve Avusturya-Macaristan hükümetleri özellikle Berlin’in yanlış politikalarından dolayı artan dozda bir kuşatma psikolojisi içinde görüyorlardı kendilerini. Balkan Savaşlarında, gelecek yıllarda patlak verecek bir büyük savaşta İngiltere, Fransa ve bilhassa Rusya yanlısı olacak devletlerin (Sırbistan, Yunanistan ve o zamana kadar Avusturya-Macaristan yanlısı olup savaş sırasında çıkarları doğrultusunda politika değiştiren Romanya) aşırı derecede kuvvetlendiklerini görerek/hissederek savaşın çıkmasını beklemek yani zamana yaymak yerine hemen çıkartmak istemişlerdi. Üstelik askeri, ekonomik ve teknolojik açılardan güçlü bir pozisyondayken bunu yapmışlardı. Sonuçta savaş uzadı ve feci bir yenilgiye uğradılar. Avusturya-Macaristan paramparça oldu; Almanya ise hem büyük toprak kayıplarına uğradı hem de çok ağır koşullar içeren Versailles Antlaşması’nı kabul etmek zorunda kaldı.
İsrail çok kan akıttı, etnik temizlik yaptı ve şimdilerde soykırım suçu işliyor. Netanyahu hükümetinin geriye dönüşü yok. Hamas’ın terörist olduğu söyleyerek bir yere varması Gazze’de işlediği ağır suçlar karşısında artık bir anlam ifade etmiyor. Eğer terörist demediği El Fetih ile iki devlet konusunda uzlaşmış ve kesintisiz coğrafyası ve işleyen bir yönetimi olan bir Filistin devletine onay vermiş olsaydı bu iddiaların bir anlamı mutlaka olurdu ve zaten öyle bir durumda Hamas hareketi marjinalleşmiş bir Filistin fraksiyonu haline gelirdi. Bunda sonrasını öngörmek zor ama hala vakit varken İsrail’in kökten bir politika değişikliği ile sorun çözülmek zorunda. Peki, ümitvar mıyım? Pek değil; ama hazreti siyasi tarih/askeri tarih her şeyin mümkün olabileceğini söylüyor.