Son dönemde ABD’nin tüm mesaisini ve dikkatini Orta Doğu’ya vermesi Taiwan’daki yeni yönetimi de oldukça endişelendirdi. Bu nedenle Taiwan’ın sözde Cumhurbaşkanı Lai, Çin'de Cumhuriyetin kuruluşuna giden ve saltanatı ortadan kaldıran 1911’deki Çin İmparatorluğu'na karşı ortaya çıkan Wuchang ayaklanmasının 113.yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada kışkırtıcı bir takım değerlendirmelerde bulunarak Çin anakarasıyla gerginliği artırıp ABD’nin dikkatini tekrar Taiwan adasına çekmeye çalışmıştır.    

Hatırlanacağı üzere Taiwan Cumhurbaşkanı seçimlerde oyların sadece yüzde 40’ını alarak Taiwan’da cumhurbaşkanı seçilmiştir. Kalan yüzde 60’lık oy ise muhalefet partileri arasında paylaşılmıştır. Eğer muhalefet partileri anlaşıp ortak aday çıkarabilselerdi bugün Taiwan farklı bir siyasi çizgide olacaktı. Maalesef muhalefet partileri yaptıkları birkaç toplantıda bir sonuca ulaşamayarak seçimlere ayrı girme kararı aldılar ve oylar bölünerek Demokratik İlerleme Partisi’nin adayı cumhurbaşkanı olarak seçildi. Ancak Demokratik İlerleme Partisi, Taiwan Parlamentosu'ndaki çoğunluğu kaybetti. Şimdi parlamentoda çoğunluk muhalefetin elinde, dolayısıyla artık Demokratik İlerleme Partisi ve onun cumhurbaşkanı istediği kararları parlamentodan çıkaramıyor. Uzun lafın kısası Taiwan Cumhurbaşkanlığı adanın sadece yüzde 40’ı tarafından destekleniyor. Bu ne demek? Taiwan halkı artık Demokratik İlerleme Partisi’nin bağımsızlık yanlısı hikayelerine prim vermiyor. Bu siyasi hezimet Washington’un gözünden kaçmadı. Halk desteğini kaybeden Demokratik İlerleme Partisi'ne daha fazla destek vermek istemiyor. Dikkat edilirse, seçim sonuçları açıklandıktan sonra ABD’nin Taiwan’a yönelik politikalarında da bir yavaşlama oldu. ABD, bölgede ağırlığı Güney Çin Denizi bağlamında Filipinler üzerine verdi. 

Ancak Cumhurbaşkanı Lai’ye bakarsanız Taiwan’ın daha büyük bir Çin ulusuna ait olduğu iddiasını ve fikrini reddediyor ve Taiwan’ı küresel demokrasiler için bir ortak olarak tanımlıyor, aynı zamanda “demokrasi ve özgürlük bu topraklarda gelişir” diyerek Çin Halk Cumhuriyeti’nin Taiwan’ı temsil etme hakkı olmadığını da söylüyor. Buna rağmen bölgesel güvenliği sağlamak, barış ve ortak refahı sürdürmek ve Taiwan Boğazı’nın her iki tarafındaki insanlara fayda sağlamak için Çin ile birlikte çalışmaya istekli olduklarını da söylüyor.

Bunun yanında Taiwan’ı kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okuyan ve zor kazanılmış demokrasisini ve özgürlüğünü tehdit eden otoriterliğin  genişlemesine karşı küresel bir mücadelenin parçası olarak sunmaktan da geri durmuyor. Aynı zamanda , Taiwan Cumhurbaşkanı, uluslararası durumun giderek daha kaotik hale geldiği bir çağda Taiwan daha istikrarlı daha güvenli ve daha güçlü hale gelecek ve bölgesel barış istikrar ve refah için bir güç haline geleceğinin altını çizerek, görevinin ülkenin hayatta kalmasını ve kalkınmasını korumak ve Taiwan’ın 23 milyon  insanı birleştirmek ve ulusun egemenliğinin ihlal ve ilhak edilemeyeceği konusunda ısrar etmek olduğunu söylüyor.

Ayrıca Taiwan Cumhurbaşkanı Çin Halk Cumhuriyeti’nin Taiwan’ın  anavatanı olmasının imkansız olduğunu çünkü Taiwan’ın ya da bir başka deyişle “Çin Cumhuriyeti’nin” 1912'de kurulduğunu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ise ancak 1949’da ortaya çıktığını söyleyerek garip bir matematiksel tanımlama getirdi. Aslında bu meselenin hangi rejimin ne zaman kurulduğuyla pek de ilgisinin olmadığını esas meselenin Taiwan adasının Çin ana karasına bağlı olduğu tarihi gerçeğini görmemekten kaynaklandığı açıktır. Kaldı ki Taiwan’da yaşayanların bir nesil veya iki nesil önce Çin’den geldikleri de ayrı tarihsel bir gerçektir.  

Taiwan Cumhurbaşkanı; “Uluslararası gerilimler şu anda artıyor ve her gün savaşlarda sayısız masum insan ölüyor ve yaralanıyor. Çin’in uluslararası toplumun beklentilerine cevap vereceğini, etkisini kullanacağını ve Rusya-Ukrayna savaşını ve Ortadoğu ihtilafın sona erdirmek için dünyadaki diğer ülkelerle birlikte çalışacağını ve ayrıca uluslararası sorumluluklar üstlenmek ve bölgesel ve küresel barış güvenlik ve refah katkıda bulunmak için Taiwan’la birlikte çalışacağını umuyoruz diyerek aslında başından beri eleştirdiği Çin’in bulunduğu küresel konumun hakkında ne kadar farkında olduğunu ve Çin’in uluslararası toplum içerisindeki gücünün ne derecede etkili olduğunu da gayet iyi bildiğini göstermektedir. Taiwan'a gidip görenler bilir Taiwan halkı Çin'in bölgede ve uluslararası camiada güçlenmesi ve kendisinden söz ettirmesinden gizli bir gurur duymaktadırlar. Bu gururu çok fazla dışarıda paylaşmasalar da tavırlarından hissedilmektedir. Benzer bir duygunun dış vurumu da Taiwan Cumhurbaşkanı'nın yıldönümü konuşmasının satır aralarında görülmektedir.

Taiwan Cumhurbaşkanı'nın konuşmasındaki ifadelere karşın Çin tarafı da kısa bir açıklama yaparakyalnızca tek bir Çin olduğunu, Taiwan yönetimi ne derse desin ne yaparsa yapsın Taiwan Boğazı'nın her iki  yakasının da tek bir Çin’e ait olduğu nesnel gerçeğini değiştiremez denildi. Ayrıca Taiwan’a “bağımsızlık ve provokasyon aramak bir çıkmaz sokaktır” uyarısında da bulunuldu. 

Çin bununla sınırlı kalmadı. Çin ordusu başlattığı tatbikatla Taiwan’ı dört bir  yandan kuşatarak adeta ablukaya aldı. Çin'in bu tavrı hem Taiwan’daki ayrılıkçı güçlere bir mesaj hem de bu ayrılıkçı güçleri destekleyen bölge ve bölge dışı ülkelere karşı bir uyarı niteliğindeydi. 5 Kasım’da yapılacak seçimlerden önce ABD’nin Pasifik’te yeni bir gerginliğe neden olabilecek bir adım atması beklenmiyor. Şu anda Biden yönetiminin ana meselesi Orta Doğu’daki gelişmeler ve Orta Doğu’da bir bölgesel savaşın önlenmesine yönelik adımlar. Ancak Biden’dan sonra gelecek yeni başkanın Taiwan meselesine nasıl bakacağı önemli. Eğer Trump gelirse daha önceki döneminden bilindiği üzere Kuzey Kore meselesi ön plana çıkacaktır; ancak Biden yönetimi gibi mi Pasifik’e yaklaşır bu bilinmez. Kamala Harris gelirse ve eğer Biden’ın mirasını sürdürmek isterse geleneksel olarak ABD’nin QUAD ve AUKUS gibi yapılanmalar üzerinden şekillendirmeye çalıştığı Hint-Pasifik projesini devam ettirmeye yönelik adımlar atacaktır; lakin bunun garantisi yok. Sonuç olarak Amerikan başkanlarının projeleri de doktrinleri de kendi siyasi ömürleriyle sınırlı. O siyasi ömür bittiği anda o projeler de tarihe karışıyor. Geçmişte çok örnekleri var.