27 Kasımdan beri Suriye’de yaşanan  gelişmeler baş döndürücü bir hızda ilerliyor. Esad rejimine ait mevziler birer birer muhalif grupların eline geçiyor Halep ve Hama rejim güçlerinden alındı, Humus da düşmek üzere.

Daha önce tecrübe edildiği için İran ve Rusya’nın Esad’a yardım edeceği beklentisi yerini derin bir sessizliğe ve meraka bıraktı. Daha önemlisi ABD’nin de gelişmelere sessiz kalması oldu. Türkiye ise müdahil olmadığını ama gelişmeleri yakından takip ettiğini açıkladı.

Öncelikle bölgede Suriye ile tek sınırı olan aktörlerden birisi olan Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri tamamıyla ulusal güvenliği üzerinden takip etmektedir muhaliflerin operasyonunun başlamasıyla birlikte Türkiye’de sürece müdahil olmadığını ancak yakından takip ettiğini kamuoyuna duyurdu. Kuşkusu, Türkiye’nin bu süreçte birtakım kırmızı çizgileri var. Bu kırımızı çizgileri üç  ana başlık altında özetleyebiliriz: birincisi; terör örgütünün avantaj elde etmemesinin sağlanması. İkincisi  Suriye’nin toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesi ve sonuncu olarak da sorunun askeri yöntemlerle değil diplomasi üzerinden masada çözülmesi.

Esad’ın Suriye sahasında iki önemli gücü İran ve Rusya’dır. Bilhassa,  Rusya’nın hava gücü İran’ın ise milis grupları üzerinden kara gücü Esad’ı ayakta tutan en önemli askeri güçlerdi; ancak ne hikmetse ne Rusya ne de İran’dan Esad’ın beklediği destek gelmedi. Muhalif grupların da bir hafta gibi kısa bir sürede bu kadar ilerlemesi beraberinde de birçok tartışma ve senaryoyu getirdi.

İran’ın atacağı olası adımlara bakıldığında önceden  İran destekli Hizbullah, Haşdi Şabi, Mehdi ordusu ve Husiler  gibi Şii grupların yenilmez oldukları bir efsane gibi bölge coğrafyasında ve sahada yayılmıştı; ancak Hizbullah'ın yenilmezlik efsanesini İsrail iki liderini ve askeri ve siyasi kadrosunun neredeyse tamamını etkisiz hale getirerek yıkmış oldu. İran'ın ve Şii grupların İsrail karşısında çok fazla varlık gösterememesi de Suriye sahasında özellikle Esad’a  muhalif gruplar arasında psikolojik bir etkiye neden oldu. Yine de İran hem sahada hem masada bir takım adımlar atmak istiyor. Meseleye Şii hilali ekseninden bakıyor. Türkiye'yi ziyaretinde İran Dışişleri Bakanı Arakçı, Suriye ordusunu destekleyeceklerini açıklamıştı. Ardından gelen haberler Irak’taki Haşdi Şabi, Fatimiyyun ve  Zeynebiyyun gibi Şii grupların Suriye sınırını geçerek hızla çatışma sahasına doğru ilerlediği yönündeydi.

Ancak son bir yıldan beri İran oldukça yıprandı ve yoruldu. Hamas'ın İsrail eylemiyle başlayan süreç Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopterinin düşmesi sonucu ölmesi ve ardından yeni bir cumhurbaşkanı seçim süreci, içerideki yoğun tartışmalar, Hamas lideri İsmail Haniyye’nin İran'da İsrail tarafından suikasta uğraması tüm bunlar İran’ı daha çok kendi iç işlerine odaklanmasına neden oldu.

Diğer önemli aktör Rusya’ya gelince Rusya da hala sessizliğini muhafaza etmektedir. Kremlin,  meseleye ilk etapta Ukrayna penceresi üzerinden bakmaya çalıştı. Kremlin HTŞ'nin Ukrayna ile bağlantılarını daha önce gündeme getirmişti, şimdi de Rus basını HTŞ içerisindeki Ukraynalı komutanlara işaret eden haberler yayınlıyor. Cılız da olsa Esad rejimine  bir hava desteği veriyor; ancak daha önceki operasyonlarına bakıldığında Moskova, çok da Suriye’de görünür değil. Zira Rusya için Ukrayna savaşı şu anda kritik bir noktada. Rusya bir kader anını yaşıyor ve tabiri caizse ölüm kalım savaşı yaşanıyor. Çünkü Biden’ın uzun menzilli Amerikan füzelerinin Rus topraklarında kullanılmasına ilişkin vermiş olduğu izinle birlikte Ukrayna, Rus topraklarındaki saldırılarını daha da artırmış durumda. Halihazırda Rusya, Kuzey Kore’den asker getirerek Kursk bölgesinde konuşlandırmış durumda ve Putin nükleer silahların da dahil olduğu topyekun bir savaştan bahsetmekte.

Ukrayna’daki durumun özeti bu iken Rusya gücünü bölüp sonu belli olmayan bir savaşa Suriye’de girmez gibi görünüyor. Ayrıca Rus kamuoyu uzun süreden beri Suriye’nin finanse edilmesine de karşı çıkıyor ve yönetimi eleştiriyordu. Ukrayna Savaşı’yla birlikte Rusya, ekonomisini muhafaza etme adına  Suriye’de ikinci bir savaşı kaldıramaz. Bu nedenle Ukrayna meselesini çözmeden Rusya ne dünyada ne de  Orta Doğu’da ikinci bir cephe açmaz.

İşte tam bu noktada bazı iddialar var:

ABD ile Rusya arasında Ukrayna savaşı bağlamında Suriye'de bir al-ver pazarlığının olduğu iddiası ortada dolaşıyor. Suriye'de sessiz kalması karşılığında Rusya'nın Ukrayna konusunda masada daha avantajlı olmasına yönelik ABD de sessiz kalacak.  Ayrıca, ABD, İran'ın Suriye'de biletini kesecek, Rusya da buna göz yumacak, karşılığında Doğu Akdeniz kıyısındaki liman ve üslerini muhafaza edecek.

Bir başka senaryo da muhalif gruplarla ilgili: Kısa bir süre sonra ele geçirilen bölgeler muhalif gruplar arasında taksim edilecek. Bir grup Halep’i  kontrol ederken belki bir grup Hama'yı bir başka grup da  Humus’u kontrol edecek. Sonra…? Sonrası daha karmaşık. Bu grupların arasında zaten başından beri var olan görüş ayrılıkları kendini iyice hissettirmeye başlayacak ve Suriye iktidarı üzerine kendi aralarındaki ayrışma nedeniyle çatışmalar başlayacak ve karşımıza ikinci bir  Afganistan ortaya çıkacak. Bu Afganistan meselesi muhaliflerin kontrol ettiği alanlarda çıkma ihtimali yüksek olan bir risktir.

ABD-İsrail ikilisi, muhaliflerin Esat güçlerine ama özellikle de direniş eksenine bağlı Şii  grupları ortadan kaldırmasını memnuniyetle karşılarken, İran tehdidinin ortadan kalktıktan sonra bu muhalif grupların kendi aralarında bir iç hesaplaşmanın çıkması da yine ABD- İsrail ikilisini memnun edecek. Çünkü böylelikle bu gruplar Suriye'nin genelini ve geleceğini düşünmekten çok ya da Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlamaktan çok kendi aralarındaki iktidar mücadelesine odaklanacaklar. Örneğin Fırat’ın doğusundaki durum kimsenin aklına gelmeyecek!

O halde sahadan en karlı ABD çıkıyor gibi gözüküyor. Şu anda Esad'ın gitmesi  onun işine yarar. Zaten Dışişleri Bakanı Blinken, Esad’ı eli kanlı bir diktatör olarak adlandırarak gitmesini istediklerini söyledi. Öte yandan, muhaliflerin, Esad ve onun destekçileri Rusya ve İran ile sahada çatışması onları Suriye’de ve öteki alanlarda örneğin Ukrayna’da ve Lübnan’da, Irak’ta zayıflatacağı için ABD bu gelişmeden de memnuniyet duyacaktır. Sonuçta ABD, her iki senaryoda da kazançlı çıkmaktadır. Kısacası, ABD, sürece değil sonuca odaklanmış durumda.

Bilindiği üzere, ABD ve İsrail güçlü ve büyük bir Suriye'yi istememektedir. Hatırlanacağı üzere 1958-1961 yılları arasında Mısır ile Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni kurmuşlardı. Gelecekte böyle bir tehlikenin tekrar ortaya çıkmaması adına büyük ölçekli Arap devletlerinin atomize edilmesi düşünülmekteydi. Küçük parçalara bölünerek ve mümkünse birbirleriyle de çatışma halinde olan devletçikler yaratılmak istenmektedir. Aralarındaki sorunlar  nedeniyle hiçbir zaman birleşemeyecek olan bu devletler İsrail ve ABD'nin güvenliğine de problem teşkil etmeyecektir. 2006’da bu plan bizzat dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice tarafından Tel Aviv’de açıklamıştı.

Sonuç olarak kim ne derse desin Suriye’de fırtına öncesi bir sessizlik var ve bu sessizlik hayra alamet değil. Hiçbir aktör elindekini göstermiyor. Herkes birbirinin hamlesini izliyor. İlk adımı kim atacak bilinmiyor. Bu süreç ya kalıcı bir barışı getirecek ya da sonu gelmez savaşlar sürecini başlatacak. Durum ne olursa olsun meseleye duygusallıktan arınarak jeopolitik gerçeklik üzerinden bakmamız gerekir!