Geçen hafta, 5-6 Temmuz tarihlerinde Azerbaycan’ın işgalden kurtardığı Karabağ topraklarının en muhteşem şehri olan, adeta kartal yuvasını andıran Şuşa’da toplanan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Zirve Toplantısı pek çok açıdan önemli sonuçlar oluşturdu. Bunlardan biri de KKTC konusunda Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in söyledikleriydi. Türk dünyasının kalıcılığını kurumsallaştıran TDT toplantıları vesilesiyle Aliyev bundan önce de KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar ile resmi olarak bir araya gelmiş ve her defasında Tatar’la görüşmesini Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı resmi sitesinde "Şimali Kipr Türk Respublikası Prezidenti Ekselansları Sayın Ersin Tatar" ifadesiyle duyurmuştu.

Öyle anlaşılıyor ki, Azerbaycan, tanıdığını devletler arası usullere uygun bir şekilde ilan ederek KKTC’ye büyükelçilik açmaya çok yaklaşmış durumda. Aslında Azerbaycan’ın topraklarını Ermenistan işgalinden kurtarmak üzere başlattığı operasyonun (27 Eylül 2020) ertesi gününde, savaşın zaferle sonuçlanması halinde bunun bölgesel açıdan çok önemli sonuçlara yol açacağını ve Bakü’nün KKTC’yi tanıyabileceğini o gün sosyal medya hesabımdan bir mesajla paylaşmıştım (https://x.com/hasanunal1920/status/1310672453560086530). O günlerde pek çok uzmanın burun kıvırdığı bu ihtimal giderek gerçekleşme yolunda…

Sonraki haftalarda ve aylarda aralıklarla konunun gündem olduğu her zaman dile getirdiğim gibi, Azerbaycan açısından en önemli zorluk işgal altındaki topraklarında (Karabağ ve Karabağ’ı çevreleyen yedi bölge) Ermenilerin kurduğu uyduruk yapının Yunanistan ve/veya Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından tanınması ihtimaliydi. Hatta bu, bir ihtimal değil ciddi bir tehditti; zira Yunanistan Bakü’ye böyle bir adım atması halinde Karabağ’da Ermenistan’ın bile tanımadığı uyduruk yapıyı tanımaktan çekinmeyecekleri mesajını defalarca iletmişti.

Azerbaycan şimdi tanıdı mı veya tanıyacak mı? Ya diğerleri?

Pek çok açıdan Azerbaycan’ın KKTC’yi dolaylı olarak tanımış olduğu hükmüne varmak mümkündür, ancak KKTC ile nota değişimi yaparak tanıdığını beyan etme ve büyükelçilik açma işlemleri henüz yapılmadı. Beklentiler bu yönde olmakla birlikte Azerbaycan’ın Ermenistan ile tam bir barış antlaşması imzalamadan KKTC’yi belirtilen şekilde tanıması sürpriz olabilir. Öte yandan, Erivan ile bir barış antlaşması imzalanması konusunda şartlar büyük ölçüde lehinde şekillenen Bakü’nün her an böyle bir adım atması ihtimali de uzak görünmüyor.

Türk dünyasının diğer üyelerinin (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan) KKTC’yi tanıması ihtimali görünür bir gelecekte zayıf bir görünmekle birlikte KKTC’nin TDT içerisindeki gözlemci statüsünün tam üyeliğe yükseltilmesi bile bu konuda önemli bir başarı olacaktır, ancak bu konuda Özbekistan’ın kendi içerisindeki Karakalpak Özerk Cumhuriyeti yapısından duyduğu rahatsızlık ve Kazakistan’ın Batı ile ilişkilerinde KKTC’den dolayı sorun yaşamamak istememesi gibi sebepler bizi ilk anda rahatsız edebilir. Fakat bunları sahadaki gerçekler olarak kabul edip orta vadeli ikna politikasının içinde değerlendirmek gerekir.

Benzeri sorunlar Kırgızistan ve Türkmenistan için de söz konusu olabilir. Fakat bu ülkelere bundan dolayı adeta küsmek gibi bir lüksümüz olamaz. Bunun yerine bir yandan iki devletli çözümde ısrar etmek, bir yandan da orta vadede Türk dünyası içerisinde KKTC’nin daha görünür ve daha aktif olmasını sağlamaya yönelik eylem planları yapmak gerekir.

Bu arada başta Pakistan olmak üzere KKTC’yi tanıyacak ülkeler nezdinde de yoğun bir diplomatik çabaya ihtiyaç olduğuna şüphe yok. Türkiye’nin uzunca zamandır iyi ilişkiler kurduğu Afrika ülkelerini de listeye eklemek için yoğun diplomatik girişimlere ihtiyaç olduğu açık. Biz bu çabalara hız verdikçe özellikle Avrupa Birliği’nin seçilmemiş bürokratlarının ve bazı AB hükümetlerinin (aynı zamanda İngiltere) KKTC’nin tanınmasını engellemek için karşı taarruza geçeceklerini de unutmamak gerekir.

Çok kutupluluk ve Rusya faktörü

Kıbrıs sorununda resmi politika olarak iki devletli çözümü deklare ettiğimizden bu yana çok kutupluluğun yerleşmeye başlaması kesinlikle Türkiye’nin lehinedir. Son tahlilde Kıbrıs konusunu bugünkü gibi çetrefil hale getiren Batı dünyasıdır. Batı’nın gücünün ve etkisinin zayıflaması anlamına gelen çok kutupluluk her halükarda Türkiye’nin Kıbrıs politikası açısından önemli katkılar sağlayacaktır.

Bu açıdan Rusya ile de KKTC pazarlığının tam zamanı olsa gerektir. Sonuçta Doğu Akdeniz gibi kritik bir coğrafyayı kontrol eden bir adada tek devletli herhangi bir çözüme gidilmesi bütün Kıbrıs’ı AB toprağı haline getirir. Böyle bir çözüm Türkiye’nin Amerika ve Avrupa ile el sıkışması veya Ankara’nın bileğinin bükülmesi ile (daha zayıf ihtimal) mümkün olacağına göre Türkiye böyle bir Kıbrıs devletinin NATO üyeliğine de karşı çıkmayabilir.

Suriye’deki üslerinin yaklaşık 100 kilometre karşısındaki bir adanın NATO’ya girmesinin Moskova’nın çıkarına olmayacağı aşikarken Rusya ile bu konunun neden ele alınmadığını anlamak zor. Rusya’nın KKTC’yi tanıma yolunda adımlar atması Rumlar ve Yunanistan lehinde görünen bütün uluslararası havayı Türkiye lehine çevirecektir. Moskova bu sayede NATO içindeki Türkiye-Yunanistan çatlağının derinleşerek devamını sağlamış olacak ve Batı ile yürüttüğü mücadelede Türkiye’nin mevcut çizgide kalmasını temin edecektir. Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının Batı’nın yanında Rusya’ya karşı tam bir düşmanlık politikası sürdürdüğü bu dönemde Rus dış politika elitinin gayet olumlu baktığı bu konuyu fırsata çeviremezsek yazık olur. Hasan Ünal