1979’da İran İslam Devrimi gerçekleştiğinden bugüne İran’ın iki büyük düşmanı var. Bunlardan biri “büyük şeytan” olarak adlandırdığı ABD diğeri ise "küçük şeytan" olarak adlandırdığı İsrail ve Siyonizm. 45 yıldan beri İran İsrail’e ve Siyonizm’e karşı bir mücadele vermektedir ve İsrail’in yaşam ve varlık hakkına karşı çıkmaktadır. Zaman zaman İsrail’i haritadan silmekle tehdit etmektedir. İsrail de İran’dan geri kalmamakta, hemen her fırsatta İran’ı tehdit etmektedir. Özellikle, Netanyahu hükümetleri döneminde İsrail’in bir numaralı gündem maddesi İran ve İran’ın nükleer programı olmuştur. Hemen her fırsatta Netanyahu ABD’yi İran’a bir müdahale için ikna etmeye çalışmıştır. Her defasında ABD bir bahaneyle bu ısrarı geçiştirmiştir.
Hamas'ın 7 Ekim’de Aksa Tufanı adını verdiği eyleminin ardından İsrail faturayı İran’a kesmek istemişse de Biden yönetimi İsrail’in bu hamlesini elde istihbarat yok gerekçesiyle engellemiştir. Geçtiğimiz Nisan ayında İran, Şam’daki konsolosluğuna yapılan İsrail saldırısına karşı misilleme hakkını kullandı. Füze saldırısının ardından İsrail’in de karşılık vermesi ve ardından İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin geçirmiş olduğu helikopter kazası ve ondan sonra İran’da seçim süreci derken cumhurbaşkanlığı yemin törenine katılan Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin İran’da Devrim Muhafızlarının misafirhanesinde İsrail tarafından suikasta uğramasının ardından Hasan Nasrallah'ın, Lübnan’da kale gibi korunan yeraltı sığınağında ABD’nin verdiği sığınak delici bombalarıyla İsrail tarafından öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu.
İsmail Haniye konusunda ağırdan alan İran, söz konusu Hasan Nasrallah olunca birkaç gün içinde hemen harekete geçerek İsrail’e yoğun bir balistik füze saldırısı düzenledi. Bu sefer Nisan ayından farklı olarak İran balistik füzelerle birlikte hipersonik füzeler de fırlatarak Demir Kubbe ve öteki hava savunma sistemlerini aşarak İsrail’deki hedefleri vurdu. Bunlardan birkaçının askeri üs olduğu söyleniyor ancak İsrail’de medyaya uygulanan sansür nedeniyle vurulan hedefler arasında askeri üslerin olup olmadığı henüz bilinmiyor.
Pezeşkiyan aldatıldı mı?
Saldırıdan önce İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın aldatıldık demesi yani İran’ın İsmail Haniye için misillemeden vazgeçmesi karşılığında ABD de Gazze’de ateşkes imzalanmasını sağlayacağına söz vermesi ancak bu sözü tutmaması Pezeşkiyan’ın ABD bize yalan söyledi, bizi aldattı açıklamasını yapmasına neden olmuş, bu açıklama hem İslam dünyasında hem de İran’da büyük bir tepki yaratmıştı. Anlaşıldığı üzere İran’la bir şekilde anlaşan ABD, İsrail’i de İran’ın misilleme yapmayacağı konusunda ikna etmişti; lakin İran’ın misillemesi ve özellikle misillemede hipersonik füzeleri kullanması İsrail’i de şaşırtmış durumda. Zira ne İsrail’in ne de ABD’nin elinde şu anda hipersonik füzeler yok. ABD hipersonik füze çalışmalarını başlatmış, ancak birkaç denemede başarısız olmuş, ardından bu çalışmaları Japonya ile birlikte ortak bir şekilde yapmaya başlamış ve hipersonik füze yapmayı başarmıştır. Fakat henüz test aşamasındadır. Şu anda stokta bulunmamaktadır. Hipersonik füze teknolojisine Rusya öncülük etmiş ve halen Rusya, Ukrayna cephesinde hipersonik füzeleri kullanmaktadır. Muhtemelen İran’ın kullanmış olduğu "Fettah-1" adı verilen hipersonik füze teknolojisi de Rusya’dan alınmışa benziyor. Benzer bir füzeyi geçtiğimiz haftalarda Yemen’deki Husiler, İsrail’e fırlatmıştı.
İran’ın nükleer tesisleri masada!
İran’ın misilleme saldırısının ardından İsrail Başbakanı Netanyahu da bir açıklama yaparak İran'a sert bir yanıt vereceklerini söylemiştir. İran ise yaptıkları misillemeye karşı İsrail’in yanıt vermesi halinde bu defa İsrail’in altyapısını vuracakları tehdidinde bulunmuştur. Şimdi, Netanyahu'nun önünde, masada İran'ın nükleer tesislerinin vurulması planı duruyor. Zira Netanyahu bilindiği üzere öteden beri İran’ın nükleer tesislerinin İsrail’e yönelik nasıl bir tehdit oluşturduğunu ve oluşturacağını defalarca anlatmış, bu konuda uluslararası her platformda bunu dile getirmiş ve nükleer programın bir sonuca ulaşmadan önce ortadan kaldırılmasını da savunan birisi. Bu nedenle birçok defa İranlı nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlar düzenlenmiş, nükleer tesislere siber saldırı yapılmış, dahası nükleer tesislerin İsrail Hava Kuvvetleri tarafından vurulmasına yönelik birçok plan hazırlanmış ve bu planların simülasyonları gerçekleştirilmiştir.
Şimdi, Netanyahu, İran’ın bu saldırısını bir fırsat olarak görüyor. Zira hem uluslararası camiada hem de ABD’nin nezdinde İsrail’in bu tesislere saldırması için meşru bir zemin de doğmuş durumda. Böylelikle, İsrail bir taşla birkaç kuş vurmuş olacak, hem misillemenin karşılığını vermiş olacak hem de İsrail’in bekasına yönelik en büyük tehdit olan İran'ın nükleer tehdidi ortadan kaldırılmış olacak.
Peki İran sanıldığı kadar yalnız mı?
Bu sorunun cevabını verebilmek için herhalde son birkaç yıldan beri yaşanan gelişmelere bakmak gerekir. ABD’nin uzun süreden beri uluslararası toplumdan izole etmek ve yalnızlaştırmak için büyük çaba sarfettiği İran aynı şekilde yalnızlaşmamak için büyük çaba sarf etmiş ve bu noktada Rusya ve Çin’le stratejik ortaklıklar kurmuştur. Çin'le hem enerji alanında hem de askeri alanda önemli ilişkiler geliştirmiş; en son Çin'le enerji alanında 400 milyar dolarlık bir anlaşma yapmıştır. Ukrayna Savaşı’yla birlikte Rusya’yla savunma alanında özel bir ilişki geliştiren İran, Rusya’ya kamikaze dronlar vermektedir. Rusya’nın da karşılık olarak İran savunma sanayisini güçlendirmeye yönelik adımlar attığı bilinmektedir. İran'ın Rusya ve Çin’le ortaklığı sadece askeri veya enerji alanında değil, aynı zamanda siyasi alanda da belirgindir. Özellikle temel felsefesi bölgesel ve küresel güvenlik olan Shanghai İşbirliği Örgütü’ne İran’ın tam üye olarak kabul edilmesi, ardından da G20’nin bir alternatifi olarak öne sürülen BRICS’e İran’ın tam üye olarak kabul edilmesi ABD’nin İran’ı yalnızlaştırma politikasının başarısız olduğunu göstermiştir.
ABD’den U dönüşü
Trump'ın aksine Biden yönetimi İran’ı kazanmaya yönelik bir takım adımlar da atmıştır. Örneğin mahkum takası ve bunun karşılığında İran’ın dondurulmuş paralarının serbest bırakılması, nükleer anlaşmanın yeniden müzakere edilmesi gibi bir takım gelişmeler dikkat çekmiştir. Özellikle son bir yıldan beri İsrail’in İran’a karşı saldırgan söylemine karşı ABD’nin daha ılımlı ve yatıştırıcı bir politika izlemesi ve bir şekilde İsrail-İran savaşının çıkmasını engellemesi, ABD’nin bir şekilde İran’ı farklı gördüğünün bir göstergesi olmuştur.
20 yıl boyunca Afganistan’da terörle mücadele kapsamında savaştığı Taliban örgütüyle aniden bir barış anlaşması imzalayarak Afganistan’da trilyonlarca dolar harcayarak inşa ettiği Afganistan devletini ve ona bağlı 300 bin kişilik Afgan ordusunu bir gecede çöpe atması ve Afganistan’ı altın tepside Taliban'a vermesi ABD’nin politikalarında 360 derece nasıl döndüğünü göstermektedir. Benzer şekilde Trump’ın Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'la geliştirmiş olduğu ilişki sonucu Kuzey Kore'nin bazı nükleer tesislerini kapatması, ABD’nin politikalarındaki zaman zaman keskin U dönüşlerini göstermesi bakımından önemlidir.
İsrail'in Hasan Nasrallah’ın öldürülmesinden sonra Lübnan’a başlattığı sınırlı kara harekatında ise beklenen oldu ve İsrail ordusu kayıp vermeye başladı. Hasan Nasrallah ile birlikte Hizbullah’ın çöktüğü görüşü de sahada anlamını yitirdi. İsrail'in kara harekatıyla birlikte Gazze ve öteki cephelerde de mücadeleyi sürdüreceğini duyurması, bunun yanında kalan yedek askerleri de göreve çağırması İsrail için çetin bir sürecin başladığı anlamına gelmektedir. Bir taraftan Gazze’de, bir taraftan Lübnan’da operasyon düzenlemeye çalışması, öbür tarafta ise İran’la karşılıklı restleşmeler İsrail’in korumaya çalıştığı bekasını tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle Netanyahu daha en başından beri bu savaşı ABD’nin savaşı yapmaya gayret etmektedir. Her şey 5 kasıma kadar devam edecek. Netanyahu, bunu çok iyi biliyor ama Amerikalı vergi mükellefleri paralarının Ukrayna ve İsrail’de çarçur edildiğini bilmiyorlar.