Dış politikada askeri gücün önemi
Barış Doster
Devletler, dış politikada neyi istedikleri kadar neyi istemedikleriyle, neyi hedefledikleri kadar neyi engellemeye çalıştıklarıyla da dikkat çekerler. Bu nedenle dış politika konuşulduğunda, kaçınılmaz olarak güç devreye girer, yaptırım kabiliyeti öne çıkar, devletlerin sahip oldukları güç unsurlarının (siyasi, iktisadi, askeri, yumuşak güç) hacmi konuşulur. Gücün klasik, geleneksel unsurları kapsamında askeri güç ele alındığında, savunma bütçesi, asker sayısı, uçak gemisi sayısı, nükleer başlıklı denizaltı sayısı, uçak, tank, füze sayısı hemen akla gelir. Siyasi güç kapsamında, liderlik kabiliyeti de çok önemlidir elbette.
Dış politika hedeflerine ulaşmak için silahlı güç, devletler tarafından çok sık, çok yaygın olarak kullanılır. Silahlı çatışmanın, savaşın, saldırının, işgalin ne kadar süreceği, ne şiddette olacağı, ne tür silahlar kullanılacağı, ne genişlikte bir alana yayılacağı gibi sorular, askerler tarafından ayrıntılı olarak düşünülüp planlansa bile cephede yaşanan gerçek genellikle farklıdır. Türkçemizdeki güzel deyimle, evdeki hesap çarşıya uymaz. Gelişmeleri; savaşın, çatışmanın seyri belirler. Sahadaki gelişmeler, müzakere masasını doğrudan etkiler. Rusya - Ukrayna savaşında da geçerlidir bu durum; İsrail’in Gazze’deki saldırılarında ve barbarlığında da. Kısacası, masada yapılan planlarla, cephedeki gerçeklik her zaman uyumlu olmaz. Nadiren uyumlu olur.
Büyük güçlerin doğrudan birbirleriyle savaşmak yerine, vekil güçleri kullandıkları, bu vekil güçlerin de bazen bir başka devlet, bazen özel askeri şirket, bazen de terör örgütleri olduğu bilinir. O nedenle dünyadaki savaşlara, silahlı çatışmalara, askeri üslere bu gözle de bakmak gerekir.
Uluslararası ilişkilerde akla gelen ilk konular, doğal ve kaçınılmaz olarak hep savaşlar, çatışmalar, gerilimler, bunalımlardır. Bunların da temel sebebi, devletlerin egemenliğine ve güvenliğine ilişkindir. Uluslararası ilişkilerde güvenlik, sadece coğrafya, askeri güç, istihbaratla ilgili değildir. Aynı zamanda güvenlik ve kimlik konuları iç içe geçmiştir. Uluslararası ilişkiler; doğası gereği dengesizliğin, eşitsizliğin, istikrarsızlığın, güvensizliğin çok yoğun olduğu bir alandır.
Büyük güçler, her zaman kendi bütünlüklerine yönelik potansiyel tehditlere karşı duyarlıdırlar. Bu duyarlılık, dış politikanın, uluslararası ilişkilerin, jeopolitiğin temel bir kuralıdır. Her güç duyarlıdır, hatta endişelidir. Fakat büyük güçler, duyarlı olmanın ötesinde tepki verirler, önlem alırlar. Küçük ölçekli güçler, bunları yapamazlar. Orta büyüklükteki güçler ise olaya göre, sorunun çapına göre, muhatabın veya hasmın gücüne göre tepki verirler veya veremezler.
Büyük güçler, askeri olarak girdikleri bir bölgeden, ülkeden kolay kolay çıkmazlar, çıkmak zorunda kalınca da ya yakıp yıkarak çıkarlar veya gelecekte tekrar geri gelmelerine neden olacak, zemin yaratacak sorunlar bırakarak çıkarlar. Bu nedenle bir sorunun çözümsüz kalması, büyük güçleri genelde memnun eder. Sorunun iki devleti ilgilendiren bir sorun olmaktan çıkması, bölgesel, küresel boyut kazanması, çözümsüz hale gelmesi, sorunun çapına ve taraflarına koşut olarak büyük gücün çıkarına olabilir. Çünkü çözüm zorlaştıkça büyük gücün müdahalesi gerekir.
Bu da büyük gücün, sorunun birincil tarafları üzerindeki etkisinin devamını sağlar.
Barış Doster
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN