Dünyada hiçbir büyük güç yok ki Ortadoğu’ya hükmetmeden dünyaya hükmetsin. Osmanlı İmparatorluğu ne zaman ki Orta Doğu’yu kaybetti dünya gücü olma vasfını da kaybetti. Bu nedenle büyük güçler tarih boyunca Orta Doğu’ya hakim olmak için büyük mücadeleler vermiş, aralarında savaşmıştır. Tarih boyunca bu topraklarda savaş hiçbir zaman eksik olmamıştır. Belki de bu nedenle semavi dinler bu bölgede çıkmıştır.

Birinci Dünya Savaşı İngiliz imparatorluğunu Orta Doğu’nun yeni gücü yapmıştır. 1918 sonrası Orta Doğu, İngiltere tarafından yeniden dizayn edilerek bugünkü şeklini almıştır. Örneğin, İngilizler, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra  Suud ailesine yardım ederek 23 Eylül 1932 de Suudi Arabistan krallığını kurmalarını sağlamış, benzer şekilde  Ürdün, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1946’ya  kadar İngiliz mandası olarak hayatına devam ederken 1946’da yani İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Bahreyn, Katar ve daha sonra Birleşik Arap Emirlikleri de İngilizler sayesinde bağımsız devletler olarak ortaya çıkmıştır. 1899’dan 1961’e İngiliz himayesinde olan Kuveyt de bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmıştı. Sadece bu ülkeler mi? Hayır. İsrail de 1948’de kuruluşuna giden süreç yani Filistin topraklarındaki işgalin başlangıcı yine İngilizlere dayanıyordu. Filistin’i yahudilere yurt olarak gösteren yine İngilizlerdi.

Örnekler artırılabilir ancak İngiltere sadece devletlerin kurulmasını sağlamamış aynı zamanda Orta Doğu’daki “yönetici seçkinleri” dönüştürmüştür. Bu dönüşüm bizzat İngiliz eğitim kurumları ve İngilizlerle yapılan evliliklerle olmuştur. Bugün, Orta Doğu’daki bir çok hanedanlık mensubu İngiltere’deki okullardan mezundur ve bazılarının annesi ya da büyükanneleri İngiliz kökenlidir. Dahası geldikleri kabilelerinin geleneğinden çok iyi  bir “İngiliz beyefendisinin çizgilerini yansıtan hayatları dikkat çekicidir. Melon şapka ve frakla at yarışı izleyen hanedanlık mensupları magazin dünyasında meşhurdur. Kendilerinin Arap olmalarına rağmen tüm yaşantıları İngiliz kültürü üzerine bina edilmiş bu yönetici seçkinlerin oluşturduğu Orta Doğu’dan ne bir uyanış ne de bir diriliş beklemek lazım. Eğer halklar bir şeyler yapabilirse yapacaklar yoksa bu sözde aristokratların yerinden kıpırdayacağı yok. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası özellikle Soğuk Savaş döneminin başlaması ve esas mücadelenin ABD ve Sovyetler Birliği arasında olması İngiltere’yi de ister istemez bir dünya gücü olarak geride bırakmış ve İngiltere, Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın bir çok bölgesinde eskisi kadar etkili olamamıştır. Her ne kadar İngiltere siyasi gücünü kaybetse de entelektüel açıdan halen bölgedeki kraliyet aileleri üzerinde büyük etkisi var. Her şeyden önce bu aileler kendilerine bir devlet veren İngiltere’ye müteşekkirlerdir ve minnet borçları vardır. Ama soğuk savaş ikliminde ise bu ülkeleri ABD korumuştur, bugün de korumaktadır.  Çok uzağa gitmeye gerek yok. Trump Başkanken  Arap liderlerini bir kürenin etrafına toplayarak zorla İbrahim anlaşmalarını imzalattığını unutmamak lazım. Kralları ve Emirleri tehdit ederek, ABD’nin koruması  olmasa bir haftadan fazla  tahtta oturamayacaklarını söylemesi aslında Orta Doğu’nun makûs kaderini gözler önüne sermektedir.

O halde, İngiltere, Orta Doğu’nun annesi ise ABD de babasıdır dersek yanılmış omayız. Bu nedenle ne Gazze konusunda ne de Lübnan konusunda  bu ülkelerden ABD ve İngiltere’nin ötesinde bir çıkış veya tavır beklememek gerekir. Eğer Lübnan, Fransa tesirinde değil de İngiliz tesirinde bir ülke olsaydı yakın tarihinde yaşadığı hiç bir badireyi yaşamaz, bugün de İsrail topraklarına giremezdi.

100 yıl önce İngiltere elinde kalem, cetvel ve pergel ile harita üzerinde bu devletleri kurdu ve sınırlarını belirledi. Bugün dahi modern Orta Doğu halen İngiltere’nin oluşturduğu biçimde hayatına devam ediyor. ABD, ise artık İngiltere’nin Orta Doğu’sunda değil ABD’nin Orta Doğu’sunda bulunmak istiyor. Tüm mücadele bunun için…