59 günden beri İsrail’in Gazze’deki savaş adını verdiği toplu katliam devam ediyor. Tüm medeni ve sözde demokrat dünya, sözde hukuk devletleri olanı biteni sakin bir şekilde seyrediyor, arada bir de İsrail’in kendini savunma hakkı var diye mırıldanıyorlar. Oysa Gazze’de bir halk yok oluyor, bir şehir haritadan siliniyor, kısacası insanlık, hukuk ve demokrasi ölüyor. Öyle ya demokrasi, hukuk, insan hakları kendilerini medeni olarak adlandıran ama aynı zamanda emperyalist güçlerin beyaz insanlarına aitti. Senatör John McCain bir defasında "Değerlerimiz çıkarlarımız, çıkarlarımız değerlerimizdir" dememiş miydi? Ne de güzel özetlemişti Amerikan dış politikasını. 7 Ekimde saldırıların hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan taraflara itidal çağrısında bulunarak, İsrail  Cumhurbaşkanı Herzog ile bir telefon görüşmesi yaparak konuyla ilgili bilgi aldı. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan rehinelerin serbest bırakılması için başta Hamas olmak üzere Katar nezdinde girişimlerde bulundu. Bu arada dünya liderleriyle de telefon diplomasisi başlattı. Cumhurbaşkanı, vakit kaybetmeden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı süreçte öne çıkan bölge ülkelerinin başkentlerine göndererek mekik diplomasisini başlattı.  Türkiye, meselenin bölgesel bir çatışmaya dönüşmemesi için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bir başka deyişle, Türkiye, başta rehinelerin salıverilmesi olmak üzere bölgede hızla bir sükûnetin sağlanması adına diplomasiye ağırlık vermişti. İsrail, ilk şoku atlattıktan sonra Netanyahu yönetimi saldırılara karşı ağır bir misilleme de bulunacaklarını söyledi ve bu saldırıları bir şekilde İran ile ilişkilendirdi. Netanyahu, 7 Ekim saldırılarını İsrail’in 11 Eylül olarak adlandırması, Hamas’ı DEAŞ’tan daha tehlikeli bir “terör örgütü” olarak tanımlaması ve ardından ABD’nin Doğu Akdeniz’e iki uçak gemisi filosu göndermesi  bir anda İsrail’e yapılan saldırıların bölgesel ölçekli bir çatışmaya dönüşme riskini de beraberinde getirdi. Türkiye’nin başından beri korktuğu senaryo gerçek olmak üzereydi. Netanyahu göre gelmesinden bu tarafa gündeminde hep İran olmuştu ve her dönemde mesaisini görevdeki ABD Başkanını İran’a bir operasyon için ikna etekle geçirmişti. Bu defa Netanyahu “talihin kendisine güldüğünü düşünüyordu.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin doğu Akdeniz’e ve bölgeye askeri yığınak yapmasını ve iki uçak gemisini bölgeye göndermesini bölgede çatışmanın daha da yoğunlaşması ve bölgede yayılmasını tetikleyeceği gerekçesiyle eleştirdi. ABD’nin bu hamlesini benzine yangınla gitmek şeklinde nitelendirdi. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bölgede meselenin ana nedenini Filistinlilere söz verilen başkenti Doğu Kudüs olan, 1967 sınırlarını temel alan iki devletli çözümün yerine getirilmemesi ve  Filistinlilerin temel hak ve çıkarlarının korunamaması veya ihlal edilmesi ve bugüne kadar Filistin halkının yok sayılması, devletlerinin yok sayılması olarak göstermiştir. Türkiye, saldırıların başından itibaren tamamıyla meselenin diplomatik ve siyasi olarak çözülmesi gerektiğinin hep altını çizmiştir. 7 Ekim saldırılarının sonucunda İsrail’de sivil ve askeri kayıpların yanında aynı zamanda Hamas tarafından 240 sivil ve asker rehine de beraberinde Gazze’ye götürülmüştü. Dolayısıyla, ortaya bir de rehine sorunu çıkmış oluyordu. Türkiye, bu noktada derhal devreye girdi ve Hamas’tan rehinelerin bir an önce bırakılması yönünde hareket etmesini istedi. Rehine diplomasisinde öne çıkan ülke Katar’dı. Türkiye, Katar‘la rehine diplomasisi konusunda dirsek temasını artırdı. Aynı zamanda Hamas siyasi liderliği nezdinde de rehineler konusunda bir an önce harekete geçilmesi konusunda çaba sarf etti. Son rehine takasında Hamas tarafından salıverilen Taylandlı rehineler için Tayland hükümeti Türkiye’ye teşekkür ederek Taylandlı rehinelerin serbest bırakılmasında Türkiye’nin oynadığı rolü göstermiştir. Ancak İsrail, inanılmaz bir dezenformasyon yaparak Taylandlı rehinler için İran’ın devreye girdiği yalanını yayarak Türkiye’nin arabuluculuğunu örtmeye çalışmıştır. Ancak Hamas tarafından yapılan resmî açıklamada; "Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çabalarına yanıt olarak İslami Direniş Hareketi Hamas, Gazze Şeridi'ndeki Taylandlı tutukluların serbest bırakılmasını tamamladı" denilerek İsrail’in yalanını hem ifşa etti hem de başından beri Türkiye’nin rehine konusunda masada olmasını istemeyen Netanyahu hükümetine karşı da bir hamle oldu. Tüm bu süreç içinde tek somut barış planı Türkiye tarafından gündeme  getirildi. Bu barış planının en önemli özelliği yapılacak barışı koruyacak bir garantörlük mekanizmasını da beraberinde getiriyor olmasıydı. Türkiye’nin bu planını başta Rusya, İran ve Çin, üzerinde müzakere edilebilir bulmuştur. Bu barış planı hakkında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından Kahire’de düzenlenen Uluslararası Filistin Konferansı'nda katılan  liderlere de bilgi verilmiştir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan da ilerleyen günlerde bir Uluslararası Barış Konferansı düzenlenmesi gerektiğine vurguda bulunarak Türkiye’nin bu noktada sorumluluğu üstüne alarak ortak  bir barış konferansı hazırlığı içerisine girmiştir. Bu konferansın hazırlığının halen sürmekte olduğu da dile getirilmiştir. Özetle Türkiye’nin Gazze diplomasisi şu aşamaları içermektedir: 1 Ateşkes ilan edilmesi 2 Ablukanın kaldırılması, insani koridorların açılması 3 Rehinelerin serbest bırakılması 4 Kalıcı bir barışın tesis edilmesi 5 Gazze’nin yeniden imarı 6 Gazze katliamından sorumlu olan İsrailli yetkililerin Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanması 7 İki devletli çözümün hayata geçirilmesi. (Orta vadede,  1967 sınırları temel alınarak başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, bir başka değişle iki devletli çözümün hayata geçirilmesi) Sonuç olarak, rehine takası ile ilgili insani ara adı verilen geçici ateşkes geçtiğimiz günlerde sona erdi. Hamas’ın istemesine rağmen İsrail ateşkesi daha fazla uzatmadı. ABD ise yaptığı açıklamada kalıcı bir ateşkesi istemediklerini böyle bir durumun Hamas’ın işine yarayacağını söyledi. Meselenin insani boyutunu dahi görmedi.16 bin insan hayatını kaybetmiş durumda ve ABD için bu hayatların hiçbir değeri yok. Dışişleri Bakanı Blinken’ın savaştan sonra sivillerin Gazze’nin kuzeyine dönebileceğini söylemesi adeta insanların akıllarıyla alay etmekten başka bir şey değildi. Kuzeyde ne kaldı ki siviller oraya dönsün. Evlerini yerle bir ettikten sonra siviller enkazda mı yaşasın, bunu mu layık görüyorlar? İşte, ABD’nin mizah anlayışı bu… Barış Adıbelli