Türkiye’nin BRICS’e üyelik başvurusunda bulunduğuna dair haberlerle birlikte konu tartışılmaya daha doğrusu eleştiri yağmuruna tutulmaya başlandı. Batıcılar bazen Atatürk referansını da kullanarak Türkiye’nin yerinin Batı, NATO ve Atlantik sistemi olduğunu/olması gerektiğini, dolayısıyla BRICS üyeliğinin NATO ve Atlantik sisteminden uzaklaşmak anlamına geleceğini söyleyerek eleştiriye başladılar.  

Ana muhalefet partisinin de zaman zaman pek doğru olmayan değerlendirmelerle katıldığı tartışmada, BRICS üyelerinin kişi başına düşen milli gelirinin 4.500 Dolar civarında olduğunu, buna karşılık Avrupa Birliği’nde bu rakamın 35-40.000 doların üzerinde bulunduğunu söyleyerek yerimizin neresi olduğunu tartışmaya gerek bile olmadığını anlatmaya çalışanlar bile söz konusu. Sanki Türkiye kendisine açılan AB kapılarını tekmeleyip çıkmış gibi… Aynı gruplara göre, BRICS ülkelerinin hepsi de totaliter rejimlerle yönetiliyor ve Türkiye’nin demokrasisinin gelişmesine hiçbir katkıları olmayacağı gibi tam tersine ülkemizde de totaliter anlayışın kök salmasına sebep olabilir. 

Mesele bu kadar basit mi?   

BRICS üyeliğinin neden böyle bir çerçevede tartışmaya açıldığını anlamak zor; çünkü Türkiye, NATO üyeliğinin yanında pek çok başka uluslararası kuruluşa zaten üye. Örneğin yakın zamanda kurulan ama geçmişi Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasına uzanan TDO veya TDT (Türk Devletleri Teşkilatı) bunlardan birisi. Buna verilecek cevap ‘evet ama burada Batı karşıtı özellikle de Batı düşmanı hiçbir ülke yok dolayısıyla kimse buna itiraz etmiyor’ ise 1985 yılında Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasını müteakiben Orta Asya Türk Devletleri’nin da dahil olduğu Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na ne demeli?

Üç kurucudan birisi olan İran Batı’nın dostu ve müttefiki değil herhalde… Üstelik bu örgütün merkezi halen İran’da ve bazı kısımları Türkiye ve Pakistan’da bulunuyor. Ayrıca Türkiye İslam Konferansı Teşkilatı’ndan evrilerek oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da üyesi ve İran burada da var. Bu örgütte ABD ve Batı’nın zaman zaman sevmediği ve hatta rejimlerini değiştirme iddiasıyla işgal ettiği ve halen işgal altında tuttuğu İslam ülkeleri de yer alıyor. Veya Ömer El Beşir zamanındaki Sudan örneğinde olduğu gibi yine Amerika ve Batı’nın düşman addettiği ülkeler/devletler bulunabiliyor.

BRICS neden farklı kabul ediliyor? 

BRICS ile ilgili karın ağrılarının en büyük kısmı, burada Çin ve Rusya gibi Batı’nın tek kutupluluk iddiasına/çabasına kafa tutan ülkeler olması, tek kutuplu dünya düzeninden rahatsız olan çok sayıda devletin bir anda burada toplanmak üzere harekete geçmesi ve özellikle BRICS içinde Amerikan doları ve avronun uluslararası ticarette kullanımına alternatif(ler) geliştirilmeye çalışılması… Ve bütün bu gidişatın çok kutupluluğun iyice yerleşmeye başladığı bir dönemde meydana geliyor olması Amerika ve Avrupa’yı rahatsız ediyor.

Batı’nın parçalarını oluşturan bazı ülkelerin NATO veya AB dışında başka uluslararası örgütlere üye oldukları gerçeği bir yana, Türkiye’nin çok kutuplu bir dünyada kendi jeopolitik mecburiyetlerini görmek istememeleri ciddi bir sorun. Örneğin Türkiye’yi üye yapmamak için kırk dereden su getiren AB’nin itirazlarına/eleştirilerine ne demeli? Türkiye AB ile müzakere eden bir ülkeymiş ve AB’nin değerlerine saygı göstermek zorundaymış.

Ukrayna savaşı ile birlikte ifade özgürlüğü, hür basın/medya ve temel özgürlüklerin çoğunu anında devre dışı bırakıp çok kanallı/çok gazeteli ama tek sesli hale geldiğinin bir tek kendisi farkında değil AB’nin. Dahası, Gazze’de artık her gören gözün, özellikle uluslararası soykırım hukuku uzmanlarının büyük bir bölümünün soykırım olarak gördüğü katliamlar karşısında İsrail’in savunma hakkından dem vuran bir Avrupa Birliği ve var olduğunu iddia ettiği değerleri…

Bir de Batılı ülkelerden daha Batıcıların Türkiye’deki çırpınmaları… Demokrasi-totaliter rejimler tartışmasında söylenecek tek söz var: Türkiye’deki kutsal demokrasi mücadelesinin katili Avrupa Birliği ve Amerika’dır. Sadece kumpas davaları yıllarını hatırlamak yeterli. Bütün davaların kurmaca ve sahte belgeler üzerine inşa edildiği ortadayken AB yetkilileri veya Amerika canhıraş bir şekilde gelip ‘yapamazsınız, hukuk devleti ortadan kalkıyor’ mu demişti yoksa ‘tamam yanlışlar var ama sonuçta Türkiye bağırsaklarını temizliyor’ anlamına gelen laflar mı etmişti?

Veya Brüksel’in, müzakere süreci diye yutturulan dönemde AB mevzuatı ile alakası olmayan Kıbrıs/Ege sorunları başta olmak üzere netameli konuları veya PKK’nın taleplerini tercüme ederek Ankara’nın önüne koyduğu belgeleri unuttuk mu? Türkiye’den PKK ve siyasal Kürtçülük adına istenenler eski Doğu Avrupa ülkelerinden (Bulgaristan, Slovakya, Romanya vd.) talep edilseydi hepsinin federasyona dönüşmeleri lazım gelirdi. 

Kısacası konuyu Batının ve bilhassa Türkiye’deki Batıcıların eleştirileri doğrultusunda ele almak ve Atatürk’ün Batıcı gibi sunulmasını kabul etmek mümkün değil. Atatürk Batılılaşma daha doğrusu modernleşme yanlısıydı ama asla Batıcı değildi. Ve çok kutuplu dünyada (1923-1938) bunun bütün imkân ve fırsatlarından ulusal çıkar açısından yararlanmayı asla ihmal etmemişti. Şimdilerde Türkiye de aynısını yapmalı ve aynı anda çok sayıda topla oynamayı başaran (jonglör – juggler) aktör olmalıdır. BRICS bunun başlangıcı olur ve orada hem ekonomik/ticari/finansal işbirliği yapacak ortaklar bulur hem de kendi meselelerini anlatırken Batı’nın sağır ve kör rolünü oynadığı tiyatronun aksine dertlerini/sorunlarını oldukça geniş bir uluslararası topluma samimi olarak anlatma fırsatı bulabilir. Tam yol ileri…  

 Prof. Dr. Hasan Ünal