27 Kasım'da Suriye’de başlayan süreç, geçtiğimiz Pazar günü muhaliflerin Şam’ı ele geçirmeleri ve ardından da geçiş hükumetinin kurulmasıyla farklı bir boyuta geçti. Muhammet el Beşar Suriye'de yeni hükümetin başbakanı oldu. Ebu Muhammet Golani (Colani) veya gerçek ismi ile Ahmet el Şara da Savunma Bakanlığı görevini üstlendi.

Bundan sonraki süreç Suriye'nin hızlı bir şekilde istikrara ve güvenliğe kavuşturulması, dönüşümün sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi ve ülkenin tamamında kontrolün sağlanması ve her şeyden önemlisi bundan sonraki sürecin bir yol haritasını çıkarılması olmalıdır.

Suriye'de şu anda en önemli konulardan birisi  geçiş hükumetinin kalıcı bir hükümete dönüşmesi, reformların ağırdan alınması veya güvenlik gerekçesiyle askıya alınması, yeni anayasanın hazırlanmasının uzaması veya uzatılması durumudur. Geçici durum kalıcı bir duruma dönüşür ve ülkede demokrasi ve adalet sağlanamazsa muhaliflerin kuracağı hükümet hızlı bir şekilde halkın nezdinde kredisini kaybedebilir.

Yeni hükümetin önündeki en büyük zorluklardan birisi de 61 yıldır baskı altında yaşayan bir halka demokrasi ve çoğulcu siyaseti öğretmektir. Zira bu halk 61 yıldan beri baskı ve zulümden başka bir şey yaşamamıştır. Siyaset adına Baas Partisi’nin siyasetini desteklemekten, partiye üye olmaktan ve  ona sadık kalmaktan başka bir gerçeği görmemişlerdir.

Her şeyden daha önemlisi muhaliflerin ya da geçiş hükümetinin önündeki en zorlu süreçlerin bir diğeri ise Suriye'de bir ulus inşasıdır. Ulus inşasının temelini kimlik inşası oluşturacaktır. Etnik ve mezhepsel ayrılıklar bir tarafa bırakılarak herkesin anayasal güvence altında Suriye vatandaşlığını benimsemesi sağlanacaktır. Şimdilik muhalifler, söylem ve eylemleriyle ayrımcı değil bütünleştirici bir siyaset izledikleri görülmektedir. Herkesi kucaklayacak bir yönetimin, bir hükümetin, bir sistemin oluşturulması adına çalıştıklarına söylemektedirler. Bu bağlamda da Esat rejiminin başbakanıyla görev devri konusunda oldukça makul barışçıl bir müzakere süreci yürütmektedirler.

Beşar Esat'ın Moskova'ya sığınmasının ardından ortaya çıkan yeni jeopolitik duruma bakıldığında özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2254 sayılı kararı da dikkate alındığında Suriye'nin toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesi gerekiyor. Ancak mevcut durum  Fırat Nehrinin resmen Suriye'yi ikiye bölen de-facto ( fiili) bir sınır çizgisine dönüşmüş olmasıdır. ABD ve sözde müttefikleri olan ve Türkiye'nin terör örgütleri olarak kabul ettiği Suriye Demokratik Güçleri yani YPG-PYD  Fırat'ın doğusundaki alanı kontrol etmektedir. Her ne kadar Suriye Milli Ordusu, Türkiye sınırına yakın mevzilerdeki terör örgütünü buradan söküp atsa da bu ABD'nin Fırat'ın doğusunu kontrol ettiği ve terör örgütlerinin bulunmaya devam ettiği gerçeğini değiştirmemektedir.

Pentagon, ABD'nin buradan askerlerini çekmeyeceğini burada kalmaya devam edeceğini açıkladı. Biden’ın  ulusal güvenlik danışmanı Sullivan da IŞİD'in yeniden sahaya çıkma olasılığına karşı Kürtlerle ( YPG ve PYD) ile işbirliği yapacaklarını söyledi. Trump ise bu bizim savaşımız değil akışına bırakın dediği Suriye aslında Fırat'ın batısında olan topraklardaki Suriye'dir. Yoksa Trump'ın Fırat'ın doğusuyla ilgili herhangi bir açıklaması yoktur. Zaten bu açıklamanın hemen ardından da Pentagon'un Fırat'ın doğusundan çekilmeyeceğini ABD'nin  orada kalacağını söylemesi de manidardır.

Şimdi Amerikan haber kanalları yeni kurulan geçiş hükümetini üstü kapalı eleştirmeye başladılar. Eleştirilerden bir tanesi Suriye'deki Kürtlerin de ( YPG-PYD kastediliyor)  iktidarın ve hükümetin bir parçası olması gerektiği hususunun altını çizip duruyorlar ve bu süreçte yer alamamalarının nedeni olarak da Türkiye gösteriliyor. Muhtemelen yine Trump göreve gelince bu mesele Türkiye'yle Trump'ı bir şekilde karşı karşıya getirecek.

Son birkaç günden beri dikkat çeken bir gelişme ise İsrail'in Esad'ın hemen devrilmesinin ardından Suriye'de belirli hedefleri vurmasıdır. İsrail basınına göre İsrail ordusu, isyancıların eline geçmeden Esad'ın ölümcül cephaneliklerini imha ediyor…İsrail Ordusu bu operasyonda Esad rejiminin ardından "düşman güçlerin" eline geçebileceğinden korktuğu silahları yok ediyor deniliyor. Peki kim bu düşman güçler? Kim kastediliyor? Bu sorulara cevap yok. İsrail aklı sıra herkese gözdağı veriyor ama bu silahlar gerçekten işe yarasaydı Esad’ı kurtarırdı, bu da bir gerçek.

Özellikle, İsrail, hava savunma sistemlerinin olduğu bölgeleri ve kitle imha silahlarının yapılmasında kullanılabilecek fabrikaları vuruyor, en son dün Şam'da bir kimya fabrikasını vurdu. İsrail ordu radyosu Esat rejiminin silahlarının %70’inin imha edildiğini duyurdu. Lakin iddiaların ve haberlerin sonu gelmiyor İsrail güçlerinin Şam’a 25 km uzaklıkta olduğu da iddia edildi.

Açıkça, İsrail kendince  muhaliflerin iktidara geldikten sonra Esad rejiminin bıraktığı silahlarla daha güçlü hale gelmelerini engelleme adına bir önleyici operasyon yapıyor ve bunda da kısmen başarılı olduğu söyleniyor. Hatırlanacağı üzere benzer bir stratejiyi ABD, 1979'da İran’da   İslam devriminden sonra orta Doğu'nun en önemli askeri gücü olan Şah’tan kalan askeri gücü yok etmek için Irak'ı bir şekilde İran'la yıllarca savaştırmıştı ve İran’ın elinde Şah döneminden ABD'nin vermiş olduğu silahlardan hiçbiri kalmadı.

Aslında,  İsrail'in Suriye sahasında görünürlüğü yeni değildir. 7 Ekim'den önce de İsrail Suriye'de hedefleri vuruyordu. 7 Ekim'den sonra daha belirgin bir şekilde Suriye'deki hedefleri vurduğu gibi başkent Şam'daki hedefler, havalimanları, konsolosluk binaları gibi yine Hama gibi Halep gibi bölgelerdeki havaalanlarına yönelik hava operasyonları düzenlemeye devam etti ve Esat rejimi ne buna karşı koydu ne bu operasyonları herhangi bir uluslararası örgüt nezdinde kınadı

Sonuç olarak muhaliflerin ve yeni geçiş hükümetinin en büyük düşmanı aslında  muhaliflerin gölgesinde saklanan ve hareket eden kimi unsurlar hatta  bunların içinde muhtemelen Esat rejiminin artıkları da bulunmaktadır. Bu gölgedekiler yeni Suriye’nin ve Suriye halkının düşmanıdır. Muhtemelen sinsice hareket edecekler…