Suriye ile uzlaşma ve barış: Bu defa ümitvar olmalı mıyız?
Hasan Ünal
Suriye ile aramızda esen soğuk rüzgarlar çoktan sona erdi. Son yıllarda özellikle de 2022 yılının ikinci yarısından bu yana siyasi hava ılımlı ama uzlaşma bir türlü sağlanamadı. Devletler arasında bozulan ilişkilerin onarılması, kaybolan güven ve ortaya çıkan birçok olumsuzluktan dolayı pek kolay/hızlı olmayabilir; ancak kabul etmek gerekir ki, Türkiye kısa sürede kırıp döktüğü dış politikasını kısa sürede onarmayı da başaran bir devlet.
Aşırı derecede hatta vıcık vıcık denilecek şekil ve içerikte Batıcı bir dış politikayla başlayan serüven özellikle 2011 yılı başlarında Arap Baharı ile ideolojik bir boyut kazanırken Türkiye, komşularıyla uzun çabaların ardından elde ettiği olumlu ilişkileri adeta bir gecede çöp tenekesine atıvermişti.
Mısır’la ilişkilerde başlayan ideolojik içerikli dış politika Orta Doğu’ya ‘demokrasi götürme’ iddiasıyla tam gaz uygulanırken her nedense krallıklara pek dokunmadı; ama hep Suriye gibi seküler rejimlerle yönetilen Arap ülkelerini hedef aldı. Fakat ilginçtir ki, sonuçta hem Suriye gibi seküler ülkeler hem de başlangıçta Suriye’ye karşı işbirliği yaptığımız Körfez ülkeleri özellikle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve 2013 ortalarından itibaren Mısır da dahil olmak üzere bölgede neredeyse herkesle kavgalı hale gelmeyi başarmıştık(!). İsrail ile ilişkileri ise zaten 2009’da koparmıştık.
Rusya’nın Suriye-Türkiye sınır bölgesindeki savaş uçağını düşürmemiz (2105 Kasım) ile başlayan şiddetli gerilim silahlı çatışmaya dönüşmemişti; ama bölgede sorunlu ilişkiler içinde bulunduğumuz ülke sayısını ve işin ciddiyetini artırmıştı. Bu arada Suriye’de tam tersine amaçlarla hareket ettiğimiz İran ile ilişkilerimiz de epeyce kavgalı hale gelmişti. Ve bütün bunları kısa sürede ve bütün bu ülkelerde sünni, İslami daha doğrusu İhvancı iktidarların iş başına geleceği varsayımıyla yapmıştık. Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hemen hemen hiç hizmet etmeyen bu politikalarda ısrar etmenin olağanüstü bir maliyeti olduğu açıktı; ama buna rağmen suyun akışını tersine çevirmeye çalışarak enerjimizi ve kaynaklarımızı boşa harcamıştık.
İşin ilginç yanı, bu ülkelerle ilişkileri toparlama konusunda karar verdikten kısa süre sonra sonuç almayı başarabilmiştik. Örneğin 2020 yılı sonlarında başlayan diyalog arayışları 2021 yılı içerisinde BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesini sağlarken, Mısır ve İsrail ile kapalı kapıların açılmasını mümkün kılmış ve kısa bir süre içerisinde önce Tel Aviv sonra da Kahire ile normalleşme sağlanmıştı. Fakat 2022 yılının ağustos ayında Putin’le Soçi’de yaptığı görüşmenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye ile de ilişkileri normalleştirmek gerektiğine dair mesajlarına rağmen Şam ile kapalı duran kapıların açıldığını göremedik.
Oysa belki de önceki yanlış politikanın düzeltilmesi gereken en önemli ayağı Suriye idi. Sığınmacıların geri gönderilebilmesi ve PKK/PYD terörüne karşı ortak hareket edilebilmesi Suriye ile normalleşme ve işbirliğinden geçiyordu. Erdoğan’ın önce Soçi’de sonra da değişik vesilelerle verdiği normalleşme mesajları bürokrasinin – özellikle dışişleri – çarklarında yavaşlatılıp sulandırılırken seçim atmosferine girilmesi konuyu gündemden düşürdü. Suriye tarafı da hükümetin değişeceği beklentisiyle fazlaca istekli görünmedi. Bu arada hiçbir olumlu değişikliğin yaşanmadığı da söylenemez. Örneğin yavaş da olsa Suriye hükümeti hakkında rejim gibi olumsuz ifadelerin kullanılması azaldı ve Astana toplantıları üçlü formattan -Türkiye, Rusya, İran -Suriye’nin de dahil edildiği dörtlüye dönüştürüldü; ancak kesin sonuç alacak girişimler bir türlü gel(e)medi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta verdiği mesajda rejim ifadesini kullanmaması, Esat’tan bahsederken Suriye Devlet Başkanı demesi, Suriye’nin iç işlerine karışmaya niyetimiz olmadığının altını çizmesi yeni ve uzlaşmacı bir politikaya işaret ediyor. Bu arada önceki hafta Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Lavrentyev ile yaptığı görüşmenin ardından Esat’ın olumlu açıklamalar yapmış olmasının ve geçtiğimiz haftalarda MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de uzlaşmacı açıklamalarının altını çizelim.
Görünen o ki, ilişkileri normalleştirme yönünde bir başlangıç söz konusu. Ankara açısından sığınmacıların gönderilmesi ve teröre karşı ortak mücadele öncelikli konular. Suriye açısından ise cihatçı radikal örgütler de dahil olmak üzere teröre karşı mücadele öncelikli olduğu kadar Türkiye’nin kontrolü altındaki topraklarla radikal örgütlerin elindeki İdlib’in yeniden Suriye’nin etkili egemenliği altına alınması da önemli.
Çok kutupluluğun iyice yerleşmesi ve Arap ülkelerinin Suriye ile ilişkilerini normalleştirmiş olması Ankara’nın adımlarını kolaylaştıracaktır. Ankara-Şam hattının normalleşmesi ise Türkiye’nin hiçbir zaman Esat ile uzlaşmayacağı varsayımıyla hareket eden PKK/PYD ve hamileri Amerika açısından büyük bir panik oluşturacak ve durum üstünlüğünün Türkiye-Suriye tarafına geçmesini sağlayacaktır. Böyle bir senaryoda PKK/PYD’ye karşı askeri operasyon yapmadan stratejik sabır politikasıyla kurulacak baskıyla bile sonuç alınabilir. Çok kutuplulukta bölgede tutunması imkânsız hale gelecek olan PKK/PYD unsurlarının Kabil havaalanındaki Amerikan ağır nakliye uçaklarına koştuğu o görüntüleri hatırlayın. Onların tekrarını seyretmek o kadar uzun sürmeyebilir. Sonuçta Amerika’nın ipiyle kuyuya girip de kuyudan çıkan olmadı…
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN