Geçen hafta Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam”ını tanıtmış ve Çin’de olup bitenler konusundaki kişisel düşüncelerini daha ayrıntılı yansıtan “Kırmızı Mektuplar”la devam edeceğimi söylemiştim… Aydemir’in 1922’de Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) öğrenciyken Çin’e uğurladığı yakın arkadaşı Li Yau’yla ve Rus arkadaşı Pavel Harasov’la “düşsel mektuplaşmalarını” içeren bu kitap, yazarın fırtınalarla dolu bir yaşamın ardından dünyanın sorunlarını yeniden değerlendirmesinin, düşüncelerini durmaksızın yoğurmasının bir örneği. Aydemir’in ölümünden sonra yayımlanan son kitabı, KUTV döneminden 50 yıl sonra Rusya ve Çin meseleleri hakkında derinlemesine kafa yormayı sürdürdüğünün sağlam bir kanıtı.
“Kırmızı Mektuplar”, öyküsel bir kurguya dayanıyor ve imgesel kişilerle mektuplaşmaları içeriyor. Ama yaşanmış gerçekleri yansıtan, gerçek kişilerden beslenen bir imgesellik bu. Li Yau, Pavel ve Şevket Süreyya, dünyanın üç ayrı büyük imparatorluğunun çocukları olarak, artık yeni rejimlerinde yeni görevler üstlenmiş ve aralarında yeni fikir ayrılıkları çıkmışken (Çin, Sovyetler Birliği’ni sosyal-emperyalist olarak görüyor örneğin), Çin’in, Rusya’nın ve Türkiye’nin tarihlerini, devrimlerini ve güncel durumlarını tartışıyorlar. Aydemir’in önceleri roman olarak tasarladığı, hatta o yönde bazı hazırlıklar yaptığı ama ölümüyle birlikte son noktayı koyamadığı, yine de Rus ve Çin devrimleri ile sosyalizm biçimleri hakkındaki düşüncelerini samimiyetle sayfalara döktüğü bir çalışma söz konusu. Yazar şöyle tanımlıyor “Kırmızı Mektupları”:
“Bu kitap, bir belgeler kitabı değildir. Bu kitapta, çağdaş dünyamızın, fikir eylem ve kuruluşları arasında, kendilerine özgü yapı, etken ve nitelikleri olan üç ayrı ihtilal ya da devrimin, biraz da kıyaslamalar yolu ile analitik bir gözden geçirilişi vardır. O ihtilal ya da devrimler ki çağımıza kendi açılarından yeni değerler katmışlardır. Yeni kurumlar getirmişlerdir. Çağımıza, dünya ölçüsünde görüş ve katkıları olan yeni liderler yaratmışlardır.”
Pusuda bekleyen suikastçı
Aydemir’in “Büyük Asya Anamız” dediği coğrafi alanın bağrında oluşmuş Rus, Türk ve Çin devrimlerinin 20. yüzyılın akışı içinde oluşma süreçlerini ve tarihsel koşullarını tartışan üç arkadaş var karşımızda. Dünya görüşlerini ortaya koyuyor, devlet geleneklerini ve sosyo-ekonomik süreçleri değerlendiriyor, bu devrimlerin her birinde asıl olan ama zamanla değişen ilkeleri sorguluyorlar. Yazarın kafasını en çok meşgul eden konulardan birinin, Mao Zedung’un teorileştirdiği “Geri dönüş tehlikesi” olması ilginç. Şöyle demiş Şevket Süreyya:
“Arkada veya bilinçaltında uyuyan geriye dönüş özlemleri ile sahnede dolaşan bin bir fitne, bir ihtilal veya devrimi daima pusuda bekleyen suikastçılar gibidirler.”
Li Yau’nun Çin feodalizmi ile Ortaçağ’daki Avrupa feodalizmini karşılaştırması, Çin devriminde köylülerin oynadığı rol, Aydemir’in tıpkı “Suyu Arayan Adam”da olduğu gibi bu kitapta da 21. yüzyılın bir Çin yüzyılı olacağını öngörmesi, Çin’de sanayinin durumu, ÇKP’nin Sovyetler Birliği’ne eleştirileri ve Sovyetler’in buna yanıtları ya da Amerika Birleşik Devletleri’nin sosyal yapısı gibi konular “Kırmızı Mektuplar”ın ana malzemesini oluşturuyor. Şu satırlar dikkat çekici:
“Amerika kendi sosyal yapısı içinde çürümüştü. Daha sosyal olgunluğa ermeden bozulmuş bir ülkeydi. Amerika bir millet bile değildi. Ruhu olmayan, ideali olmayan, idealistleri olmayan bir sarraflar saltanatıydı. Ama bütün dünyayı sömürmek için kurulmuş üstün bir tekniği vardı. O halde Birleşik Amerika’yı bu çamurlaşmasında bırakıp, ona karşı stratejimiz şu olmalıydı: Yetişmek ve geçmek!”
Dünya terazisinde Çin
1979 yılında Çağdaş Yayınları’nca okura sunulan 176 sayfalık “Kırmızı Mektuplar”, çok şey görmüş geçirmiş bir Türk aydınının kendi ülkesi ve rayından çıkan Cumhuriyeti ile iki büyük devrim yaşamış Rusya ve Çin’e dair düşüncelerini içeren, bu açıdan “Suyu Arayan Adam”ın Çin bölümünü tamamlayan bir kitap. Şu satırlar 45 yıl öncesinden gelen bir gerçek niteliğinde:
“Bugün dünyanın terazisinde büyük ağırlık Uzakdoğu’dadır. Dünya nüfusunun üçte biri kadar Çinlidir. Dünyada doğan her dört çocuktan biri Çin’de doğuyor. Ve yüzyılımızın sonunda, yani 2000 yılında Çin, dünya terazisine bir milyarlık nüfusunu koyacaktır.”
Tunca Arslan