Profesyonel bir fotoğrafçı olmayan Fransız felsefeci ve eleştirmen Roland Barthes, 1980’deki ölümünden kısa süre önce kaleme aldığı kitabı “Camera Lucida”da fotoğraf sanatıyla ilgili görüşlerini ortaya koyar ve şöyle der:
“Eğer bir fotoğrafı seversem ya da beni rahatsız ederse, ondan kolay kolay ayrılamam. Peki ne yaparım onunla birlikte olduğum süre içinde? Temsil ettiği şey ya da kişi hakkında daha fazlasını öğrenmek istiyormuşçasına ona bakar, onu incelerim.”
Siyah-beyaz fotoğraflarda harap sokaklar, solgun dükkânlar, parkta oynayan çocuklar, tarlada ekin taşıyan bir köylü, sessiz bir parkta oturan sevgililer, çay evlerinde, restoranlarda toplanan kalabalıklar, mutlu bir yaşamdan kesitler yansıtan vitrinlerdeki modeller, sloganlar ve pankartlar… Her şey aslında o günü anlatıyor ve geleceğe sesleniyor…
1980’lerde geleceğe seslenmek
İtalyan fotoğrafçı Andrea Cavazzuti’nin 1976’da Kültür Devrimi’nin sona ermesi ve 1978’deki ekonomik reformların ardından Çin için bir dinlenme dönemi olarak gördüğü 1981-1984 yılları arasında ülkedeki yaşamı görüntüleyen fotoğraflarına bakınca, ister istemez Barthes’ın yukarıdaki sözünü anımsadım. Cavazzuti’nin Çin’de deklanşöre bastığı her an ve yakaladığı her görüntü, izleyende “daha fazlasını” öğrenme ve inceleme isteği uyandırıyor çünkü. 40 yılı aşkın süre Çin’de yaşayan, aynı zamanda belgesel filmlere de imza atan sanatçı, Çin’e yönelik sayısız pencere açıyor, “Dünyada hiçbir ülkenin bu kadar kısa sürede bu kadar hızlı geliştiğini düşünmüyorum” dediği toprakları ve insanlarını ölümsüzleştirerek dünyaya tanıtıyor.
Cavazzuti’nin fotoğraflarının öyküsü, 1981’de Shanghai’da başlamış. Bir mağazanın vitrinindeki plastik üzümler, şeftaliler ve muzları gören 23 yaşındaki genç İtalyan Çince öğrencisi meyve satın almak için mağazaya girmiş, ancak içeride hiç meyve yokmuş. Nedenini merak etmiş, “O zaman o plastik meyveleri neden vitrinde sergiliyorsunuz?” diye sormuş ve o plastik meyvelerin geleceğe dair bir arzu hedefi olduğunu, örneğin Çin’in dünyanın en büyük meyve üreticisi olacağı 2020’li yılları sembolize ettiğini öğrenmiş. Çektiği o vitrin fotoğrafı, Cavazzuti’nin Çin’de “daha fazlasını öğrenmek ve incelemek” isteğiyle ölümsüzleştirdiği, Çin’in o anını resmeden ve geleceğini düşündüren her görüntünün ilk adımı olmuş.
Her şey bir haritayla başlamış
Aslında Cavazzuti’nin ruhunda Çin merakı uyandıran şey bir fotoğraf değil, harita olmuş. “Çok büyük bir ülkeydi ve hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Biraz araştırma yapınca Çin’in dünyada alfabe yerine sembolik karakterler kullanan birkaç ülkeden biri olduğunu öğrendim ve giderek büyülenmeye başladım” diyor. Venedik Üniversitesi’nde Çince eğitimi verildiğini öğrenmiş, kente giderek programa kaydolmuş ve çevresindekilerin umut kırıcı yaklaşımlarına rağmen giderek büyüyen tutkusundan vazgeçmemiş. Üniversitedeyken 1981 yazında Çin’deki Nanjing Üniversitesi’nde altı hafta boyunca bir dil atölyesine katılma fırsatı yakaladıktan sonra Fudan Üniversitesi’nde Çağdaş Çin Edebiyatı öğrenimi görmek için burs kazanmış ve 1984’te mezun olmuş. 1981-1984 yılları arasında Beijing, Shanghai, Suzhou, Qingdao ve Xiamen başta olmak üzere Çin’in 30 kentini gezerek işçilerin, çiftçilerin, kuaförlerin, sevgililerin, çocukların fotoğraflarını çekmiş. “Kimseyi tanımıyordum, sadece yürüyordum ve sokakta gördüklerim, insanları ve nesneleri kaydettim” diye anlatıyor 1980’lerin başındaki fotoğraf turunu. O dönemde Cavazzuti’nin dikkatini en çok Çin halkının giyim tarzı çekmiş: “Herkes aynı görünüyordu, çünkü aynı biçimde giyinmişlerdi. Bir sanatçıyı bir mühendisten ya da bir sokak temizleyicisinden ayırt etmek olanaksızdı. Batı’dan çok farklıydı.”
Sıradan insanların küçük ama mutlu anları
1984’teki mezuniyetinin ardından İtalya’ya dönen ve askere giden Cavazzuti, 1986’da bir İtalyan şirketinin görevlisi olarak önce Hong Kong’ta sonra Beijing’de çalışmış ve fotoğraf çekmeye hiç ara vermemiş. 2007-2008’de geleneksel müzik topluluklarını kaydetmek üzere Shaanxi ve Anhui eyaletlerinde giden sanatçı, o günden bugüne Çin toplumundaki büyüklü-küçüklü değişimlerle ilgilenmeyi, sıradan insanların küçük ama mutlu anlarını yakalamayı sürdürüyor. Cavazzuti, Çin’deki ilk sergisini 1993’te açtıktan sonra, 1981-1984 arasındaki fotoğraflarını kısa süre önce albüm olarak yayımladı ve şu sıralar sıradan Çinli annelerle ilgili bir belgesel film yapmaya çalışıyor.
Çin’e odaklanan çok deneyimli bir fotoğrafçı ve kameraman olan sanatçının “Son 40 yılda değişenlerle” ilgili olarak Batı medyası bağlamında yaptığı değerlendirme de ilginç:
“Nasıl davrandıkları tamamen dönemin ruh haline çok bağlı. 1990’larda Batı medyası Çin’in değişip geliştiğini ve bunun çok iyi bir şey olduğunu söylüyordu, çünkü sonunda Çin’in Batı gibi olacağını düşünüyorlardı. Çin’in kesinlikle Batı’nın yolundan gitmeyeceğini öğrendiklerinde ise kötü şeyler söylemeye, Çin’i karalamaya başladılar.”