Büyük şairimiz Nâzım Hikmet, “Kimi Öldürmeye Gidiyorsun Ahmet?” olarak da bilinen “Mektup” adlı şiirinde, 1950 yılında başlayan Kore Savaşı’na Batı’nın emriyle gönderilen bir Türk askerine seslenir ve şiire “Bugün Çarşamba, kasımın biri / Bugün beş bin yıllık Çin bastı dört yaşına” dizeleriyle giriş yapar.

Kimi kaynaklarda 1955 yılında yazıldığı söylenen bu şiirin, “… Çin bastı dört yaşına” dizesinden hareketle, Çin Devrimi’nin dördüncü yılında, yani 1953’te yazıldığı sonucu da çıkarılabilir. Bir iddiaya göre de şair, 1952’nin yaz aylarında Dünya Barış Konseyi üyeleriyle birlikte Çin-Kore sınırındaki bir esir kampında tutulan Türk askerlerle görüşmüş, oradan Beijing’e dönmüş, aynı yılın 1 Kasım’ında da devrim yıldönümü kutlamalarını da içeren uzunca bir şiir olan “Mektup”u yazmıştır.

Tarih karmaşası nereye bağlanırsa bağlansın, Nâzım Hikmet’in Kore Savaşı’nın ateşini, orada boş yere ölen Mehmetçiklerimizin acısını ve Çin Devrimi’nin coşkusunu içinde hissettiği açıktır. Şiir şöyle devam eder:
“Pekin’de geçilmiyor türkü sesinden / yollara döküldü millet / yediden yetmişine, / hepsi de mavi işbaşı elbiseli / Pekin’de fağfur kulelerde güneş / kırmızı sütunlarında ak güvercinler. / Li-Çan-Çen’le konuştum Ahmet / Hunan köylülerinden / uzun aksakallı tel tel / alnı Çin yazısı gibi kırışık / Dedi ki bana: / toprağım yoktu, var / öküzüm yoktu, var / insandan sayılmazdım, insanım artık. / Daha da güzel günler göreceğiz diyorlar / yalan değil, göreceğiz.”

Şiirinde Ahmet’in yazgısını ise “Pekin günlük güneşlik / Kore’de yağmur mu yağıyor Ahmet? / yüzükoyun sürünüyor musun çamurda / peşince namlunun? / Elâ gözlerin dumanlı / Kabarmış damarları alnının / kimi öldürmeye gidiyorsun?” diyerek ifade eden Nâzım, insandan sayılmazken devrimden sonra insan muamelesi görmeye başlayan yoksul Hunan köylüsü Li-Çan-Çen’in daha da güzel günler göreceğine inancını dile getirerek bugünlere işaret eder. “Angina Pektoris” şiirinde “Yarısı buradaysa kalbimin / yarısı Çin’dedir doktor / Sarı Nehre doğru akan / ordunun içindedir” diyen ölümsüz şair, Çin Devrimi’ne tüm kalbiyle katılmış ve Çin’in yarınlarına olan inancını dizelere dökmüştür.

Eleştirel gerçekçiliğin mükemmel örneği

Dün (1 Ekim) 75. yıldönümü kutlanan Çin Devrimi, Nâzım’ın şirindeki Li-Çan-Çen’in geleceğe umut dolu bakışının öyküsüdür bir bakıma. Tıpkı Xiangzi’nin de öyküsü olduğu gibi… İkisi de yoksuldur ama aralarında büyük bir fark vardır; Li-Çan-Çen, devrimden sonraki yeni Çin’in simgesidir, Xiangzi ise devrim öncesinin çöken Çin toplumunun.
1970’li yılların sonunda, Çin edebiyatından okuduğum ilk romanlardan biriydi “Çekçek”. Yazarı, Türk okurların geçen yıl yayımlanan, bilimkurgusal “Kedi Gezegeni” romanıyla da tanıdıkları, 1899 doğumlu, Kültür Devrimi sırasında 67 yaşındayken intihar etmiş olan Lao She idi.
1975’te Aykut Derman’ın çevirisiyle Konuk Yayınları’nca okurlarımıza sunulan “Çekçek”, Çin’de 1936 yılında yayımlanmış. Lao, eleştirel gerçekçiliğin mükemmel bir örneğini vererek, 1920’li yıllarda Beijing’de yaşayan ve tek hayali kendisine ait bir çekçek satın almak olan yoksul mu yoksul çekçek sürücüsü Xiangzi’yle tanıştırıyor bizi. En alttakilerin de en dibinde olan Xiangzi’nin şanssızlıklar, talihsizlikler, acılarla dolu yaşamı, insan emeğinin nasıl sömürüldüğü konusunda, çalkantılar içindeki Çin toplumunda tipik bir örnek olarak beliriyor. Özellikle de yoksul çekçekçiler arasında bile, yaşlarına ve kullandıkları araçların kalitesine göre farklı katmanların bulunması ve sömürünün katmerlenmesi, hiçbir çıkış yolunun olmadığını düşündürüyor Xiangzi’ye.

Toplumda en son sıra

İnsanın ancak parası varsa özgür olabileceğine inanan kahramanımız, para biriktirmek için elinden geleni yapıyor, ancak her girişimi başarısızlığa uğruyor: “Sonunda bir çekçekçinin alınyazısının, özet olarak, tek şeyle ifade edilebileceğini anladı: Talihsizlik!”
Beijing’e gelmesiyle birlikte ardı ardına manevi krizler yaşayan, ilk günlerdeki temiz kalpliliğinden yavaş yavaş uzaklaşan ve çevresindekiler tarafından bir serseri olarak görülmeye başlayan Xiangzi, o tarihsel dönemdeki Çin toplumunun temel sorunlarını üstünde toplayan bir anti-kahramana dönüşüyor:

“Xiangzi derdine yansın! Pısırığın tekiydi! Herkes paçasını kurtarmayı beceriyordu, o hariç; bir çekçekçiydi çünkü. Bir çekçekçinin, kan ter içinde imanının gevremesi ve ne bulursa onu yemesi doğaldı. En gülünç paraya karşılık bütün gücünü harcaması ve toplumda da en son sırayı işgal etmesi, bu arada her türlü acıyı onun çekmesi, yasaların ve insanların onu okka altına atması normaldi.”

Mezara kadar eşlik etmek

Giderek hiçbir şeye tepki göstermeyen ve “kaderci” olmayı öğrenen yoksul adam, iş varsa çalışmaya, yemek varsa yemeye başlıyor ve dolaba koşulmuş bir beygir gibi boyuna neden döndüğünü sorgulamaya son veriyor. Bu arada şans yüzüne gülüyor, Dişi Kaplan namlı zengin bir kadınla evleniyor. Ama “Yoksul bir kişinin her zaman para sorunlarını düşünmesi gerekir. Aşk, iyi aile kızlarına ve oğlanlarına vergidir” gerçeği de çok geçmeden devreye giriyor.
1982’de Ling Zifeng tarafından beyazperdeye uyarlanan ve Çin’deki en önemli kurumsal film ödülü olan Altın Horoz’da birincilik kazanan “Çekçek”, şu satırlarla sona eriyor:

“Xiangzi, (romanda “Siangçe” olarak kullanılıyor. T.A) büyük Xiangzi; yürekli, güçlü kişi, başarmak için o kadar çabalamış, o kadar yıl başarı rüyaları görmüş insan, acaba şimdiye kadar kaç kişiye mezarına kadar eşlik etmişti? O mutsuz düşkün, tek başına başarıya ulaşacağını sanan bireyci Xiangzi, kendisine hayat veren bu acımasız ve kokuşmuş toplumla birlikte ne zaman mezara gömülecekti acaba?”
O kokuşmuş toplum Xiangzi’lerle birlikte mezara gömüldü, Li-Çan-Çen’lerin yeni toplumu doğdu ve şimdi 75. yıldönümü kutlanıyor.
 
Tunca Arslan