2007’nin kasım ayında bir haftalık Hong Kong gezisi sırasında, başta otel fiyatları olmak üzere her şey dörtte bir oranında ucuz olduğu için komşu Çin kenti Shenzhen’de konaklıyor, gündüzleri Hong Kong’u geziyor, geceleri tekrar sınırı geçip otelime dönüyordum. Çin’e çoklu giriş-çıkış vizesine sahip olmanın sağladığı bir avantajdı bu. Laf açılmışken, Shenzhen ile Hong Kong’u dünyanın en ilginç sınır-gümrük kapılarından birinin ayırdığını da söylemem gerek. Dışarıdan bakınca “Burası bir sınır kapısı” demenizin çok zor olduğu bir AVM’nin mağazalarla dolu ikinci katındaki büroda pasaport kontrolünden geçer ve 150-200 metrelik bir geçit-tünelde yürüdükten sonra Hong Kong’a, daha doğrusu kentin kuzeyindeki Lo Wu metro istasyonuna varmış olursunuz. Sadece yayalar için tek ve zorunlu geçiş yolu budur.
Yolcuların fotoğrafını çeken görevli
Sıradan bir balıkçı kasabasıyken “Çin’in Hong Kong’a cevabı” niteliğinde hayranlık uyandırıcı bir metropole dönüşen Shenzhen’i de yeterince gezip tanıdıktan sonra Çin’in güneyine gelmişken iki saat uzaklıktaki Guangzhou’da da (Kanton) birkaç gün geçirmek istedim ve bir otobüs bileti aldım. Shenzhen otogarında koltuğuma oturmuş vaziyette otobüsün kalkmasını beklerken içerdeki tek yabancı yolcu bendim. Derken ilginç bir şey oldu, bir kadın görevli gelip tek tek yolcuların fotoğrafını çekmeye başladı. Benim içinse deklanşöre Çinli yolculardan daha fazla, dört-beş kez bastı ve yüzümü hemen her açıdan kaydetti. Sonra yola çıktık.
İlk anda bunun yolda bir kaza meydana geldiği ve ölüm-yaralanma gerçekleştiği takdirde kimlik tespiti için yapılan bir uygulama olduğunu düşünmüştüm. Yabancıları daha iyi tanıma çabaları da doğaldı tabii.
Çinlilerin resim yapma becerisi
Aradan yıllar geçtikten sonra, geçenlerde “İbn Battûta Seyahatnâmesi”ni (çev: A. Sait Aykut, Yapı Kredi Yay.) okurken ünlü seyyahın da yüzyıllar önce benimkine benzer bir olay yaşadığını biraz da şaşırarak öğrendim. 14. yüzyılın ünlü Müslüman gezgini, Marco Polo’dan da Zheng He’dan da daha fazla yol kat etmiş, 28 yıl boyunca durmadan dünyayı dolaşmış olan İbn Battûta, seyahatnamesinin Çin’le ilgili bölümünde bu ülkeyi ayrıntılı biçimde tanıtıyor. İnsanıyla, diniyle, tüccarlarıyla, yiyeceği içeceğiyle, toprak kaplarıyla, altınıyla gümüşüyle, ipeğiyle, nehirleriyle vb. Çin’i anlattıktan sonra ilginç bir bilgi veriyor ve kitabın 614-615. sayfalarında şunları yazıyor:
“Çinliler çeşitli iş ve sanatlardaki kabiliyetleriyle tüm ulusları geçmiş, hepsinden mahir olmuşlardır. Onların başta gelen özellikleri budur. İnsanlar evvelce bazı kitaplarda bu nitelikten bahsettiler, uzun uzadıya konuştular. Resme gelince ne Hıristiyanlar ne de başkaları Çinlilerden daha becerikli değildir. Onlar bu konuda çok yetenekli. Benim tanık olduğum ilginç olaylardandır; Çin’de ne zaman bir şehre girsem, ikinci gelişimde benim ve arkadaşlarımın duvarlara ve çarşıda kâğıtlara çizilmiş resimlerimizi görürdüm! Bir keresinde dostlarımla beraber Irak halkına özgü giysilere bürünerek başşehre gittik. Nakkaşlar çarşısından geçip hükümdar sarayına vardık. Günbatımı alacasında saraydan dönerken aynı çarşıya uğradık. Bir de ne görelim; hepimizin resimleri duvara yapıştırılmış bir kâğıttaydı! Her birimiz dostuna ve dostunun resmine bakıyor, benzetmeyi kusursuz buluyordu! Bana söylendiğine göre, bizi seyretmişler ve çaktırmadan resmimizi yapmışlardı! Çin halkının âdeti, yanlarından geçen herkesin resmini yapmaktır. Bunda öyle ilerlemişler ki yabancı biri kaçmayı gerektirecek suç işlediğinde hemen resmini şehirlere yolluyor ve aramaya başlıyorlar. Nerede bu resme benzer biri bulunursa hemen yakalanıyor!”
Neyse ki Guangzhou yolunda ve sonrasında benim fotoğrafımın Çin kentlerinin duvarlarını süslemesini gerektirecek bir suç işlemedim ve o fotoğraf çekiminin aynı zamanda bir güvenlik önlemi anlamına geldiğini yıllar sonra öğrenmiş oldum. Kanton’a da giden ve “Burası dünyanın en büyük şehirlerindendir” diyen İbn Battûta’nın, Çin’de seyahat eden yolcuların güvenliklerinin sağlanması konusundan her türlü tedbirin alındığını yazdığını da önemle belirteyim.
Tunca Arslan