Adı haklı olarak hep savaşlarla, kanlı askeri darbelerle, yüzbinlerce insanın ölümüyle anılan eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Çin yakın tarihinde derin bir iz bırakmış, bu ülkede dünyanın genelinden oldukça farklı biçimde algılanan bir diplomat ve siyasetçiydi. Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping daha geçen Temmuz ayında Beijing’de görüştüğü 100 yaşındaki Kissinger’dan “eski dost” diye söz etmişti örneğin. Xi geçen hafta ölümünün ardından yayınladığı mesajda da Kissinger’ın yarım asır önce olağanüstü stratejik vizyonuyla Çin-ABD ilişkilerinin normalleşmesine tarihi katkılarda bulunduğunu belirterek, bunun hem iki ülkeye fayda sağladığını hem de dünyayı değiştirdiğini hatırlattı. Övgü dolu bu yaklaşımda, Kissinger’ın 1970’li yılların başından itibaren Çin-ABD ilişkilerinin kurulması ve geliştirilmesi yönündeki çabalarının büyük payı var elbette. Yıllar içinde Mao Zedong, Zhou Enlai, Deng Xiaoping, Jiang Zemin, Hu Jintao ve Xi Jinping gibi en üst düzey Çinli liderlerin tümüyle görüşen Henry Kissinger, 1969’da Richard Nixon Beyaz Saray’a oturmadan önce de Çin’le ilişkileri onarmak konusunda kafa yoruyor, Mao’yla görüşmenin yollarını arıyordu. MAO’DAN Xİ’YE UZANAN DİPLOMASİ 1970’lerin dünya dengeleri, Soğuk Savaş ortamı, Çin-Sovyet ideolojik kamplaşması düşünüldüğünde Kissinger’ın Çin’e yaklaşımı karşılıksız değildi. Ezra Vogel, “Deng Xiaoping ve Çin’in Dönüşümü” (çev. Mehveş Leliç, Modus Kitap, 2017) kitabında şöyle ilginç bir not düşüyor: “Kissinger, ABD’yle ilişkilerini güvenlik sebebiyle geliştirmek isteyen Mao ve Zhou’nun aksine, Deng’ın Çin’in gelişimi üzerine yoğunlaştığını ve ABD’nin, ilişkilerin düzelmesi halinde Çin’in modernleşmesine ne kadar yardım edebileceğini şimdiden düşünmeye başladığını gözlemlemişti. Kissinger kısa sürede Deng’ın Çin’i temsil etme konusundaki kabiliyetine büyük saygı duymaya başlayacaktı.” (s.84) Çin’le yakınlaşmak ve Nixon’ın ziyareti için Pakistan ve Romanya gibi ülkeleri aracı olarak kullanmaya çalışan, “Ping Pong diplomasisinin” kurulmasında büyük katkısı bulunan Kissinger, 1971’de bu ülkeye gizli bir ziyaret gerçekleştirdi ve devamı geldi. 2012 yılında, dilimize de “Çin ve Dünden Bugüne Yeni Çin” adıyla çevrilen bir kitabı yayımlanmış olan Amerikalı diplomat, görüşmelerinde Tayvan meselesinden Sovyetler Birliği’yle ilişkilere kadar bir dizi önemli konuyla boğuşmak zorunda kalmıştı. Deng Xiaoping’in Washington ziyareti ve Kissinger’ın Nixon’dan sonra Gerald Ford döneminde de süren çalışmalarıyla ısınan iki ülke ilişkileri bir “barış” dönemine girdi. “BAZI HAYAL KIRIKLIKLARINA RAĞMEN…” Henry Kissinger 2002’de Çin-ABD ilişkilerinin normalleşmesinin 30. yıldönümü dolayısıyla Beijing’de görüştüğü dönemin Çin Cumhurbaşkanı Hu Jintao’ya, “ABD ile Çin arasındaki iletişim kapılarının açılmasında oynadığı rolden dolayı gurur duyduğunu” söylemiş, geçen 30 yılda bazı hayal kırıklıklarına rağmen ABD-Çin ilişkilerinin genel olarak olumlu bir gelişme gösterdiğini belirtmişti. Henry Kissinger’ın tüm siyasi ve diplomatik yaşamı, her şeyden önce ABD’nin çıkarlarını düşünerek geçti. Bu çıkarlar karşısında boyun eğdiremediği, gururunun üstün gelemediği ülke ise Çin oldu. Çinli dış politika yorumcusu Shi Shusi’nin Kissinger’ı bir dev pandaya benzeterek dediği gibi, “şu an ABD’de Çin’in en yüksek lideriyle yüz yüze ve açık sözlülükle görüşebilecek, Çin’i anlayan ve bir sonraki ‘dev panda’ olabilecek hiç kimsenin olmadığı” ise açık bir gerçek.