Göreve gelmesinden sonra Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ilk Çin ziyaretini gerçekleştirdi. Ziyaret, Orta Doğu'nun ve dünyanın zor günlerden geçtiği bir zaman diliminde yapılıyor olması nedeniyle ayrıca önemliydi. Ziyarette öne çıkan başlıklar her ziyarette olduğu gibi ekonomik ve ticari ilişkilerdi; ancak iki ülke arasındaki ilişkiler sadece ekonomiye indirgenemez. Siyasi, askeri, güvenlik ve öteki alanlardaki ilişkiler de önem taşımaktadır. Her şeye rağmen Türk-Çin ilişkilerinde en iyi işleyen başlık iki ülke arasındaki ticari ilişkilerdir. Bunu savunma sanayi alanındaki ilişkiler izlemektedir. Fakat en zor hatta dikenli alan ise siyasi ilişkiler. İki ülkenin farklı konjonktürel algı ve bakış açılarının bulunması ve her iki ülke de kendi jeopolitik düzlemi üzerinden küreyi ve olayları okuması beraberinde bu farklılaşmayı getirmektedir ki devletler arası ilişkilerin doğasına uygun bir durumdur. Lakin buradaki ince ayrıntı bu farklı bakış açılarını birlikte iyi yönetebilme becerisi gösterebilmektir. Aksi takdirde, tek odaklı bir ilişki biçimi olur ki bundan toplam fayda elde edilemez. Ziyarette kameraların önünde konuşulan değil de kapalı kapılar arkasında konuşulanlar daha çok merak edildi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ayağının tozuyla önce Çin Komünist Partisi (ÇKP) Siyasi ve Hukuki İşler Komisyonu Başkanı Zhen Wenqing’i ziyaret etti. Zhen, Hakan Fidan’ın eski bir dostuydu. Zhen de Hakan Fidan gibi eski bir istihbaratçıydı. Kendisi daha önce Kamu Güvenliği Bakanıydı. Dolayısıyla iki eski dost ve istihbarat şefinin yaptığı görüşme de merak konusu oldu. Büyük ihtimalle görüşmede iki ülkeyi ilgilendiren güvenlikle ilgili konu başlıkları ve özellikle Suriye ve IŞİD gündeme gelmiştir. Netice itibarıyla Hakan Fidan'ın önceki Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan en önemli farkı istihbarat diplomasisi adı verilen farklı bir diplomasi türünü de Türk dış politikasına entegre etmiş olmasıdır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, kameralar karşısında Türkiye’nin BRICS’e üye olmak istediğini tüm dünyaya duyurdu. Böyle bir açıklamayı Ankara’dan değil de Beijing’de Çin Dışişleri Bakanı ile birlikteyken yapması aslında Batıya özellikle de AB’ye önemli bir mesaj olarak yorumlanabilir. Rusya, vakit kaybetmeden Dışişleri Bakanı Fidan’ın açıklamasını memnuniyetle karşıladıkları açıkladı. Ancak gözler ve kulaklar başka bir duyuruyu daha aradı. Bu duyuru Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üyelik başvurusuydu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı. Oysa 2022'deki ŞİÖ Taşkent zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan 2023'teki zirvede Şanghay İşbirliği Örgütü'ne tam üyelik başvurusu yapacaklarını söylemişti. Ancak Hindistan'da çevrimiçi düzenlenen ŞİÖ zirvesinde Türkiye'nin herhangi bir başvurusu olmadığı gibi üyelik de gündeme gelmedi. Önümüzde Türkiye’yi yakından ilgilendiren iki zirve var: 3-4 Temmuz 2024 tarihlerinde Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesi Kazakistan’ın Astana şehrinde yapılacak. BRICS zirvesi ise 22-24 Ekim tarihlerinde Rusya’nın Kazan şehrinde yapılacak. Beijing’deki görüşmelerde muhtemelen kapalı kapılar arkasında Şanghay İşbirliği Örgütü'ne tam üyelik mevzusunun konuşulduğu ihtimali yüksek. ŞİÖ'ye Türkiye'nin üyeliği Rusya ve Çin'in ortak mutabakatını gerektiriyor, yani örgütün iki önemli kurucusunun ortak karar alması veya Türkiye'nin üye olması konusunda ikisinin de mutabık kalması gerekiyor. Bu bağlamda, sadece Rusya'nın mutabakatı veya tam tersi sadece Çin mutabakatıyla Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyelik süreci oldukça zor. Bu nedenle Türkiye, Çin'le ŞİÖ'ye üyeliği özel olarak görüşmesi mantıklı. Çünkü hassas bir mevzu ve bu mevzunun üçüncü tarafları ilgilendiren güvenlik ve işbirliği boyutu var. Engel olmayacağı söylense de Türkiye’nin NATO üyesi olduğu gerçeğine de Rusya ve Çin’in gözlerini kapatması düşünülemez. Dolayısıyla BRICS daha küresel ekonomi ile ilgiliyken Şanghay İşbirliği Örgütü doğrudan Avrasya Jeopolitiğini ilgilendirmektedir. Bu nedenle mahremiyet biraz gerekli gibi gözüküyor. Temmuz ayında yapılacak olan Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'nde önemli gelişmeler olabilir. Bekleyip göreceğiz. Türkiye ile Çin stratejik ortak olmasına rağmen her nedense ikili siyasi ilişkilerde istenen seviye bir türlü yakalanamadı. Henüz Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunmamış olan Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından Türkiye'ye davet edilmesi akıllara planlanan bir ziyaret mi var sorusunu getirdi. Dışişleri Bakanlarının ziyaretleri aynı zamanda da bu tip ziyaretlerin planlanması için görüşmeleri de içeriyor. Sonuç olarak, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Türkiye’ye her türlü hegemonya ve güç siyasetine karşı çıkmalıyız çağrısında bulunduğu Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ziyareti Türk-Çin ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığını açıkça ortaya koymuştur. Şimdi, Türkiye'nin önünde bir yol ayrımı daha var; ya Çin ve Rusya gibi Küresel Güney ile birlikte kurulmakta olan yeni dünyanın bir parçası olup emperyalizme ve hegemonyaya karşı dünyanın her yerinde mücadele edecek ya da 'Ben Doğu ile Batı arasında, Asya ile Avrupa arasında köprüyüm' deyip her iki tarafı da idare edecek. Uzun yıllar bu ikinci politika uygulandı. Maalesef buradan bir arpa boyu yol gidilemedi. Ankara, yükselen Çin fenomenini göz ardı edemez. Türkiye'de ABD'yi eleştirmek, ona karşı çıkmak için Çin’i bir propaganda aracı olarak kullanma eğilimi var. Öte yandan, Çin gerçeği artık dünyanın bir gerçeği. Kissinger’ın da dediği gibi 21. Yüzyıl Çin yüzyılı olacak. Bu nedenle, Çin, dünya için ekonomik olarak bir tercih değil aksine zorunluluk olduğu gerçeği de hesaba katılmalıdır. Maalesef, Türkiye'de hep bir ağızdan Çin üzerinden ABD'ye ve Batıya ayar vermeye çalışanlar bulunuyor ki bu da aslında amacın Çin'le ilişkilerin geliştirilmesinden çok Çin'i ABD'ye karşı uygun bir propaganda aracı olarak görme anlamına geliyor. Bu da sağlam güçlü, sarsılmaz bir Türk-Çin ilişkilerinin kurulmasına her zaman engel teşkil ediyor. Bunu geçmişte gördük. Maalesef bugün de görmekteyiz. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) üyeliği konusundaki şansı azaldıkça elini güçlendirme adına bazı çıkışlar yapılarak Çin kartı öne sürülmektedir; ancak amaç Çin kartına sahip olmak mı yoksa Çin kartını öne sürüp Avrupa Birliği'ne mi sahip olmak? İşte ! bu noktada Türkiye'nin önemli bir karar vermesi gerekecek. Aksi takdirde Türkiye’nin elinde ne AB ne de Çin kalacak. Uzun lafın kısası, Çin, bizim uzaktaki yakın komşumuzdur. Çin-Türkiye ilişkileri sanıldığının aksine yeni değildir. Yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Biz Çin için duvarın öteki tarafındaki halkız. Dolayısıyla iki ülke ve iki halk arasındaki tarihsel ilişkiler aslında dünyadaki mevcut diğer ülkelerden daha eskiye gitmektedir. Bir başka deyişle Çin halkıyla Türk halkının tarihsel ilişkileri modern dünyadaki tüm uluslardan daha eskiye gitmektedir. YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN