Bu yazı kaleme alındığında, Çin ve ABD liderlerinin, Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Zirvesi kapsamında ABD’nin San Francisco kentindeki görüşmesinin sonucuna ilişkin bilgiler, henüz haber ajanslarına düşmemişti. Fakat günlerdir yazılanlardan, çizilenlerden, yapılan yorumlardan anlaşıldığı kadarıyla, ABD bu kez, görüşmeden önce ortamı gerginleştirerek değil, tansiyonu düşürerek, hatta ABD ölçeğinde göreli ılımlı mesajlar vererek zirveye hazırlanmıştı. ABD medyasında, düşünce kuruluşlarında, araştırma merkezlerinde, siyasal seçkinlerinde öne çıkan söylem, iki ülke ilişkilerinin bir anda iyileşmese bile, daha da geriye gitmesini önlemek için çaba gösterilmesi gerektiği yönündeydi. Peki, ABD’deki bu tutum değişikliğinin sebebi ne? ABD samimi mi? ABD’ye inanmalı mı? Asıl önemli olan da bu sorulara verilecek yanıtlar zaten. Çünkü geçmiş deneyimler, ABD’nin her zaman gizli bir ajandaya sahip olduğunu, daima kafasının arkasında bir şeyler sakladığını öğretti bize. Biliyoruz, iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi, gelişmesi sadece iki ülkenin değil, dünyanın da yararına olur. Anlıyoruz, iki ülke liderinin gündeminde sadece ikili ilişkilerde öne çıkan konular yok, küresel gündemin öne çıkan maddeleri de var. Görüyoruz, son aylarda, özellikle de Mayıs 2023’ten bu yana, iki ülke arasındaki üst düzey temaslarda belirgin bir artış söz konusu. İki ülkenin dışişleri, hazine ve ticaret bakanları görüştüler bu kapsamda. Başka üst düzey temaslar da oldu elbette. Bu temaslar sonucu, ilişkiler düzelmese bile, en azından gerilimin dozu bir nebze olsun düştü. İlişkilerin daha da kötüye gitmesi engellendi. Fakat ABD konusunda iyimser olmak için elde çok da fazla neden yok. Çünkü Çin ve ABD liderleri, tam bir yıl önce G 20 zirvesi kapsamında görüşmüşlerdi Endonezya’nın Bali şehrinde. Bu görüşme sonrasında ABD’nin hangi adımları attığını biliyoruz. San Francisco’daki zirve, Çin’in küresel ölçekte atakta olduğu, ABD hegemonyasının ise aşındığının bizzat ABD ve müttefikleri tarafından kabul edildiği bir süreçte yapılıyor. O nedenle ABD’nin bundan sonraki tutumuna ilişkin şu soruları sormak önemli. Zirve sonrasında ABD; Çin’i “hasım devlet”, “düşman devlet”, “ABD hegemonyasına meydan okuyan devlet” olarak tanımlamaktan, müttefiklerine de böyle tanımaları yönünde baskı yapmaktan, NATO belgelerine bu tanımı yerleştirmekten vazgeçecek mi? ABD’nin Taiwan konusundaki yanlış, düşmanca, anlaşmalara aykırı tutumu değişecek mi? ABD’nin başlattığı ticaret savaşlarına ilişkin tavrında, ABD’nin bu ülkede öğrenim gören Çinli öğrencilerden tutun Çinli iş insanlarına, Çinli şirketlere ilişkin tutumunda bir değişiklik olacak mı? ABD’nin Çin’i yakın çevresinden kuşatmaya yönelik adımları duracak mı? Bu amaçla kurduğu ittifaklar (AUKUS gibi, QUAD gibi) feshedilecek mi? Göreceğiz. O nedenle ABD’den küçük olsa bile somut adım atmasını beklemek, en doğrusu. Büyük sözler verip, tutmayacağı vaatlerde bulunup, sonra düş kırıklığı yaşamak yerine, küçük ve somut adımlar atılmasını görmek daha iyi çünkü.