Kung-fu ya da Çin’deki özgün adıyla Wushu, en kısa tanımıyla, öfkeyle hareket etmeksizin dövüşte başarılı olma ve bunun için psikolojik mertebeye ulaşma sanatıdır. Beden ile ruhun uyumlu hale getirilmesi, insanın içsel ve dışsal niteliklerinin harmanlanması, Çin halkının öz savunma ve sağlık uygulamalarının yansıtılması, "insan bilgeliğinin binlerce yıllık birikiminin ortaya çıkması, Kung-fu’nun özünü oluşturur. “Çin Kung-fu’su / Üstatlar, Ekoller ve Dövüşler” (Çev: Sinan Baykent, Kaynak Yay., 2016) kitabının yazarı Wang Guangxi’ye göre, “Çin Kung-fu’su eşsizdir, geleneksel Çin kültürünün en doğal şekillerinden biridir ve hiçbir yabancı dövüş tekniğiyle kıyaslanamaz.”
Türkiye bu dövüş sanatını öncelikle 1972 yapımı Amerikan televizyon dizisi “Kung-fu”yla tanıdı. Başrolünde David Carradine’ın bulunduğu dizi birkaç yıl gecikmeyle TRT’de gösterilmiş, yediden yetmişe hayranlık uyandırmış, “kaplan” ya da “turna tekniği” herkesin diline pelesenk olmuştu. O güne dek, bu işin efsanesi Bruce Lee’ninkiler dahil seyrettiğimiz her şeye “karate filmi” deyip geçerken, sükunet dolu bu serüvenler zihinlerde ayrı bir yer işgal etmiş, gönüllerde taht kurmuştu. Apayrı bir estetik ve derinlik vardı karşımızda. Dizideki adı “Çekirge” olan Carradine, beden ve ahlak terbiyesini bizim için yepyeni bir dövüş stiliyle birleştiriyor, hayatımızda yepyeni ilkeler sokuyordu. Yeşilçam da boş durmadı zaten, hemen birkaç taklit film yapıldı.
Yer çekimine meydan okumak
Dijital film platformu Mubi, geçen aydan itibaren 1960-70’lerden kalma tam 14 Kung-fu filmini gösteri programına alarak, harika bir seçki sunmuş durumda. Hong Kong’lu yapım şirketi “Shaw Brothers”ın 1966-1982 yılları arasındaki kotardığı, “Kolsuz Kahraman”dan “Görünmez Savaşçı”ya, “Ölümün Beş Parmağı”ndan “Beyaz Nilüfer Klanı”na, “Sarhoş Büyük Usta”dan “Şantunglu Dövüşçü”ye, “Aşk Kölesi”nden “Şaolin’in 36. Odası”na açılan yelpazede yer alan filmler, türün meraklıları, nostalji yaşamak isteyenler ya da yeni hevesliler için büyük nimet niteliğinde gerçekten. Geneleve satılmak için kaçırılan genç kızın intikam öyküsünü izlemek, yetiştiği okulu ve ustasını korumak için tek koluyla kılıç kullanan öğrencinin cesaretine tanıklık etmek, “Uzun Kollu Şeytan”ın ya da “Gülümseyen Kaplan”ın kötülüklerine karşı iyilerin safında yer almak, yerçekimine meydan okuyan Kung-fu’cuların baleyi andıran dövüş sahneleriyle mest olmak için bugünlerde iyi bir adres Mubi.
Söz açılmışken, bu filmlerin ardındaki imza, yani “Shaw Biraderler”, 1960’lı yıllarda Hong Kong sinemasında çığır açan ve dünyaya açılan dört kardeş için de kısaca bilgi verelim.
Tarantino'dan Ang Lee'ye
1925’ten 2011’e kadar faaliyet gösteren şirket, yalnızca Çin’de değil, komşu ülkelerde de açtıkları sinema salonları için her ay bir film yaparak başladıkları işi, 1960’larda o zamanlar dünyanın en büyük özel mülkiyetli stüdyosu olan ve 1300 çalışanı bulunan Movietown’ı kurarak inanılmaz bir büyüklüğe ulaştırdı. Şirketin yaklaşık 1000 filmlik bir toplamı mevcut. Sinemadan önce Çin operasıyla ilgilenen ve Shanghai’da bir tiyatro salonuna sahip bulunan kardeşler, yıllar içinde çok farklı türlerde film yapsalar da markalarını pekiştiren, dövüş sanatları oldu. 1970’lerin başında dünyanın değişik ülkelerindeki dağıtıcı firmaların Kung-fu’yu keşfetmesiyle birlikte, Shaw Biraderler’in filmleri de dalga dalga yayılarak örneğin Türkiye’ye kadar geldi ve büyük etki yarattı. Stüdyonun klasikleşen filmlerinden “Ölümün Beş Parmağı”nı çok seven Quentin Tarantino’nun “Kill Bill”de bu sevgiyi yansıtması, Ang Lee’nin “Kaplan ve Ejderha”da geçmiş Kung-fu filmlerine saygı gösterisinde bulunarak yeni bir estetik yaratması da Shaw Biraderler’in oluşturdukları kültürün hiçbir zaman ölmeyeceğini kanıtlamış oldu. Mubi’nin seçkisindeki 14 filmde seyrettiğimiz şey, bu ölümsüzlük aslında.
Tunca Arslan
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN