Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in 12-13 Aralık tarihlerinde geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Vietnam ziyaretinde Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri sıfatıyla yaptığı görüşmeler oldukça dikkat çekiciydi. Görüşmelerde iki taraf arasındaki kapsamlı stratejik iş birliği ortaklığının derinleştirilmesi temelinde stratejik önem taşıyan ortak bir geleceğe sahip bir Çin-Vietnam topluluğu inşa etme konusunda mutabakata varıldı. Xi Jinping, dünyanın en büyük iki komünist partisi olarak hem Çin Komünist Partisi hem de Vietnam Komünist Partisi’nin Marksizm’e bağlı kaldığını ve onu geliştirdiğini, şaşmaz bir şekilde sosyalizmin yolunu izlediğini ve kendi ülkelerine sosyalist inşada liderlik ettiğini söyledi. Dahası, iki taraf, Çin-Vietnam ilişkilerinin özel stratejik öneminin kavranmasını ve dünyadaki sosyalist güçlerin güçlendirilmesi ve istikrarlı ve uzun süreli ilişkilerin sağlanması perspektifinden, ortak bir geleceğe sahip bir Çin-Vietnam topluluğu inşa etme konusunda sağlam ilerleme sağlamasının gerekliliğine işaret etti. Xi, kendi sosyalist inşa davalarında uzun vadeli ilerleme kaydettiklerini de sözlerine ekleyerek aslında Çin’e özgü sosyalizmin örnek bir model olduğunu da atıfta bulundu. Özellikle görüşmede Xi Jinping’in, “Dünyadaki sosyalist güçlerin güçlendirilmesi ve istikrarlı ve uzun süreli ilişkilerin sağlanması perspektifinden, ortak bir geleceğe sahip bir Çin-Vietnam topluluğu inşa etme konusunda sağlam ilerleme sağlamalıdır” ifadesi, Çin’in dünyadaki sosyalist ülkeleri bir araya getirecek yeni bir girişim üzerinde çalıştığının da bir göstergesi oldu. Özellikle, ortak gelecek, ortak kader kavramının sosyalizm yolunu izleyen Çin, Vietnam, Kuzey Kore, Küba, Sri Lanka, Laos, Nepal  ve Venezuela‘yı tıpkı geçmişte Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bir blok altında toplamaya yönelik bir ortak zemin, ortak girişim olma ihtimalini güçlendirdi. Özellikle, sosyalizm yoluna vurguda bulunması hali hazırda mevcut olan Sosyalist Enternasyonal örgütlenmesinin yanında Çin Komünist Partisi’nin önderlik ettiği yeni bir yapı da kurulabilir. Bu yapı sadece devletler veya rejimler düzeyinde mi olacak, yoksa dünyadaki tüm komünist ve sosyalist partileri bünyesine mi alacak? Bu henüz belli değil ancak belli olan tek şey daha önce Çin’e özgü sosyalizm düşüncesini ihraç etme gibi niyetleri olmadığını her fırsatta söyleyen Çinli yetkililer, şimdilerde yukarıda adını saydığımız ülkelerde ve Afrika’daki ülkelerde  Çin’e özgü sosyalizm modeli uyarlanabilme ihtimalini tartışıyorlar. Geçmişte benzer bir yapılanma, Sovyetler Birliği öncülüğünde görülmüştü. Sovyet Komünist Partisi’nin liderliğinde bir blok oluşturulmuştu. Buradaki en önemli ayrıntı, liderlik eden ülkenin aynı zamanda siyasi, ekonomik ve askerî açıdan blok dışı rakip bölgesel ve küresel güçleri caydırabilecek kapasitede olmasıydı. Bugün Çin, bu yeteneklere sahip görünmektedir. Bu nedenle, dünyadaki komünist ve sosyalist partilerin ve rejimlerin hamiliğine kendisini uygun görmektedir. Çin, yeni dönemde yeni bir strateji olarak jeopolitik riskleri ideolojik ittifaklarla göğüslemeyi deneyecek. 2018’den beri Çin, ABD ile yaşadığı gerginlikte daha militarist, daha agresif bir diplomatik dilden çok daha fazla ideolojik bir dil benimsemiş ve hem resmi söylemlerinde hem de yazılı ve görsel basında bunun etkileri görülmüştür. Oysa Soğuk Savaş sonrası dönemde gerek Çin-ABD ilişkilerinde, gerekse Çin dış politikasında bu tip ideolojik bir dil neredeyse hiç görülmemişti. Ancak hemen şunu da belirtmek gerekir ki, Trump döneminden itibaren ABD de, yeni soğuk savaş dönemi adını verdiği bir süreci başlatarak ve Çin’e karşı geleneksel diplomatik söylemi bırakarak, 1950’lerin katı McCarthyizm izleri taşıyan bir dil benimsemişti. Öyle ki, Trump görevinin son günlerinde, “Çin Komünist Partisinin  dünyayı yönetmesine izin vermeyeceğiz” diyerek Çin ile ABD arasındaki sözde ticaret savaşını ideolojik bir savaşa dönüştürme arayışına girmişti. 2019’da Çin’i Soğuk Savaş döneminin günümüzde yaşayan tek kurumu olan NATO’nun bir numaralı düşmanı haline getirme sürecinin başlatılması da, Çin ile ticari alanda mücadelede başarısız olan ABD’nin bu mücadeleyi ideolojik zemine çekerek bir başarı arayışı içerisine girmesi olarak gösterilebilir. Tabi bu arada NATO üyesi ülkelerin de Çin ile derin ticari ilişkileri olduğu da unutulmamalıdır. ABD’nin bu derin çelişkiyi nasıl aşacağı henüz belli değil.