Asya-Pasifik'te ittifaklar ve güvenlik mimarisi genelde şahıslar üzerinden yani liderler üzerinden oluşturulmuştur ve onlarla anılırlar. Örneğin Bandung  Konferansı (1955), örneğin Bağlantısızlar Hareketi (1961) gibi. Bu iki oluşumda Mısır lideri Abdülnasır, Yugoslav lider Tito, Hindistan lideri Nehru, Gana lideri Nikrumah  ve Endonezya lideri Sukarno önemli rol oynamış ve bu liderlerle özdeşleşmiştir. Yine günümüzden örnek vermek gerekirse dörtlü güvenlik işbirliği diyaloğu olarak adlandırılan ve ilk defa 2007’de dönemin Japonya Başbakanı Shinzo Abe tarafından başlatılan QUAD daha sona 2017’e ABD Başkanı Trump'ın öncülüğünde Hint-Pasifik kavramıyla yeniden canlandırılarak iki liderin bölge tarihine geçmesine vesile oldu. Ardından Biden da  Hint-Pasifik’in yeni nesil askeri paktı olan AUKUS’u kurmuş ayrıca Japonya, Güney Kore ve Filipinler'le yapılan yerel askeri ittifaklarda da bu ülkelerin liderleri ile birlikte ön plana çıkmıştır. 
Öte yandan, 2022’de İkinci Dünya Savaşından sonra müreffeh Avrupa’ya yeniden savaşı tattıran ve Çin, Kuzey Kore ve Vietnam ile yeni nesil bir ittifak sistemi ve blok oluşturan Putin’in Asya’nın NATO’su olarak adlandırılan Kolektif Güvenlik antlaşma Örgütünü de unutmamak gerek. 
Ancak bir isim daha var ki 2013’te kimilerine göre Çin’in dünya düzeni kimlerine göre kapsamlı bir ekonomik işbirliği projesi olan Kuşak ve Yol girişimini başlatan ve 2017’de Çin’in bir dünya gücü olduğunu ilan ederek artık rekabette Çin’in de var olduğunu gösteren Çin lideri Xi Jinping de Asya-Pasifik tarihine adını yazdırmıştır. Xi Jinping, dünyanın en büyük işbirliği örgütü olarak adlandırılan Şanghay İşbirliği Örgütü’nde genişleme sürecini başlatarak 6 üyeli örgütü 10 üyeli hale getirmiştir. 
Özellikle liderlerin inisiyatif alması, öncülük etmesi ve her şeyden önemlisi taahhütte bulunması, ortak güvenlik kimliği ve mimarisinin tam manasıyla tesis edilemediği  Asya Pasifik’ de önemlidir. Liderlerin sözü kurumsal destek ve taahhüdün  ötesindedir. 
Son dönemde Hint-Pasifik'te Çine karşı Japonya, Güney Kore, Hindistan, Avustralya ve Filipinler ile geliştirilmeye çalışılan ittifaklar zinciri projesinde merkez aktör olan ve önemli rol oynayan Japonya Başbakanı ve aynı  zamanda Liberal Demokrat Parti (LDP)  lideri  olan Kishida eylül ayında görevi bırakacağını söyledi. Japonya siyasetinde zaman zaman başbakanların bu tip çıkışları olağandır, sık sık kabine değişir ancak Kishida özelinde meselenin sadece Japon iç siyasetinde yaşanan bir gelişmeden öte bölgesel ve küresel anlamı olan bir gelişme olmuştur. Kishida’yı görevi bırakmaya götüren kriz LDP içindeki siyasi grupların siyasi fonu suistimal etmeleri üzerin çıktı. Partinin genel başkanı olarak da Kishida sorumluluğu üzerine alarak ya da almak zorunda kalarak  isafa etme kararı aldı. Eylül ayında partisine yeni genel başkan seçiline kadar görevini sürdürecek.
Bilindiği üzere, Japonya Başbakanı Kishida, Hint-Pasifik bölgesinde Çini çevrelemek ve kuşatmak için ABD Başkanı Biden, Güney Kore Cumhurbaşkanı Yon Suk-yeol ve Filipinler Devlet Başkanı Bongbong Marcos ile iyi bir ekip oluşturdu, iyi bir takım arkadaşı oldu. Aynı zamanda, Japonya’nın savunma stratejilerini güncelledi ve savunma bütçesinde tarihinde ilk defa büyük bir artış yaptı. Japonya’nın silahlanma sürecini başlattı. 
Hiç kuşku yok ki  Kishida’nın bu açıklaması hem Biden hem de Güney Kore Cumhurbaşkanı Yon Suk-yol tarafında bir şok etkisi yarattı. Zira, halihazırda, Hint-Pasifik’te bu son dönem ittifakların mimari olan Biden da 5 Kasım Amerikan başkanlık seçimlerinden çekilerek ikinci dönem başkanlık görevine devam etmeyecek. Zaten, geçtiğimiz aylarda Güney Kore’de yapılan milletvekili seçimlerinde Güney Kore Cumhurbaşkanı Yon Suk-yeol’un partisi büyük bir hezimete uğramıştı. Cumhurbaşkanı Yon Suk-yeol’ün partisi parlamento çoğunluğunu kaybetti. Bu da açıkçası Güney Kore halkının Cumhurbaşkanı Yon Suk-yeol’ün iç politikasını benimsemediği gibi aynı zamanda dış politikasını özellikle ABD ve Japonya ile ittifakını da benimsememiş, Amerikan askerlerinin Güney Kore topraklarında olmasına karşı çıkmışlardır. 
Japonya Başbakanı Kishida’nın görevi bırakmasının bir nedeni de partisinin oy kaybetmesini bir türlü durduramaması. Bunun nedeni Japon halkının Amerikan askerlerini topraklarında görmek istememeleri ve ABD ile bir ittifakın içine girilmesini desteklememeleridir. Açıkçası Japon halkı ülkelerini ABD’nin bir piyonu olarak görmek istememektedirler. 
Şimdi 2025’te ABD’de ve Japonya’da yeni lidereler görevde olacak. LDP’yi kurtarmak için yeni liderlik kadrosu Kishida’nın icraatlarını sorgulayacaklar ve belki de ABD ile Çin’e karşı ittifak meselesinde biraz frene basacaklar. Benzer bir durum ABD için de geçerlidir. Özellikle, ABD'de kimin başkan olacağı oldukça önemli. Trump'ın olması halinde yine Trump’ın Asya-Pasifik’te  ezber bozacağını Cumhuriyetçi Partinin ulusal kongresinde Kuzey Kore lideri ile ilgili yaptığı açıklamada görülmüştür. Ne demişti Trump? “Kim jong-un’u beyzbol maçına götürmek istiyorum.. Kim Jong-un ile  iyi anlaşıyorum, o da beni başkan olarak görmek istiyor. Eğer bilmek istiyorsanız, sanırım beni özlüyor" 
Buna karşın Demokratların adayı Kamala Harris’in Asya-Pasifik bölgesine karşı veya Çin’e karşı politikasının bir başka deyişle  dış politikasının ne olacağı konusunda hala belirsizlik var. 2025’ten önce de bu konuda net bir bilgi sahibi olamayacağız…Tüm bu gelişmeler Hint-Pasifik’teki güvenlik ve ittifak ağını nasıl etkileyecek henüz belli değil. 
Ancak, Japonya, bütün kartlarını açık oynamasına rağmen hala bazı konularda gizemini korumaktadır. Örneğin Japonya'nın en milliyetçi başbakanı olarak tanımlanan Shinzo Abe 'nin bir seçim kampanyası sırasında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesindeki esrar perdesi kaldırılmadı, münferit bir tarikat meselesi olarak yansıtılarak olay resmen örtbas edildi (?) Oysa Shinzo Abe, Kishida ikilisi Japonya'yı çok farklı bir rotaya soktu! Kishida, ilk defa Japonya'da savunmaya ve silahlanmaya daha fazla para ayıran başbakan olarak tarihe geçti ve Japonya'yı silahlandırma yönünde adımlar attı ve ilk defa nükleer silah sahip olma isteğini dile getirdi!
Şimdi, Washington’daki Çin karşıtı lobi ile Çin tehdidi okulu ne yapacakları konusunda kara kara düşünüyorlar. Eğer Japonya ve Güney Kore’yi iç politikadan  dolayı kaybederlerse bu ABD’nin Hint-Pasifik politikasının da sonu anlamına gelecektir. Hindistan'ın hiçbir zaman dahil olmadığı bu proje Güney Kore ve Japonya üzerinden yürütülmeye çalışılıyordu. ABD’nin elinde bu iki ülkenin iç politikasına müdahale edebilecek araçlar çok fazla yok. Özellikle, Japonya açısından oldukça kısıtlı ama Güney Kore açısından hala ABD’nin güçlü bir silahı var o da Güney Kore ordusu. 1961 ve 1979’da Güney Kore’de iki defa ordu yönetime el koymuştu. Özellikle, 1979 askeri darbesinin arkasında ABD’nin olduğu bugün açılan arşiv belgelerinde açıkça görülüyor. ABD, Güney Kore siyasetinde halkı devre dış bırakmak için darbe planlayabilir!