Geçtiğimiz hafta perşembe günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunanistan'a tarihi sayılabilecek günübirlik bir ziyaret gerçekleştirdi. 2019'da Miçotakis'in Başbakan olmasıyla birlikte Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde de yeni bir dönem başladı ve hızla ilişkiler gerildi karşılıklı tehditlere varan bir sürece evrildi. Miçotakis’in Başbakanlık görevine gelmesiyle birlikte değişen sadece Türkiye-Yunanistan ilişkileri değildi aynı zamanda ABD -Yunanistan ilişkileri de farklı bir boyuta geçmişti. Başta Girit, Rodos adaları olmak üzere Dedeağaç ve öteki önemli stratejik limanlar Amerikan ordusuna tahsis edildi. ABD, bu adalarda yeni deniz üsleri kurdu. Dedeağaç’a muazzam bir askerî yığınak yapıldı. Daha önce Kuşak ve Yol girişimi kapsamında Çin'e kiralanmış olan Pire limanının kalan kesimi Amerikan şirketlerine verildi. Oysa kalan kesimi de Çin’e kiralanacaktı. Çin'in Pire limanında yapmayı düşündüğü genişletme çalışmalarına bölgenin SİT alanı olduğu gerekçesiyle Miçotakis hükümeti tarafından izin verilmedi. Miçotakis yönetimi, ABD ve AB’yi arkasına alarak hemen her fırsatta Türkiye'ye meydan okuması ilişkileri neredeyse çatışma boyutuna getirdi. 2022'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ile başlayan  Avrupa'daki yeni sürecin etkisi Yunanistan’da da hissedildi. Yunanistan, Rusya'ya karşı Batıyla birlikte hareket ederek hem ABD'nin hem de Avrupa Birliği'nin yaptırım kararlarına katıldı bu nedenle zaman zaman Yunanistan, Rusya ile doğrudan karşı karşıya geldi. Türk-Yunan ilişkileri Cumhuriyetin ilk döneminden itibaren iyi başlamışken İkinci Dünya Savaşı'nın ardından özellikle 1950’lerde Kıbrıs sorununun belirmesi ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerde de çatlamalar meydana gelmiş, 1960lardan itibaren ise Kıbrıs sorununun iyice alevlenmesiyle birlikte Ege Denizi'nde bulunan ve Lozan Antlaşması ve Paris Antlaşması (1947)  ile silahlandırılması yasaklanan adaların silahlandırılmaya başlanmıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasından bugüne iki ülke arasında Ege'de halen deniz sınırlarını belirleyen bir antlaşma yoktur.  Bu nedenle kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, kara sularının genişliği, hava sahasının genişliği gibi sorunlar sürekli gündemde kalmıştır. 1973 tarihinden itibaren özellik Ege denizinde petrol arama meselesi beraberinde kıta sahanlığı sorunun getirerek Türkiye ile Yunanistan arasında büyük bir sorun haline dönüşmüştür. Bu dönemde Türkiye ile Yunanistan aralarındaki meseleleri Uluslararası Adalet Divanı'na götürmeye karar vermiş olsa da sonradan Türkiye bu karardan vazgeçmiştir. Kıbrıs Barış harekâtının da etkisiyle Ege'deki sorunlar Yunanistan’ın düşmanca eylemleri yüzünden çözüme kavuşturulmamıştır. Özellikle, Yunanistan'ın 6 mil olan karasularını 12 mil çıkarmak istemesi Türkiye tarafından “casus belli” olarak yani savaş nedeni olarak kabul edilmiştir. Daha sonra bu durum değiştirilmiş olsa da Türkiye, Ege’de bir oldu bittiye (fait accompli) asla müsaade etmeyeceğini ve gerekirse güç kullanacağını hemen her fırsatta söylemiştir. Dışişleri Bakanlığına göre Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’ndeki başlıca sorunlar esas olarak 5 kategori altında toplanmıştır: 1) Karasuları ve kıta sahanlığı ile bu alanların sınırlandırmalarını da kapsayan deniz yetki alanları 2) 1923 Lozan Antlaşması, 1947 Paris Antlaşması ve konuya ilişkin diğer uluslararası belgeler çerçevesinde Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsü. 3) Ege’ye ilişkin bir başka temel sorun, bazı coğrafi formasyonların yasal statüsü. 4) Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı olarak ulusal hava sahasının 10 deniz mili genişliğinde olduğunu iddia etmesi ve Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunu istismar etmesi 5) Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleri Ege sorununun yanına Kıbrıs sorununu ve Batı Trakya’daki Türk azınlığın durumunu da eklemek gerekmektedir. Yunanistan ise Ege sorununu sadece kıta sahanlığından ibaret bir sorun olarak görüyor. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların çözümü öyle görüldüğü kadar kolay değil. Her iki tarafın farklı bakış açıları ve farklı hukuki referansları var. Açıkçası uluslararası toplum da bu sorunlara bulaşmak istemiyor. Daha önceki hükümetlerin de yaptığı gibi anlaşmazlık yaşanan meseleler bir tarafa ayrılarak mutabık kalınan meseleler üzerinden ilişkilerin yürütülmesi ve geliştirilmesi tercih edilmiştir. Erdoğan ve Miçotakis de benzer bir strateji takip ediyorlar. Her iki lider de birbirlerine karşı çok sert söylemlerde bulunsalar da iki ülke çatışmanın eşiğine gelse de diplomasi kanalı hiçbir zaman kapatılmadı, diplomatik olarak iletişim her zaman devam etti. Bu bağlamda da düşük yoğunluklu olsa da diplomatik görüşmeler sürdü. Son dönemde gerek bölgesel gerekse küresel gelişmeler Türkiye ve Yunanistan'ın aralarındaki çözüme kavuşturulamayan sorunları rafa kaldırarak üzerinde anlaştıkları konular çerçevesinde ilişkileri geliştirme kararı verdiler. İlk defa iki ülke arasındaki ilişkiler rakip veya düşman gibi kavramlarla değil aksine kardeşlik kavramıyla tanımlanmış ve bu ilişkileri kardeşlik hukuku üzerinden geliştirme yönünde bir irade sağlanmıştır. Bu yeni süreç iki lider tarafından imzalan Atina Bildirgesi adlı belge tarafından kayıt altına alınmıştır. Böylece, Türkiye 2021’de imzaladığı İslamabad Deklarasyonu ve Suşa Beyannamesinden sonra Atina Bildirgesiyle de kendisi için kurmuş olduğu güvenlik çemberinin Batı hattını da güvence altına almış oldu. Sırada Suriye’ye yönelik atılacak adım var. Esad ile ilişkilerin normalleştirilmesi masada duruyor. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 22 Eylülde BM kürsüsünde elinde bir haritayla İsrail’in merkezinde olduğu yeni bir Ortadoğu’dan bahsetmesi ve ardından Hamas ile Gazze’de bir savaşa girişmesi ve bu savaşı yeni Ortadoğu’ya giden yolun ilk adımı olarak tanımlaması, ABD’nin Doğu Akdeniz’e askeri yığınak yapması ve İsrail’in hedefinde Suriye ve İran’ın bulunması, Esad yönetimini bir an önce Türkiye ile masaya oturması gerektiğini göstermektedir. Ortadoğu’da artık 7 Ekim öncesi ve 7 Ekim sonrası şeklinde yeni bir ayrım ortaya çıktı. Bölge artık 7 Ekim öncesi dinamikler üzerinden şekillenmeyecek. Yunanistan’ın da önünde bir seçenek var: Giderek yalnızlaşan İsrail ve ABD ile yola devam etmek ama içinde yaşadığı Akdeniz çanağında yalnızlaşmak seçeneği; ya da ABD ve İsrail’in dışındaki adaletin ve barışın yanındaki dünyanın yanında durmak. Bir başka deyişle tarihin doğru tarafında durmak. Bu nedenle, Yunanistan için de bugün tarihin ne tarafında duracağı önemli. İsrail, Gazze’de Rum Ortodoks kilisesini bombaladığında ne Atina’nın ne de Fener Patrikhanesi’nin gıkı bile çıkmadı. Bir başka Ortodoks ülke olan Rusya tepki gösterdi. İşte emperyalizm böyle bir şey: Onlar izin vermediği sürece değerlerinizi dahi savunamazsınız. Uzun lafın kısası, umulur ki,  Türkiye ile başlayan yeni süreç Yunanistan’ın da dış politika rotasında önemli bir değişiklik olur ve Yunanistan emperyalist blokun bir piyonu olmak yerine barışın bir neferi olur.