Son iki haftadan beri Türkiye’nin dış politika gündemine Hakan Fidan’ın temasları damgasını vuruyor. Geçtiğimiz hafta Çin’e yaptığı ziyaret, buradaki görüşmeleri ve basın toplantısı hem Türkiye de hem de dünyada çok konuşuldu. Özellikle, Urumçi ve Kaşgar ziyareti Batı’nın tezlerini çürütürken Türkiye ile Çin’i birbirine biraz daha yaklaştırdı. Bilhassa, Fidan’ın Urumçi ve Kaşgar şehirlerini Dışişleri Bakanı sıfatıyla ziyaret etmesi bölge konusunda hassasiyeti bilinen Çin’in son dönemde yabancı bir ülkeye karşı gösterdiği en önemli jestlerden bir tanesiydi. Ardından Hakan Fidan, Rusya’da Nijniy Novgorod’da düzenlenen BRICS Dışişleri Bakanları toplantısına katıldı. Ardından da Putin ile bir görüşme gerçekleştirdi. Rusya ziyareti sonrasında Ankara’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan yaptığı basın toplantısında Rusya ziyaretini değerlendirdi: “Nijniy Novgorod’daki BRICS toplantısı oldukça önemliydi. BRICS gündemini anlamak ve üyelerin görüşlerini ilk elden dinlemek bakımından oldukça faydalı oldu. BRICS’in küresel ekonomik sistemde yaklaşım, kimlik ve siyaset çeşitliliğini arttıran bir örgüt olduğunu bir kez daha gördük. BRICS, mevcut sistemin çeşitlenmesi bakımından bizim değerlendirmemize göre önemli bir işlev üstlenmekte.” Özetle Dışişleri Bakanı Fidan diyordu ki bu BRICS nedir? Nasıl bir şey? Neyle ilgileniyor? Ne yapıyor? Nasıl çalışıyor? Bunu anlamak için toplantıya katıldık. Bir başka deyişle Bakan diyor ki: başka bir amacımız yoktu yani başvuru falan yapmadık sadece bilgi edinmek için toplantıya katıldık. Oysa Çin’de Nijniy Novgorod’daki BRICS Dışişleri Bakanları toplantısına üyelik için başvuracağız gibi bir hava estirilmişti. 2009’dan beri BRICS’e üyelik konusunda benzer gelişmeleri hep yaşadık. Bu sefer artık tamam üye oluyoruz derken dümeni yine kırdık. Meğerse geçmişte olanların yine aynısı olmuş. Şu işe bakın ki ABD’nin Ankara Büyükelçisi Flake tam da toplantının olduğu gün içinde mesajlar dolu olan bir röportaj verdi ve uyardı: “Türkiye, Batı’ya demir attı. F-16 anlaşması bunu göstermektedir." ABD, büyükelçinin ağzından Türkiye’nin BRICS’e katılmasını istemediğini de o gün duyurdu. Yine bir kez daha Washington, Türkiye’yi kendi başına bırakmadı. Çünkü Türkiye, Batı’ya aitti ve Batı istemediği sürece yerinden kıpırdayamazdı. Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Putin’in geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin Batı ile yeni bir ekonomik anlaşma yaptığı konusunu gündeme getirmesi ve Türkiye’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılma ihtimaline işaret etmesi Türkiye ile Batı arasında yeni bir dönemin başladığını göstermişti. Dışişleri Bakanı Fidan’ın Çin ziyareti sırasında F-16 anlaşmasının duyurulması ve Büyükelçi Flake’in BRICS toplantısının oluğu gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray’a davet edildiğini duyurması tamamıyla Türkiye’nin kurulmakta olan yeni dünyada yer almasını engelleme adına girişimler olduğu açıktı. Buradan yola çıkarak Suriye’de terör örgütünün yapacağı yerel yönetimler seçiminin ertelenmesi de Washington’un girişimiyle olmuş ama nihayetinde sadece ertelenmişti , iptal edilmemişti ve aynı Batı halen konteyner dolusu silahı teröristan’ın kurulması için Suriye’deki terör yapısına vermeye devam ediyor. Bu tür bölgesel ve küresel yapılara başvurular ve bu yönde açıklamalar aynı zamanda Türkiye için bir samimiyet testi olmaktadır. Her defasında kapısına gelip dönmek Türkiye’ye bir şey kazandırmayacağı gibi ilgili ülkelerin nezdinde de güvenirliğine yönelik şüphelerin oluşmasına neden olacaktır. Ne BRICS ne de Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) için Türkiye’nin feda edeceği veya feragat etmesi gereken bir durum yok. Bir başka deyişle NATO üyesi olması AB aday statüsünde olması bu örgütlere üye olmasına engel değil. Zira her biri farklı yapılanmalar. Örneğin Türkiye, Rusya’nın Kolektif Güvenlik Antlaşma Örgütü'ne (KGAÖ) üye olmak isteseydi, bu problem yaratırdı. Çünkü bu askeri savunmayı önceleyen ortak savunmayı temel alan bir askeri pakt ve Rusya’nın NATO’su olarak da adlandırılıyor. Oysa BRICS ekonomi tabanlı gevşek yapılı bir işbirliği platformu ve henüz örgüt statünde bile değil. ŞİÖ de her alanda işbirliğini öngören sivil bir bölgesel işbirliği örgütü, kesinlikle bir askeri pakt değil. Dolayısıyla bu örgütlere üye olmanın her hangi bir mahsur yok. Örneğin, Hindistan her iki yapıya da üye ama ABD veya Fransa ile stratejik ortak olmasına bir engel değil. Hindistan’ın ABD ve Fransa ile nükleer alandan savaş uçaklarına kadar bir çok alanda ortak işbirliği var. Türkiye’yi tek bir merkeze mahkûm ederek ülkemize en büyük haksızlığı yapıyoruz. Oysa 21. yüzyıl yeni fırsatların, yeni pazarların yeni güç merkezlerinin ve ticaret alanlarının olduğu bir yüzyıl. Bir başka deyişle çok merkezli, çok sesli, çok kutuplu yeni bir dünya var önümüzde. Bu merkezler, bu kutuplar birbirlerine ticari ve enerji koridorlarıyla bağlanacak. Türkiye, jeopolitik konum nedeniyle bu koridorların merkezinde olacak. Bu nedenle stratejik önemi daha da artacak. Rusya ile köprüleri atan Avrupa için Asya ve Avrasya için tek karasal bağlantı Türkiye. Bu nedenle Türkiye’yi AB adaylığı ile oyalamaya devam edecekler. Öbür tarafta ABD için Türkiye halen Orta Doğu’da Arap ülkeleri ve İran karşısında önemli bir denge unsuru ve aynı zamanda İsrail için yakın bir müttefik. Şu an için İsrail-Türkiye işbirliği düşünülemez gibi dursa da ABD’nin kafasında ileride ilişkileri tekrar normalleştirmek var ve hiç kuşku yok ki dahası var. Uzun lafın kısası, ABD, Türkiye’nin Avrasya blokuna kaymaması için kesenin ağzını açmış durumda. F-16 anlaşmasıyla başlayan süreç kim bilir belki F-35 programına yeniden dönüş ile sonuçlanır. YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN