1949’da Çin, kuruluşunun hemen ardından Soğuk Savaş’ın sıcak ikliminin de katkısıyla dış politikada bir çok sorunla karşılaştı. Bunların başında Çin’in tanınması ve BM’ye üye olarak kabulü vardı ki bu noktada ABD, Çin’i yalnızlaştırmak için büyük çaba sarf etti ve kısmen de başarılı oldu. Çin’i tam 22 yıl  BM’nin dışında bırakarak onun haklarını gasp etti.  Çin Halk Cumhuriyeti’nin yerine Taiwan‘ın Çin halkının temsilcisi olarak üye olmasını sağladı. ABD, sadece diplomasi alanında değil Çin’deki rejimin geleceğine yönelik de planlar üretmekteydi. Çin’in komşularıyla Çin’e karşı bir çevreleme planı uygulamaya çalışıyordu. Bu arada, 1950-1953 yılları arasında yaşanan Kore savaşı da bu sürecin  tuzu biberi olmuştu. Batı Çin’e artık farklı bir pencereden bakmaya başlamıştı. Bu bakış çok fazla dostane değildi. Mao, yeni Çin’in dış politikası  hakkında “misafirleri davet etmeden önce evi temizlemek gerekir” demişti. Bir başka deyişle,  Çin’in kendisinin seçeceği ülkelerle diplomatik ilişki kuracağına işaret etmişti. Gerçekten de İsrail, 1950’de ABD’nin tüm itiraz ve baskılarına rağmen Çin’i tanıdığında Çin hemen karşılık vermedi ve İsrail’i tanımayacağını nazik bir dille iletti. Çin ile İsrail arasında resmi diplomatik ilişkiler ancak 1992’de kurulabildi. Çin, ABD tarafından Asya’daki kızıl tehdit olarak adlandırılırken, Çin'in Tibet bölgesi ile Hindistan arasındaki ticareti ve kültürel etkileşimi teşvik etmek ve Çin ve Hindistan halklarının hac ve seyahatini kolaylaştırmak için müzakereler 31 Aralık 1953'te Pekin'de başladı ve 24 Nisan 1954'te bir anlaşma imzalandı. Hindistan, “Çin'in Tibet bölgesi” adını kabul ederek burayı ilk kez Çin Halk Cumhuriyeti'nin ayrılmaz bir parçası olarak tanıdı. Çin ile Hindistan’ın Tibet üzerine bir araya geldikleri bir toplantıda Zhou Enlai tarafından sunulan ilkeler yeni Çin dış politikasının da temelini oluşturduğu gibi modern Çin dış politikasının da adeta manifestosu oldu. Beş ilke olarak bilinen  daha sonra Çin tarafından geliştirilerek Barış İçinde Bir arada Yaşamanın Beş İlkesi olarak adlandırılan bu ilkeler şunlardır:
  1. Birbirinin toprak bütünlüğüne ve ­egemenliğine karşılıklı saygı.
  2. Karşılıklı saldırmazlık.
  3. Karşılıklı olarak birbirlerinin iç işlerine karışmama.
  4. Eşitlik ve karşılıklı yarar.
  5. Barışçıl bir arada yaşama.
 Bu ilkeler, esas 1955 yılında  Bandung Konferansında tüm dünya tarafından öğrenildi. Barış içinde yaşamanın beş ilkesi Bandung Konferansında 1960’lardaki  Bağlantısızlar Hareketine giden yolu da açtı. Dönemin siyasi ve diplomatik ikliminde  oldukça cesur bir söylem içeren bu ilkeler bugün halen Çin dış politikasının temelini oluşturmaktadır. O dönem maalesef Hindistan, Çin ile birlikte kabul ettiği  bu ilkelere uymadı. Özellikle, karşılıklı saldırmazlık ve birbirinin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine karşılıklı saygı ilkeleri Hindistan tarafından ihlal edildi.1962’de Hindistan, Çin’i bir sınır savaşına kışkırtarak küçük çapta bir silahlı çatışma oldu. Savaş sırasında Hindistan, Sovyetler Birliği'nden yardım aldı. Çin-Hindistan sınır savaşından sonra Çin yoluna tek başına devam etti. Sovyetler Birliği de vakit kaybetmeden kapitalist dünya ile barış içinde yaşayabileceklerini duyurdu. Kruşçev , 1959’da Foreign Affairs dergisine yazdığı makalede Sovyetler Birliği’nin barış içinde yaşama kavramını gündeme getirdi. Kruşçev’e göre barış içinde bir arada yaşama kavramı ilk defa Lenin tarafından gündeme getirilmişti. 1960’larda başlayan Çin-Sovyet anlaşmazlığı ve rekabeti kendisini barış içinde bir arada yaşama ilkesi üzerinde de gösterdi, ancak Sovyetler Birliği daha sonra Brejnev döneminde ilan ettiği komünist ülkelere askeri müdahaleleri meşru gören Brejnev Doktrini'yle barış içinde bir arada yaşama ilkelerini kendisine bağlı ülkelerde açıkça ihlal etti. Ardından bağımsız ve egemen bir devlet olan Afganistan’ı 1979’da işgal etti. Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan yeni jeopolitik düzende Çin beş ilkeyi savunmaya devam etti. Bu bağlamda, beş ilke sadece bir manifesto değil ayı zamanda Çin’in diğer devletlere bir taahhüdü olarak ortaya çıktı. Bilhassa, ekonomik büyüme ve beraberinde gelen kalkınma süreci beş ilkeyi  Çin dış politikasının temel yol göstericisi yaptı. Çin, her zaman diplomasiye güvenmiş ve sorunların diplomasi ile çözülmesini tercih etmiştir. Sorunların askeri yöntemlerle veya kuvvet kullanılarak çözümüne karşı çıkmıştır. Bu bağlamda, askeri paktlardan uzak durmuştur. Askeri paktların savaşa neden olduğuna inanmıştır. Bu nedenle kuruluşunda öncü olduğu örneğin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi yapılanmalar askeri değil sivil işbirlikleri şeklinde olmuştur. Rusya’nın zaman zaman ŞİÖ’ye askeri kimlik kazandırma girişimlerine de hep karşı çıkmıştır. 21.yüzyıl, New York’ta ikiz kulelere yönelik terör saldırıları ile başlamış, uluslararası politikada da yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. 20.yüzyıl büyük güçler arasındaki ideolojik ve askeri rekabetlerle geçmiş olmasına rağmen 21.yüzyılda uluslararası terörizm devletlerin yeni büyük tehdidi haline gelmiştir. Maalesef, terör tehdidi küresel güçler tarafından bir bahane olarak kullanılarak bağımsız ve egemen devletlere müdahale edilmiş, rejimler ve yönetimler kuvvet kullanılarak değiştirilmiş; hatta liderler idam veya linç edilmiştir.  Her ne kadar terörizm diğer devletlere müdahale için bir aparat olarak kullanılsa da terörizm tehdidi ortadan kalkmamıştır. Dünyada uluslararası terörizmi bir tehdit olarak görürken aynı zamanda terörizmi rakip ülkeler için bir silah olarak gören bir anlayış da gelişmiştir. Son dönemde ABD’nin terör örgütlerini kendisinin yeni kara gücü olarak dönüştürmesi ve terör örgütlerinden kendisine asker devşirmesi yeni bir güvenlik sorununu ortaya çıkarmıştır.  Orta Doğu’da ve Avrasya coğrafyasında ABD, bu terör örgütlerini kendi deyimiyle kara gücü olarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır.

Beş İlke ve Küresel Güvenlik Girişimi

Çin’e göre uluslararası ilişkilerde en büyük sorun BM’nin gerektiği gibi görevini yapamamasıdır. Özellikle, Soğuk Savaş sonrası dönemde BM Teşkilatı'nın altı oyulmuş, güvenirliği tartışılır hale gelmiştir. 1999 Kosova operasyonunda ve 2001’de  Afganistan’ın ve Irak’ın işgalinde BMGK’nın rolü hep tartışılmıştır. ABD’nin fütursuzca uluslararası sistemin kodlarıyla oynaması dünyayı daha tehlikeli bir hala getirmiştir. Bugün, Gazze katliamında  BM’nin İsrail üzerinde hiçbir bağlayıcı etkisinin olmamasını ana nedeni ABD’nin sözde  kurallara dayalı uluslararası düzeni bizzat kendisinin yıkmasıdır. Bu nedenle  Çin, 2013 yılından itibaren yeni dünyanın yeni ihtiyaçlarına karşı Çin’in beş ilkesini daha da güçlendirmek adına temelinde güçlü bir BM teşkilatının olduğu Küresel Güvenlik Girişimi ve Küresel Medeniyet Girişimi'ni geliştirmiştir. Böylece, sorunları güçlü ülkeler kendi  çıkarlarına göre değil BM’nin uluslararası hukuka göre adil bir şekilde çözmesi sağlanmış olacak. Peki barış içinde bir arada yaşamanın beş ilkesi hiç olmadığı kadar daha da karmaşıklaşan bugünün dünyasıyla uyumlu olabilecek mi? 28 Haziran’da Beijing'deki Barış İçinde  Birlikte Yaşamanın Beş İlkesinin 70. Yıldönümünü Anma Konferansı'nda yaptığı konuşmada Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, bugün dünyanın "nasıl bir dünya inşa edileceği ve nasıl inşa edileceği" şeklindeki tarihi soruyla karşı karşıya olduğunu kaydederek, Çin'in insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir toplum önererek zamanın çağrısına cevap verdiğini ve bu vizyonun yeni koşullarda Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi'ni sürdürmek, teşvik etmek ve yükseltmek için en etkili hamle olduğunu söyledi. Ayrıca Xi, "Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi'ni savunmaya, insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir toplum inşa etmek üzere tüm ülkelerle birlikte çalışmaya ve dünya barışının korunması ve ortak kalkınmanın teşvik edilmesine yeni ve daha büyük katkılarda bulunmaya devam edeceğiz" dedi. Barış içinde yaşamanın beş ilkesi aynı zamanda çok kutuplu yeni dünya düzenin de temelini oluşturmaktadır. Yeni dünyada uluslararası ilişkileri bu ilkeler üzerine kurulu olacak. Bağımsız  ve egemen her devletin toprağı da  yönetimi de dokunulmaz kutsal olacak. Dünya ve hukuk sadece güçlülerin ve büyüklerin değil tüm insanlığa ait olacak. Beş ilke öz itibariyle emperyalizm ve hegemonya arayışı ile ters düşmektedir. 21.yüzyılda emperyalizm ve neo-sömürgecilik yeniden hortlamış durumdadır. Bu bağlamda, beş ilkenin çizdiği çerçevede emperyalizme ve neo-sömürgeciliğe yer olmadığı gibi müsaade de etmemektedir. Son dönemde, Çin’in en fazla üstünde durduğu husus yeni hegememonyacılık arayışıyla mücadele etmek. Xi Jinping,  konferansta yaptığı konuşmada bu ilkelerin uluslararası ilişkiler için açık, kapsayıcı ve evrensel olarak uygulanabilir temel normlar ve uluslararası hukukun temel ilkeleri haline geldiğini söyleyerek, Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi'nin uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukukun üstünlüğü için tarihi bir mihenk taşı oluşturduğunu, farklı sosyal sistemlere sahip ülkeler arasındaki ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesinde başlıca rehber olarak hizmet ettiğini, gelişmekte olan ülkelerin birlik yoluyla işbirliği ve öz güç peşinde koşma çabalarının arkasında güçlü bir toparlayıcı güç olduğunu ve uluslararası düzenin reformu ve iyileştirilmesine tarihi bir bilgelik kattığını söyledi. Bunun yanında Xi Jinping, bu ilkelerin küçük ve zayıf ülkelerin çıkarlarını ve arayışlarını güç politikalarından korumak amacıyla başlatıldığını belirterek, emperyalizme, sömürgeciliğe ve hegemonyacılığa kategorik olarak karşı çıktıklarını ve daha adil ve eşitlikçi bir uluslararası düzen için önemli bir entelektüel temel oluşturduklarını sözlerine ekledi. Görüldüğü üzere, Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi ABD’nin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, (bugün üstünlerin hukuku haline gelmiştir ) piyasa ekonomisi, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü ilkelerinin yerini almak üzeredir. ABD’nin kendi evrensel değerlerinin bugün artık hiçbir anlamı kalmamıştır. Bizzat kendi eliyle kurduğu BM’yi, uluslararası hukuku ve hukukun üstünlüğünü  İsrail postalları altında çiğnetmiştir. Bugün ABD’nin kurulmasında öncülük ettiği BM’nin “namusunu”  22 yıl boyunca üye olmasını engellediği Çin savunmaktadır. ABD’nin aslında Çin’e olan öfkesi biraz da bundandır. Barış Adıbelli  YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN