Barış Adıbelli Geçtiğimiz çarşamba günü ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping San Francisco’da APEC zirvesinde bir araya geldiler. Yaklaşık iki saatlik görüşme sonucunda iki ülke de işbirliğini geliştirme, çatışma yerine sorumlu rekabeti tercih ettiklerini açıkladılar; ancak toplantının ardından düzenlenen basın toplantısında Biden'ın bir gazetecinin sorusu üzerine Xi’yi halen diktatör olarak gördüğünü söylemesi hem Amerikan kamuoyunda hem de Çin kamuoyunda soğuk duş etkisi yarattı. Öyle ki, Biden'ın bu açıklamayı yaptığı sırada salonda bulunan Dışişleri Bakanı Blinken’ın  bir anda yüz ifadesi değişti. Açıkça, Blinken da Biden'dan böyle bir çıkış beklemiyordu. Muhtemelen, Biden’ın bu çıkışı yaşa bağlı bir gaf olarak geçiştirilmeye çalışıldı. Ama önemli bir gaf; iki  saat boyunca ABD'nin Çin nezdinde inşa ettiği güveni yerle bir eden bir gaf. Bunun telafisi olur mu? Onu zaman gösterecek. Bilindiği üzere, son dönemde Çin-ABD ilişkilerindeki en önemli sorun “güven sorunu” ve bunu aşmak oldukça zor. Buna rağmen, güven sorununu  aşmaya yönelik hamleler devam ederken Biden'dan böyle bir çıkış gelmesi Çin-ABD ilişkilerinin yeni geleceğini de tehlikeye atmıştır. Neyse ki, Xi Jinping ABD'nin önde gelen iş adamları ve yatırımcılarıyla akşam yemeğinde bir araya geldiği için oldukça meşguldü. Resmi adıyla hoş geldiniz yemeği olan bu  akşam yemeğinde bir konuşma yaptı. Bu yemek daha gerçekleşmeden Amerikan medyasında oldukça tartışılmıştı. Zira Xi’nin oturduğu masada yer almanın bedeli 40 bin dolar olarak açıklandı. Dünyanın en önde gelen Amerikan şirketlerinin tepe yöneticilerinin hemen neredeyse hepsi bu yemekte vardı. Bu da Amerikan iş dünyasının Çin'e gösterdiği ilgiyi göstermesi açısından önemliydi.  Bir başka deyişle, Biden, ne derse desin Amerikan iş dünyasının kendi gündemi yürüyordu. Biden’ın bu diktatör çıkışı aslında bir bilinçaltının dışa vurumuydu, yani birileri takiye yapıyordu. Aslında 2024 Başkanlık seçimleri için bir taktikti. Çünkü Biden, eğer Çin ile ilişkileri normalleştirme ve geliştirme yolunda gerçekten samimi olsaydı bu görüşme APEC zirvesi marjında değil Beyaz Saray’da Oval Ofiste olurdu; ancak görev süresi boyunca Xi Jinping’i Oval Ofis'te ağırlamadığını hatırlamakta fayda var. Bir başka deyişle, resmi olarak ABD'ye davet etmedi. Zaten Xi Jinping de ABD'de Biden'ın davetlisi olarak değil yani resmi devlet ziyareti yapmıyor aksine APEC San Francisco zirvesine katılmak için oradaydı. O halde, Biden'ın iki önemli stratejik taktik izlediği söylenebilir: Birincisi; 2024 seçimlerine yönelik Amerikan kamuoyuna vermiş olduğu mesaj, özellikle iş dünyasına vermiş olduğu Çin ile ilişkileri normalleştirilmesi mesajı. Amerikan iş dünyasının özellikle başkan adaylarının para toplama konusunda bir numaralı kaynak olmaları hasebiyle Amerikan siyaseti üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Diğer stratejik taktik ise Ortadoğu'da bölgesel bir savaşa yol açabilecek İsrail-Hamas çatışmasının bölgeye yayılmaması adına  bir an önce bitirilmesi için Çin ile  geçici bir normalleşme sürecinin başlatılması. Tüm bu hamleler aslında ABD'nin aynı anda üç cephede mücadele edemeyecek olmasından kaynaklanmaktadır. Sıcak bir çatışmanın yaşanmadığı Çin ile gerginliğin bir şekilde [durdurulması değil !] dondurulması tercih edildi. Tabi ki bu arada İran’ı da unutmamak lazım. Biden, Xi’den İran’ın İsrail-Hamas savaşına müdahil olmamasını sağlamasını istedi. Tüm bu stratejik hamlelerin doğruluğunu bize zaman gösterecek. Bu senaryo tamamıyla bir komplo teorisi olarak da kalabilir veya hayata da geçebilir. Önümüzdeki günlerde Güney Çin Denizi, Doğu Çin Denizi, Taiwan, Japonya, Güney Kore, AUKUS ve QUAD ilgili gelişmeler bize ABD’nin ya da Biden yönetiminin Çin hakkındaki gerçek düşüncesini gösterecektir. Xi-Biden görüşmesinde her iki taraftan da güzel temenniler geldi. İki ordu arasındaki iletişim kanallarının tekrar açılması ve iki lider arasında doğrudan bir telefon hattının tesis edilmesi bu görüşmenin en somut sonuçlarıydı. Fakat Beijing yönetimi ABD’nin özellikle Taiwan konusunda ortaya koyduğu görüşün sahada yansımasını görmek istemektedir. Ocak  2024’te Taiwan’da Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Gelen haberlere göre Demokratik İlerleme Partisi karşında tüm muhalif partiler Kuomintang'ın önderliğinde birleştiler. Muhtemelen ortak bir aday çıkaracaklar. Bir bakıma bağımsızlık yanlıları ile birleşmeyi destekleyenler arasında  büyük bir çekişme olacak. Burada ABD’nin rolü oldukça önemli. Biden, Xi’den Amerikan seçimlerine müdahale etmeme talebinde bulundu; halbuki kendisi Taiwan seçimlerine müdahil olacağı kesin. En azından  bağımsızlık yanlısı Demokratik İlerleme Partisini bir şekilde destekleyecek. Bu nedenle, Ocak 2024 tarihi Çin-ABD ilişkilerinin seyri açısından önemli olacak. San Francisco görüşmesi de ilk sınavını Taiwan seçimlerinde verecek. Sonuç olarak Xi Jinping Amerikan iş dünyası ile bir araya geldiği yemekte yaptığı konuşmada da yukarıda ortaya konan kriz noktalarını üstü kapalı olarak dile getirmiştir. Xi konuşmasına şu soruyla başlamıştır: “Bizim için bir numaralı soru şudur: Biz rakip miyiz, ortak mıyız? Bu temel ve kapsamlı sorundur. Mantık oldukça basittir. Eğer karşı taraf birincil rakip, en önemli jeopolitik zorluk ve hızla ilerleyen bir tehdit olarak görülürse, bu yalnızca yanlış bilgilendirilmiş politika yapımına, yanlış yönlendirilmiş eylemlere ve istenmeyen sonuçlara yol açacaktır. Çin, ABD'nin ortağı ve dostu olmaya hazır. Çin-ABD ilişkilerini yürütürken izlediğimiz temel ilkeler karşılıklı saygı, barış içinde bir arada yaşama ve kazan-kazan işbirliğidir. Barış içinde bir arada yaşama, uluslararası ilişkiler için temel bir normdur ve hatta Çin ve ABD'nin iki büyük ülke olarak tutunması gereken bir temel çizgidir. Barışçıl kalkınmaya kendini adamış Çin'i bir tehdit olarak görüp ona karşı sıfır toplamlı bir oyun oynamak yanlıştır.” Görüldüğü üzere Çin-ABD ilişkilerindeki güven sorunu halen ortadan kaldırılmış değil. Bu güvensizlik duygusu  Çin Devlet Başkanının konuşmasında bile  görülebilmektedir. Dolayısıyla, iki ülke arasındaki ilişkilerin istenilen seviyeye ulaşması için ciddi bir zamana ihtiyaç olduğu görülmektedir.