Geçtiğimiz Çarşamba günü tüm dünya nefesini tutmuş bir şekilde ABD ve Çin liderleri arasında San Francisco’da APEC Zirvesi nezdinde düzenlenen zirveye kilitlenmiş durumdaydı. Bilindiği üzere bir süreden beri Çin ile ABD’nin arasında adı konmamış ve ilan edilmemiş bir soğuk savaş yaşanıyordu. Çin, ABD'yi kendisini kuşatmakla, çevrelemekle suçluyordu. Özellikle, Japonya, Güney Kore, Filipinler, Vietnam ve Hindistan gibi ülkelerle Pasifik'te ve Hint Okyanusu'ndaki ABD'ye yakın ülkelerle Çin'e karşı bir kuşatma çevreleme stratejisi inşa etmeye çalışmakla suçlanıyordu. Bunun yanında, ABD, Pasifik ve Hint okyanusuna kıyısı olan ülkeler de dahil olmak üzere özellikle Güney Çin denizine kıyısı olan ülkeleri Çin’e düşmanlaştırmak için oldukça büyük bir çaba sarf ediyor.
Aslında, Çin'le ABD arasında ilk normalleşme adımları 2022'de G20 Bali zirvesinde gerçekleşti. Çin Devlet Başkanı ile ABD Başkanının bir araya geldiği 3,5 saatlik görüşmede ilişkilerin normalleştirilmesi adına önemli adımlar atıldı. Bu adımların en başında ise Dışişleri Bakanı Blinken’ın Pekin'e gitmesi kararlaştırıldı; ancak 2023 yılının ilk günlerinde Çin ile ABD arasında casus balon krizi patlak verdi ve Blinken’ın o hafta yapmayı düşündüğü gezi ertelendi. Tekrar sil baştan ABD ile Çin en başa döndü ve en baştan yeniden ilişkilerin normalleştirilmesi üzerine yeni koşullar altında müzakerelere başladılar.
Çin ile ABD tekrar yeni bir fırsat yakaladı: 2023 G20 Yeni Delhi zirvesi. Biden, büyük umutlarla bu zirveye gitti. Bu zirvede Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile görüşmeyi umuyordu; ancak bir son dakika gelişmesi olarak Xi Jinping G20 Yeni Delhi zirvesine katılmaktan vazgeçti ve bu zirveye gelmedi. Amerikan tarafı büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Çünkü bu zirveye Çin, ile ilişkilerin normalleştirilmesi bağlamında önemli anlamlar yüklemişti. Fakat ABD yılmadı. Çin'le ilişkileri normalleştirme adına arayışlarına devam etti. Bu bağlamda, birkaç ay önce Amerikan Hazine Bakanı ve üst düzey ekonomi yetkilileri Çin’i ziyaret ettiler ve burada olumlu mesajlar verdiler.
Peki, ABD, durup dururken neden Çin'e karşı yelkenlerini indirdi? Kuşkusuz bu soruya farklı dinamikler üzerinden cevap vermek mümkündür. Fakat son dönemde Çin'in özellikle çok kutuplu sistem bağlamında attığı adımlar ve bunun somut yansımaları örneğin Şanghay İşbirliği Örgütü gibi BRICS gibi bu iki örgütün genişlemesi ve bu iki örgüte dünyadan ilginin oldukça yoğun olması, yine Çin ve Rusya'nın başını çektiği bir blokun artık yeni bir ekonomik sistemin ve düzenin kuruluşunun gerektiğinin altını çizmeleri ve Amerikan dolarının uluslararası ticaretin para birimi olmaktan çıkarılması; hatta ileri aşamada Çin ve Rusya'nın da içinde bulunduğu zaman zaman Küresel Güney olarak da adlandırılan blokun yapının kendi ortak para birimini çıkarma ihtimali bile konuşulmaktadır. Tüm bu gelişmeler ABD’yi endişelendirmektedir. Çünkü Amerikan hegemonyası dört önemli blok üzerine kuruludur: Bilgi, güç, teknoloji ve ekonomi. Ekonomi diğer üç unsuru besler. Amerikan Doları ABD'nin küresel düzeni yönetmek için en önemli anahtarıdır. Bunu kaybettiği an küresel ekonomi üzerindeki etkisini ve yetkisini de kaybeder.
İşte bu tartışmaların altında Xi Jinping, altı yıl aradan sonra geldiği ABD’de 15 Kasım’da San Francisco’da ABD Başkanı Biden ile bir araya geldi. İki ülke arasında üçüncü kez bir görüşme fırsatı ortaya çıktı. Bu defa bir yol kazasına veya balon kazasına uğramadan görüşme gerçekleşti. Görüşme yaklaşık iki saat sürdü. Bu geçtiğimiz yıl Bali’de gerçekleştirilen görüşmeden daha kısa bir süre anlamına geliyor. Çin tarafı yapıcı bir diplomasi takip ediyor. Her şeye rağmen ABD ile çatışmacı bir dil değil işbirliği ve uzlaşmayı önceleyen barışçıl bir diplomatik dil kullanmayı tercih ediyor. İki ülke arasında son dönemde örülen Berlin Duvarını yıkmak için büyük bir çaba sarf edilecek.
San Francisco görüşmesinin ana teması rekabetin çatışmaya dönüşmemesinin sağlaması oldu. Xi Jinping, görüşmede bugün dünyanın bir yüzyılda görülmemiş derin değişimler geçirdiğine dikkat çekerek, Çin ve ABD için iki seçenek bulunduğunu söyledi: Birincisi dayanışma ve iş birliğini geliştirmek, küresel zorluklarla mücadele etmek için el ele vermek ve küresel güvenlik ve refahı teşvik etmek; diğeri ise sıfır toplamlı zihniyete tutunmak, rekabeti ve çatışmayı kışkırtmak, dünyayı kargaşaya ve bölünmeye sürüklemektir. İki seçenek, insanlığın ve dünyanın geleceğine karar verecek iki farklı yöne işaret ederek, dünyanın en önemli ikili ilişkisi olan Çin-ABD ilişkisinin bu geniş bağlamda algılanması ve tasarlanması gerektiğini de sözlerine ekledi.
Xi, ülkenin eski sömürgeleştirme ve yağma yolunu izlemeyeceğini veya büyüyen bir güçle hegemonya arayışına yönelik yanlış yolu izlemeyeceğini, ideoloji veya rejim ihracı yapmadığını söyledi. Çin’in ABD'yi geçme ya da koltuğundan etme planı yok. Aynı şekilde ABD'nin Çin'i baskı altına alma ve kontrol altına alma planı yapmaması gerektiğini de sözlerine ekledi. Bunun yanında, Xi; karşılıklı saygı, barış içinde bir arada yaşama ve kazan-kazan işbirliğinin, 50 yıllık Çin-ABD ilişkilerinden ve tarihteki büyük ülkeler arasındaki çatışmalardan öğrenilen dersler olduğunu ve iki ülke arasındaki ortak çabaların yönü olması gerektiğine dikkat çekerek birbirlerinin ilkelerini ve kırmızı çizgilerini saygı duyulmasının altını çizdi. Kısacası, Çin'in korunması gereken çıkarları, savunulması gereken ilkeleri ve uyulması gereken sonuçları var" dedi.
Ayrıca, Xi Jinping, San Francisco'da iki taraf yeni bir vizyon benimsemeli ve Çin-ABD ilişkilerinin beş sütununu birlikte inşa etmesi gerektiğini söyledi. Bu beş sütun şunlardır:
- Ortaklaşa doğru bir algı geliştirmek
- Anlaşmazlıkları ortaklaşa etkili bir şekilde yönetmek
- Karşılıklı yarar sağlayan işbirliğinin ortaklaşa ilerletilmesi
- Büyük ülkeler olarak sorumlulukların ortaklaşa üstlenilmesi
- İnsanlar arası değişimin ortaklaşa teşvik edilmesi
Biden-Xi görüşmesinde en hassas ve önemli konu başlığı Tayvan oldu. Öyle ki, Xi, Biden'a toplantıda “Tayvan'ın Çin-ABD ilişkilerindeki en tehlikel mesele olduğunu” söyledi. Xi, Çin'in, ABD'nin G20 Bali zirvesinde Tayvan konusunda yaptığı olumlu açıklamaları ciddiye aldığını belirterek, ABD tarafının "Tayvan'ın bağımsızlığını" desteklememe, Tayvan'ı silahlandırmayı bırakma ve Çin'in barışçıl yeniden birleşmesini destekleme konusundaki kararlılığını yerine getirmek için gerçek adımlar atması gerektiğini ekledi. Xi, Çin'in yeniden birleşmeyi gerçekleştireceğini ve bunun durdurulamaz olduğunu vurguladı.
Biden ise, ABD-Çin ilişkisinin dünyadaki en önemli ikili ilişki olduğunu belirterek ABD-Çin çatışmasının kaçınılmaz olmadığını, istikrarlı ve gelişen bir Çin'in ABD ve dünyanın çıkarlarına hizmet ettiğini, Çin'in ekonomik büyümesinin Hem ABD'nin hem de dünyanın yararına olduğunu söyledi. Aynı zamanda, Biden, G20 Bali zirvesinde verdiği beş taahhüdü yeniledi. Bu taahhütler şunlardı:
- ABD, Çin'in sistemini değiştirmeye çalışmıyor;
- ABD, Çin'le soğuk bir savaş peşinde değil;
- ABD, Çin'e karşı ittifaklarını güçlendirmeye çalışmıyor;
- ABD, “Tayvan'ın bağımsızlığını”, “iki Çin”i veya “Tek Çin, Tek Tayvan”ı desteklemiyor ve Çin ile çatışmaya girme niyetinde değil; Ve
- ABD'nin Çin'le bağlarını koparmak, Çin'in ekonomik kalkınmasını engellemek veya Çin'i kontrol altına almak gibi bir niyeti yok.
Bunun yanında, Biden, ABD'nin yeni bir soğuk savaş peşinde olmadığını, Çin'in yönetim sistemini değiştirmeye çalışmadığını, Çin'e karşı ittifakları yeniden canlandırmaya çalışmadığını, "Tayvan'ın bağımsızlığını desteklemediğini" söyledi ve Çin'le çatışmaya niyeti olmadığını ifade etti. Bu arada, Biden, iki ülkenin silahlı kuvvetleri arasında doğrudan temasların yeniden başlamasının "kritik derecede önemli" olduğunu söyledi. O olmadan yanlış anlaşılmalar yaşanabilir ve kazalar da bu şekilde olur dedi.
Sonuç olarak, Xi-Biden görüşmesi Çin ve ABD arasındaki anlaşmazlıkların çözümü konusunda önemli bir adım olmuştur. İki ülke arasında sağlanacak uzlaşmanın küresel ve bölgesel güvenlik, barış ve istikrara katkısı olacaktır. Daha önce de ABD’nin girişimiyle büyük umutlarla düzenlenen Bali’de görüşmenin ardından yaşanan casus balon krizi gelinen tüm aşamaları sil baştan yeniden başlatmıştır. Çarşamba günü gerçekleştirilen görüşme de ABD’nin isteği le gerçekleştirilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ABD’ye resmi bir devlet ziyaretinde bulunmuyor, sadece APEC zirvesinin bu yılki toplantısı ABD’de olduğu için o toplantıya katılmak için ABD’ye gelmiş durumda. Xi Jinping, Biden’ın görevi süresince Beyaz Saray’a davet edilmedi. ABD ile Çin arasındaki en büyük sorun güven sorunudur. Özellikle Tayvan konusunda ABD’nin son dönemde sergilemiş olduğu duruş nedeniyle bir büyük bir güven problemi ortaya çıkmıştır. Bu güveni tesis etmek için atılan her adımda yeni bir skandal yaşanmaktadır. Balon krizinden sonra bu defa da diktatör krizi kapıda. Çarşamba günü Biden’ın basın toplantısında bir gazetecinin sorusu üzerine biraz önce ağırladığı Xi Jinping için diktatör benzetmesi yapması Çin tarafında soğuk duş etkisi yaptı. Buradan hemen şu soru akıllara gelmektedir: Biden, Xi Jinping’i 2024 başkanlık seçimleri için bir seçim malzemesi olarak mı kullanmaya çalışıyor? Eğer durum böyleyse Biden çok tehlikeli bir kumar oynuyor demektir.
ABD’de dört farklı Çin algısı var:
-Clinton döneminde ortaya çıkan demokratik barış yaklaşımı yani Çin’in liberal kurumlarla demokratikleşeceğini düşünenlerin Çin algısı
-Trump’ın ve Cumhuriyetçilerin temsil ettiği daha muhafazakar ve milliyetçi bir grubun Çin algısı
-Biden ve Demokratların temsil ettiği daha liberal ve ılımlı bir Çin algısı
-Müesses nizamın ve Pentagon’un ABD’nin bekası ve küresel liderliği için bir tehdit olarak gördüğü Çin algısı
Bir de Çin’in ABD algısı var. Bu algıya göre Çin hangi adımları atarsa atsın ABD’nin kendi Çin gündemi var, bu gündemi takip ediyor, ona göre hareket ediyor.