18 Nisan’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin oturumunda, Filistin'in BM’ye tam üyelik başvurusu, ABD'nin veto yetkisini kullanmasıyla sonuçsuz kaldı. Cezayir tarafından sunulan önergeye 12 ülke kabul, Birleşik Krallık ve İsviçre çekimser oy kullanırken ABD önergeyi veto etti. BM Güvenlik Konseyi'nde bir önergenin kabul edilebilmesi için en az 9 ülkenin kabul oyu vermesi ve Birleşik Krallık, ABD, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti ve Almanya olmak üzere beş daimî üyenin herhangi birinin veto etmemesi gerekiyor. ABD’nin veto etmemesi halinde Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen karar 15 üye ülkenin toplu önergesi olarak BM Genel Kurulu'na önerilecek, ve yapılan oylamada 193 üye ülkenin en az üçte ikisinin desteğinin sağlanması durumunda Filistin, Birleşmiş Milletler'e tam üye olacaktı. Yapılan komite toplantısında, Guyana Birleşmiş Milletler temsilcisinin ifadesi ile 1947 yılından beri BM’de Filistin konusunda toplamda 792 toplantı yapıldı. Ancak bu toplantıların neticesi 2024 yılında bile 2 ülke arasındaki barışı sağlayacak raddeye gelemedi. Özellikle krizin büyüdüğü Ekim 2023’ten beri BM Güvenlik Konseyi, birkaç defa gerek İsrail-Filistin çatışmasının durdurulması gerekse abluka altındaki Gazze'ye insani yardım yapılması gibi konularda pek çok toplantı yaptı. Ancak bu toplantılarda ABD’nin Filistin lehine olan çoğu önergeyi veto etmesi uluslararası kamuoyunun dikkatini ve tepkisini çekti. Geçtiğimiz hafta da ABD’nin Filistin'in tam üyelik başvurusunu veto etmesi ABD’nin uzun vadedeki pozisyonunun Batı-Doğu ayrımı olmaksızın tüm ülkelerce sorgulanmasına sebep olabilir. Tarihsel olarak bakıldığında Filistin’in 2011 yılında tam üyelik için yapmış olduğu başvurusu 2012 yılının Kasım ayında Genel Kurulda 138 kabul, 41 çekimser ve 9 karşıt oy ile sadece üye olmayan gözlemci statüsünün verilmesi ile karşılanmıştı. Ancak 2024 yılına bakıldığında bile yapılan önergenin sadece Cezayir Hükümeti adına değil, Arap Grubu, İslam İş Birliği Teşkilatı ve Bağlantısızlar Hareketi gibi dünyanın pek çok ülkesinden milyonlarca vatandaşı kapsayan organizasyonlar tarafından yapılması Filistin'e uluslararası kamuoyunda verilen desteğin en somut örneğidir. Buna karşın yapılan oylamada hala bazı ülkelerin çekimser, ABD’nin ise veto hakkını kullanması uluslararası sistemdeki politik dinamiklerin ve hesapların insani meselelerin üstüne konulmasının incelenmesini gerekli kılıyor. ABD’nin Avrupa'daki en istikrarlı müttefiklerinden biri olan Birleşik Krallık, kullanmış olduğu çekimser oyu şu anki mevcut krizin son bulmasının öncelikli beklentisi olduklarını ve yeni bir üyeliğin şu anki gündem olmaması gerektiğini savunarak açıklamaya çalıştı. ABD temsilcisi ise ancak ve ancak İsrail'in güvenliğinin garanti altına alındığı, kapsamlı bir barış anlaşması çerçevesinde Filistin Devleti'nin kurulmasını desteklediklerini ifade etti. Sürdürülebilir bir barışın yalnızca İsrail'in güvenliği garanti altına alınmış iki devletli bir çözümle sağlanabileceğini de sözlerine ekledi. ABD, başvurunun BM Antlaşması'nın IV. Maddesinde belirtilen üyelik kriterlerini karşılayıp karşılamadığı konusunda Komite üyeleri arasında bir ittifak olmadığı için taslak metne karşı oy kullandı. Bu veto’nun, Filistin Devleti’ne karşı çıkıldığı anlamına gelmediğini, ancak bunun yalnızca taraflar arasındaki doğrudan müzakereler sonucu gerçekleşebileceğini kabul ettiğini belirtti. Bu sözlerin ardından İsrail ise konuşmasını beklendiği gibi ABD’ye ve özellikle Başkan Biden’a teşekkürlerini sunarak başladı. ABD’nin sunmuş olduğu haksız sebebe karşı en somut açıklama ise Çin'in BM temsilcisi Fu Cong’dan geldi. Halihazırda gerek BM vasıtasıyla gerekse kendi Dışişleri Bakanlığı açıklamaları ile Filistin'in BM’ye tam üyeliğini güçlü şekilde desteklediklerini belirtilen Çin, ABD ve İsrail’in Filistin'in üyeliğini müzakerelerin sonucu olarak göstermeye çalıştığını ancak halihazırda zaten Filistin'in herhangi bir müzakereye ihtiyacı olmadan kendi hakları olduğu için üyelik alması gerektiğini savundu. Fu “Eğer Filistin'in BM'nin tam üyeliğine karşı çıkmak siyasi hesaplamaların sonucuysa Filistin halkını tekrar mağdur etmek için bahaneler uydurmak yerine bunu açıkça ifade etmek daha iyidir” ifadesini kullandı. Peki Amerika'nın gerek Ortadoğu gerek Ukrayna'daki bu karışıklık çıkartma stratejisi ne kadar sürdürülebilir? ABD’nin uzun vadede gerek ekonomi gerek siyasi anlamda eski gücünü koruyamayacağı aşikâr. Özellikle artık sadece büyük devletlerin değil, orta ve küçük ölçekli devletlerin de nitelikli teknolojiye, dolayısıyla iyi bir ekonomiye, sahip olması ve daha bağımsız siyaset yapmaya başlaması ABD’yi endişelendiriyor ve bazı stratejik hatalar yapmaya teşvik ediyor olabilir. Bunun en güncel örneği ise Ukrayna savaşı. İkinci yılını geride bırakan Rusya-Ukrayna krizinde başlangıç noktasında özellikle Amerika'nın Ukrayna'yı teşviklendirici kışkırtmaları gözle görünür düzeydeydi. Gerek askeri teçhizat gerekse NATO'ya alınma ümidiyle onları heveslendirmesi Rusya'nın da karşıt müdahalesi ile son dönemlerdeki insanlık dramlarından birine sahne oldu. Savaş boyunca gerek ABD’nin gerekse Avrupa'nın pek çok yaptırımına maruz kalan Rusya ise tek başına ayakta durmayı başardı. ABD’nin kışkırtıcı ama sonuç barındırmayan stratejisi bir kez daha somut şekilde tarihe yazılmış oldu. Günün sonunda hala Amerikan vatandaşlarının cebinden Ukrayna'ya gönderilen silahların parası çıkarken Zelensky ise NATO’ya girme ümidiyle hala diplomasisini sürdürmeye çalışıyor. ABD'nin bu kışkırtmacı politikasının bir değer eski ve uzun süreçli örneği ise Orta Doğu. Biden’ın Başkanlık koltuğuna oturduğu sürece kadar, ABD’nin bölgedeki müdahalesi sırasında en az bir trilyon dolardan fazla direkt nakit, 2500’den fazla asker kaybı ve 20 binden fazla yaralının sonucunda tarihe sunduğu katkı, çok daha karmaşık bir Orta Doğu ve savaştan kaçma umuduyla uçakların iniş takımlarına tutunmaya çalışıp düşerken fotoğraflanan insanların resmiydi. ABD’nin son yıllarda gerek Orta Doğu'da gerekse Ukrayna-Rusya krizinde gösterdiği başarısız strateji, sadece uluslararası kamuoyunun değil, Amerikan vatandaşlarının da dikkatini çekmeye başladı. Bu kapsamda gerek hükümete gerekse İsrail'e olan güven de vatandaşlar arasında ciddi şekilde azaldı. Bu kadar eleştiriye rağmen Filistin'in tam üyeliğine karşı olan veto, Rusya’nın BM temsilcisinin de kendi ifadesiyle tarihin kaçınılmaz seyrini durdurmak için umutsuz bir girişimdir. Filistin halkı er ya da geç elbet bir gün kendi haklarını alacaktır. Tüm bu süreçte siyasi çıkarları bir kenara bırakarak insanlığın tarafında ortak kader anlayışıyla yer alan ülkeler ise minnetle anılacaktır.