Üçüncü yılında Ukrayna Savaşı nereye gidiyor?
Barış Adıbelli
24 Şubat Cumartesi günü Ukrayna Savaşı üçüncü yılına giriyor. Her iki taraf da sivil ve asker kayıplar verdi. Özellikle, Ukrayna’nın doğusu harabeye döndü. Ukrayna, beklediği desteği göremedi. Benzer şekilde son iki yıldan beri Rusya’nın gündem maddesi Ukrayna oldu ve Rusya’nın eğitimden kültüre, ticaretten enerjiye, siyasetten askeri alana kadar Avrupa ve dünya bir kısmı ile olan ilişkileri tamamen durdu.
Bugüne kadar herhalde bu savaşın en olumsuz yanı Ukrayna ve müttefikler tarafından savaşın kazanılacağına yönelik bir inancın olmaması ya da bir başka değişle Ukrayna ölüm kalım savaşı verirken özellikle ABD ve İngiltere Rusya'nın jeopolitik ve askeri anlamda zayıflatılmasını hedeflemesi olmuştur. Dolayısıyla, Ukrayna ile müttefiklerinin gündemi farklıdır. Bu da savaş açısından hayati öneme sahip olan motivasyonu ortak kaldırmaktadır.
Bu hafta Avrupa'da yapılan anketler Avrupalıların Ukrayna'nın bu savaşı kazanmayacağı yönünde görüş belirttiklerini gösterdi. Savaşın başından beri Rusya, kontrollü bir çatışma süreci yürüttü. Gerçek ateş gücünü hiçbir zaman sahaya yansıtmadı. Son teknoloji silahlarını sahaya getirmedi. Daha çok eskimiş, neredeyse hurdaya çıkacak malzemeyi kullandı. Rusya'nın amacı meseleyi diplomasi ile çözüme kavuşturmak ve bu bağlamda da Kırım'ın Rus toprağı olduğunu hem Ukrayna'nın hem de Batının kabul etmesini sağlamaktı.
Putin, hemen her fırsatta Kırım'ın bir Rus toprağı olduğunu söyleyerek Kırım'ın asla pazarlık konusu edilmeyeceğini söyledi. Ne ilginçtir ki son dönemde ABD'nin de görüşü bu yöndedir. Biden yönetimi, 2022 sonrası kaybedilen toprakların geri alınması için mücadelenin verilmesi ve olası barış görüşmelerinde de bu toprakların geri alınması üzerine pazarlık yapılmasını hep telkin etti ve son dönemde Kırım'ın geri alınması konusunda Ukrayna'ya destek vermeyeceğini söyledi. Ancak buna rağmen ABD de Avrupa Birliği de Kırım'ın Rusya'ya ait olduğunu tanımıyor ve Kırım'ın Ukrayna'nın bir parçası olduğuna inanç devam ediyor. Fakat bu inanç Azak denizinin bir Rus gölü olması gerçeğini değiştirmiyor.
Ukrayna savaşında özellikle Avrupa’nın yorulması ve bir bıkkınlığın ortaya çıkması da Zelensky yönetimini zora sokmuştur. Zelensky artık istediği her desteği alamamaktadır. Verilecek destekler daha fazla sorgulanır ve üzerinde düşünülür hale gelmiştir. Öyle ki savaşın ilk aylarında dünyadaki bütün önemli etkinliklerde Zelensky’nin açılış konuşması yapması adeta bir gelenek haline gelmişti. Ama şimdilerde konuşma yapması için Zelensky davet edilmediği gibi Zelensky’nin konuşma talepleri de geri çevriliyor. Buna en iyi örnek G20 Yeni Delhi zirvesidir. Zelensky bu zirvede konuşma talebinde bulunduğunda Hindistan Dışişleri Bakanı G20 zirvesinin ekonominin konuşulduğu bir toplantı olduğunu gerekçe göstererek Zelensky’nin bu tip konuşmalarını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yapmasını tavsiye etmiştir.
İkinci yılını dolduran savaşta bir başka mesele de yolsuzluk iddialarıdır. Özellikle Ukrayna kanadında çok yoğun bir yolsuzluğun yaşandığı iddia ediliyor. Bu süreç içerisinde Zelensky hem Savunma Bakanı hem de Genelkurmay Başkanını görevden almıştır. Özellikle verilen paraların nereye gittiği, verilen silah ve mühimmatların kara borsaya düştüğü ve üst kademede aşırı bir zenginleşme olduğu iddialar arasındadır. Bu iddialar ABD’de de büyük rahatsızlık yaratmış, özellikle Kongre çevrelerinde Cumhuriyetçi Parti’ye mensup Kongre üyeleri bu konuları sürekli gündeme getirir olmuştur.
Kuşkusuz, bu tartışmalar Ukrayna’ya yapılacak Amerikan yardımlarını da olumsuz etkilemiştir. Bu noktada hususen Kongre’de Cumhuriyetçi Partiye mensup Kongre üyeleri Ukrayna’ya yardım yapılmasına karşı çıkmışlardır. Karşı çıkmalarında yolsuzlukların rolü olduğu kadar bu savaşın ABD’nin savaşı değil aksine Avrupa’nın savaşı olduğu gerçeğini vurgulayarak Avrupa’nın daha fazla taşın altına elini sokması gerektiğine işaret etmişlerdir. Bu durum, bilhassa Biden yönetiminin Ukrayna’ya vermiş olduğu sözler bağlamında sıkıntı yaratmıştır.
Biden’ın Ukrayna’ya söz verdiği para yardımı tehlikeye girmiştir. Bu nedenle, Biden yönetiminin son çözümü Ukrayna yardımı ile İsrail’e yapılacak yardımı aynı yasa paketi içinde düzenleyerek Kongre’ye göndermek olmuştur. Bir nevi bizim torba yasa gibi bir yasa tasarısı içerisinde hem Ukrayna’ya hem İsrail’e hem de Tayvan’a yardım başlıkları bulunmaktaydı. Bu yasa tasarısı uzun süre Temsilciler Meclisinden Cumhuriyetçilerin karşı çıkmaları nedeniyle geçememiş, gerekçe olarak Cumhuriyetçiler yasa içerisindeki yardım başlıklarının ayrı yasalarla sunulmasını istemişlerdir. Yani yasa tasarısı içerisindeki üç ülke için üç ayrı yasa tasarısının hazırlanması istenmiştir. Biden ise bu yasanın parçalanması halinde gelecek olan yasaların hepsini veto edeceğini söylemiştir.
Biden, aslında veto tehdidi ile Yahudi lobisine İsrail’e yapılacak yardımın tehlikeye gireceği mesajını göndererek, Kongre üzerinde baskılarını artırarak bu yasanın geçmesini sağlamalarını örtülü bir şekilde istemiştir. Gerçekten de kısa bir süre sonra bu yasa tasarısı geçtiğimiz günlerde hem Temsilciler Meclisi’nden hem de Senato’dan geçerek yasalaştı.
Böylece, 95 milyar dolarlık yardım yasası yürürlüğe girmiş oldu. 95 milyar doların 60 milyar doları Ukrayna’ya, 14 milyar doları İsrail’e, 2.44 milyar doları Kızıl Deniz operasyonuna, 4.83 milyar dolar Tayvan’a ve 9,15 milyar dolar da Gazze ve Batı Şeria’ya insani yardım olarak verilecek.
60 milyar dolarlık Amerikan yardımı Ukrayna’yı kısa süre rahatlatacak olsa da Avrupa’nın kolay kolay rahatlaması mümkün gözükmüyor. Zira artık AB içerisinde Ukrayna savaşı konusunda karşıt sesler, zıt sesler daha fazla duyulur hale geldi. En son örnek ucuz Ukrayna tahılı nedeniyle Polonyalı çiftçilerin protesto eylemeleridir. Öte yandan, Amerikan Kongresinde Cumhuriyetçilerin savaşın Avrupa’nın bir savaşı olduğu konusundaki ısrarlı vurguları, AB’de rahatsızlık yaratmış ve bu savaşın Avrupa’nın değil aksine ABD’nin bir savaşı olduğunu; hatta ABD’nin Rusya ile olan savaşının bir yansıması olduğunu söylemişlerdir. Bu noktada ABD’nin küresel hegemonyasını koruma adına Avrupa’da Ukrayna’yı feda ettiğini, bunu yaparken de Avrupa ülkelerini Rusya’yla karşı karşıya getirdiği, yine benzer şekilde Asya-Pasifik’te de Tayvan’ı feda etmeye hazırlandığı konusunda eleştiriler yapılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Çin ziyaretinde Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile yapmış olduğu uzun görüşmeler ardından ülkesine dönmesinden sonra verdiği beyanatta; “Tayvan AB’nin bir meselesi değil, bu mesele bizi ilgilendirmez, bu meseleye karışmamalıyız demiştir.”
Sonuç olarak Ukrayna savaşı üçüncü yılına giriyor. Savaşın üçüncü yılında bir barıştan söz etmek mümkün olacak mı şu an bu belirsizliğini koruyor; ancak ortada bir gerçek var ki savaş Ukrayna’nın lehine gelişmiyor. Son günlerde Rusya’nın cephede ilerlemesi, karşı taarruza geçmesi bir bir Ukrayna’nın elindeki mevzileri ele geçirmesi, savaşın Ukrayna açısından pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor. Önümüzdeki Kasım ayında ABD’de başkanlık seçimleri var. Biden’ın anketlerde oldukça düşük destek alması, Amerikan halkının giderek anketlerde Ukrayna politikasına verdiği desteğin düşmesi (destek: %48) ve nihayetinde Trump'ın anketlerde önde gitmesi ve Trump'ın NATO, Ukrayna ve Rusya konusundaki açıklamaları bunların hepsi Ukrayna üzerinde psikolojik etkileri olan önemli meseleler olarak öne çıkıyor. Barış adına şu anda masada Türkiye ve Çin barış planları bulunmaktadır. Putin'in açıklamasından barışa en yakın oldukları zamanın İstanbul görüşmeleri olduğunu öğrendik. Fakat müttefikleri Ukrayna’nın bir barış anlaşması imzalamasına karşı çıktılar. Eğer İstanbul görüşmelerinde bir sonuç çıksaydı bugün Karadeniz bölgesine çoktan barış gelmiş olurdu….Sözün özü: Orta Doğu’ya barış gelmeden Ukrayna’ya barış gelmeyecek gibi görünüyor…
Barış Adıbelli
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN