Diplomasinin kalbi bu hafta Münih’te attı. Münih Güvenlik Konseyi bu yıl 60. yılını kutluyor. Gerçekten uluslararası güvenlik açsından dünyanın en önde gelen etkinliklerinden birisidir. Hatırlanacağı üzere 2007’de Putin Batı’yı ve özellikle NATO’yu ilk defa Münih Güvenlik Konferansında eleştirmişti. Bu yılki konferans gündemini Ukrayna ve Filistin sorunu teşkil ediyor.
Dünya liderleri ve Dışişleri Bakanları 16-18 Şubat tarihleri arasında Almanya’da toplanan Münih Güvenlik Konferansı'na katıldılar. Gözler yine bu yıl Çin ve ABD Dışişleri Bakanlarının yapacağı açıklamadaydı.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, geçtiğimiz cumartesi günü Münih Güvenlik Konferansı'nda Dünyada Çin oturumunda yaptığı konuşmada Beijing'in Moskova ile bağlarını güçlü bir şekilde savunurken, Batı'yı Çin’in Taiwan konusundaki kırmızı çizgilerini geçmemesi konusunda uyardı. Bunun yanında, uluslararası toplumun iki yıldan beri süren Ukrayna Savaşı'nda Çin’in Rusya nezdinde sahip olduğu konumu ve etkisini kullanmasını talep ediyor. Konferansta da bir kez daha bu talep yinelendi. Batı, Çin’i Moskova’yı dizginleyebilecek tek güç olarak görüyor.
Çinli diplomatlar Ukrayna konusunda, Çin'in "barış görüşmelerini teşvik etmek için durmaksızın çalıştığını" ancak "tarafların müzakere masasına geri dönmeleri için henüz olgunlaşmamış koşulların mevcut olduğunu" söylüyor. Amerikan basınına göre ise Ukrayna Dışişleri Bakanı Kuleba kendi barış planlarına destek aramak için Wang Yi ile konferansta görüşme zemini aradı. Wang Yi ise yaptığı değerlendirmede Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in "Rus ve Ukraynalı liderler de dahil olmak üzere dünya liderleriyle derinlemesine temaslarda bulunduğunu" ve Çin'in özel elçisi Li Hui'nin "farklı taraflar arasında arabuluculuk yapmak için yoğun bir şekilde seyahat ettiğini" söyledi.
Kuşkusuz Münih Güvenlik Konferansı'nda Çin Dışişleri Bakanı Filistin ve Gazze meselesini de gündeme getirerek bu meselenin çözümü için iki devletli formülün şart olduğunu söylemiştir. Daha önce de Xi Jinping bir barış konferansı çağrısında bulmuştu. Benzer bir çağrıda 7 Ekim saldırılarının hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelmişti. Bu konuda iki ülke bir araya gelip ortak bir barış konferansı girişimi başlatabilirler.
Taiwan hiçbir zaman bir ülke olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak
Münih Güvenlik Konferansı öncesi ve konferans aralarında Çin Dışişleri Bakanı Wang, ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile görüşme fırsatı da buldu. Görüşmelerin merkezini Taiwan oluşturdu. Konferansta Wang, basın mensuplarının Taiwan ile ilgili sorularına verdiği yanıtta;
Taiwan hiçbir zaman bir ülke olmadı ve hiçbir zaman da olmayacak diyerek Taiwan'ın eski çağlardan beri Çin'in bir parçası olduğunu ve 1943'te yayınlanan Kahire Deklarasyonu'nda Taiwan da dahil olmak üzere Japonya'nın Çin'den gasp ettiği tüm bölgelerin Çin'e iade edilmesi gerektiğini öngördüğünü söyledi. 1945 yılında imzalanan Potsdam Bildirisi, Kahire Bildirgesi'nin hükümlerinin uygulanacağını yineledi. Tüm bunların, Taiwan sorununun tamamen Çin'in iç meselesi olduğu yönündeki yadsınamaz gerçeğe işaret ettiğini söyleyen Wang,
Taiwan'ın hiçbir zaman bir ülke olmadığını ve hiçbir zaman da olmayacağını, bunun temel bir tarihsel gerçek ve uluslararası toplumun evrensel bir fikir birliği olduğunu vurguladı.
Wang, Çin'in Küresel Yönetişim Girişimi'ni de gündeme getirerek, Çin'in, Birleşmiş Milletler'in otoritesini ve temel statüsünü, ayrıca Güvenlik Konseyi'nin barış ve güvenlik konularındaki birincil rolünü desteklediğini belirtmiştir.
Kasım ayındaki seçimlere artık bir yıldan az bir zaman var ve Biden’ın siyasi geleceği başta yaşı ve sağlığı nedeniyle pek de iyi görünmüyor. Karşı tarafta ise Trump, birer birer ön seçimleri kazanıyor, anketlerde başı çekiyor. Trump başkanlı yaklaştıkça açıklamaları da gündem olmaya başladı. NATO ve Ukrayna Savaşı konusundaki görüşleri Avrupalı müttefikleri çok da memnun etmedi. Muhtemelen 2025’te göreve “
Nerede kalmıştık ?” sloganıyla başlayacak. Orta Doğu ve Asya-Pasifik bölgeleri zor bir dönem geçireceği açık. Bu nedenle Münih Güvenlik Konferansı'nda olası bir Trump iktidarında Wang Yi, Beijing'i güvenilir bir aktör olarak öne sürdü.
Wang Yi, tüm bu tartışmalara adeta yanıt verircesine şu ifadelerde bulundu:"
Dünya ne kadar değişirse değişsin, Çin, temel ilkelerini ve politikalarını tutarlı ve istikrarlı tutacak sorumlu büyük bir ülkedir... Çalkantılı bir dünyada Çin, istikrar için bir güç olacaktır" Bu ifade gerçekten önemli. Çin’in bir zamanlar kendisini gelişmekte olan bir ülke olarak adlandırırken bugün geldiği noktada Çin kendisini sorumlu bir dünya gücü olarak görmektedir. Emperyalist veya yayılmacı bir dünya gücü değil sorumlu bir dünya gücü. Dolayısıyla, Wang Yi bir kez daha çok kutuplu, çok merkezli ve çok sesli yeni dünya düzeninden bahsetti ve bu yeni dünya düzeninin temelini oluşturacak ortak kader topluluğu ve bunun teminatı olan Küresel Güvenlik Girişimi Münih Güvenlik Konferansı'nda gündeme gelen başlıklar olmuştur.
ABD’den İsrail’e sarsılmaz destek
ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise, Konferansta dile getirilen Gazze’de Ateşkes çağrısını reddederek,
Washington'un İsrail'in Gazze'deki askeri harekatına “sarsılmaz desteğini” yineledi. Blinken hala Arap ülkelerinin İsrail ile yakın gelecekte ilişkilerini normalleştireceğine inanıyor ve Filistin meselesinin de buna bağlı olarak çözüleceğini düşünüyor. Ancak ABD tarafı ne Çin ne de Türkiye’nin gündeme getirdiği iki devletli formülü ağzına almıyor. Blinken’ın açıklamalarından Biden yönetiminin İsrail’e olan desteğinin seçimlere kadar azalmadan süreceği görülmektedir.
Batılı ve Batı karşıtı olmayan Hindistan
Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar da Münih Güvenlik Konferansı'nda Batılı ülkelerle giderek güçlenen son derece güçlü ilişkilere sahip olan Hindistan'ı 'Batı dışı' olarak göstermeye çalışıldığına işaret ederek "
Bence bugün Batılı olmamakla Batı karşıtı olmak arasında bir ayrım yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum; Hindistan'ı yalnızca Batılı olmayan, aynı zamanda Batılı ülkelerle son derece güçlü ilişkileri olan bir ülke olarak nitelendiriyorum. Her geçen gün daha da iyiye gidiyor. Bu gruptaki herkes bu tanıma uygun olmayabilir. BRICS'in yaptığı katkı ortadadır. G7’ye bakıldığında G20'ye nasıl dönüştüğüne görülür… Sanırım bir bakıma, bu daha büyük gruba katılan ilave 13 üye, bunlardan 5'i BRICS üyesi, düzenli olarak bir araya gelen ve toplantıda tartışan başka bir grubun olması, genişlemeye kesinlikle katkı sağladığını düşünüyorum" dedi.
Bunun yanında, Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar; “
Hindistan, BRICS (Brezilya-Rusya-Hindistan-Çin-Güney Afrika) gibi bir gruplamaya katılmıştır. Çünkü bu grup "kendilerini G7'nin bir parçası olmadıklarını hisseden ama belki de masaya değer katan önemli güçler" tarafından yaratılmıştır. ”dedi. Kendisi, BRICS’in öneminin geçen yıl gruba katılmak isteyen 30 ülke tarafından kanıtlandığını da sözlerine ekledi.
Ayrıca, oturum başkanının Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine rağmen Hindistan’ın Rusya’dan petrol amaya devam etmesi sorulduğunda Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar verdiği cevapla ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ı bile gülümsetti. Jaishankar:
"Yani hayat karmaşık, hayat farklılaşıyor... İyi ortaklar seçenekler sunar, akıllı ortaklar ise bu seçimlerden bazılarını seçer." Hemen belirtmek gerek ki, 2023 yılında Rusya, Hindistan'ın toplam ham petrol ithalatının yüzde 35'inden fazlasını sağladı; bu da günde yaklaşık 1,7 milyon varile denk geliyor.
Jaishankar Filistin konusunda da; Hindistan'ın İsrail'i terör saldırılarından korumaya ve Filistin halkına insani yardım sağlamaya yönelik acil önlemlerin iki devletli çözümün "kalıcı çözümü" ile tamamlanması gerektiğine inandığını söyledi.
Sonuç olarak, Hindistan jeopolitik olarak Batı ile Asya-Pasifik arasında bir köprü olmaya oldukça hevesli. Bu bağlamda Rusya örneğinde görüleceği üzere ne Rusya’dan vazgeçiyor ne de Batıdan vazgeçiyor. Ancak aynı Hindistan, Batıya ve Rusya’ya uzattığı zeytin dalını her nedense Çin’e uzatmadığını görüyoruz. Öte yandan, ABD ve Çin Dışişleri Bakanları görüşmesinde Blinken Asya-Pasifik güvenliği bağlamında Kore’deki durumu gündeme getirerek Kuzey Kore’nin bir tehdit olduğuna işaret etmiştir. Son dönemde özellikle 2022 G20 zirvesinden bu tarafa ABD, Asya-Pasifik bölgesinde müttefiklerine ve kendisine bir numaralı tehdit olarak Kuzey Kore'yi görmeye başladı ve bu tehdit sıralaması o günden bugüne devam etti. Daha önceleri Çin’i bir numaralı rakip hatta düşman güç olarak görürken son dönemde ABD’nin bu söylemi değiştirmesi dikkat çekicidir. Esas gelişme ise bu konferansta Çin bir kez daha kendisini sorumlu büyük güç olarak nitelendirmesi ve yeni tehdit ve sınamalar çağında en güvenli limanın Çin olduğunu göstermesidir.
Barış Adıbelli
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN