Batı, 1648'deki Westphalia Antlaşması'ndan itibaren “egemenlik” ve “anlaşmazlıkları askeri güç kullanmadan çözme” fikirlerini uluslararası ilişkilere getirdiğini ve böylece “barbarlıkla arasına sınır çizdiğini” iddia ederek övünür. Westphalia'da egemenlik ve silah kullanmama kavramlarının benimsendiği iddiasının pek doğru olmadığı bir yana, o tarihten bu yana yeryüzünde egemenlik ihlallerinin ve silah kullanımının çoğunluğunun Batı'nın eseri olduğunu ve sayısız uluslararası anlaşmaya karşın bunun önüne geçilemediğini tarih gösteriyor. Batı'nın kendi içinde yaptığı, egemenlik ihlallerini ve silah kullanımını mahkum eden uluslararası toplantıların ve anlaşmaların çok kısa bir listesi: * I. Napolyon'un yenilgisinden sonra 1815'te toplanan Viyana Kongresi... * 1899 ve 1907 Lahey konferansları... * Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1919 Paris Barış Konferansı ve Versailles Antlaşması... * 1920 Milletler Cemiyeti Antlaşması... * 1925 Locarno Güvenlik Antlaşması... * 1928 Briand-Kellogg Paktı... * 1932 Milletler Cemiyeti himayesinde başarısız Silahsızlanma Konferansı... Batılıların pazar paylaşma anlaşmazlıklarından çıkan İkinci Dünya Savaşı, tarihte hiçbir barbarın kıyısından bile geçemediği barbarlık örneğiydi. Etnik kimlikleri yüzünden milyonlarca insanı topluca gaz odalarında boğmaya; Japonya teslim olma işaretleri verdiği halde, sırf dünyaya hegemonya kabul ettirmek için iki kenti atom bombasıyla kavurmaya, radyasyonla sonraki kuşakları bile ölüme mahkum etmeye başka ne denilebilir?

BM'nin şansı 

Akademik çevreler Milletler Cemiyeti'nin İkinci Dünya Savaşı başlayınca tarihe karıştığını söyler. Gerçekte Cemiyetin tabutunun son çivisi, Cemiyet üyesi egemen devlet Çekoslovakya'nın İngiltere ve Fransa tarafından Nazi Almanyası'na ikram edildiği 1938'deki Münih komplosunda çakıldı. Bu hesapça, Milletler Cemiyeti “uygar” Batı'ya 18 yıl dayanmış oldu. Birleşmiş Milletler (BM) ise 79 yıldır varlığını sürdürüyor. Bunu sağlayan birinci etken, 27 milyon insanını feda ederek Nazi Almanyası'nı yenmiş olan Sovyetler Birliği'nin meydanı ABD'ye ve İngiltere'ye bırakmamış olmasıdır. İkinci etken, tarihte ilk kez uluslararası ilişkilerde gerçek anlamda eşitlik, egemenliğe saygı ve barış içinde bir arada yaşama ilkelerini kararlıkla savunan Bandung Konferansı ve arkasından milli bağımsızlıklarını kazanmış gelişmekte olan ülkelerin BM'de kurduğu Bağlantısızlar Hareketi'dir. Üçüncü etken ise, Çin Halk Cumhuriyeti'nin 1971'de BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyelik koltuğunu elde etmesidir.

BM'nin kısa hikayesi 

ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt'in İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki başlıca hedefleri Avrupa'yı zayıflatmak ve başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin sömürgelerini ABD'nin denetimine almaktı. Bunun için bir “dünya örgütü” tasarlamıştı. Dışişleri Bakanı Edward Stettinius, savaşın bitmekte olduğu o kritik ortamda bakanlığı yönetmeyi yardımcısı Joseph Grew'a bıraktı, bütün mesaisini sadece San Francisco'da BM'nin kuruluşuna ayırdı. Roosevelt'in tasarımına göre, Çan Kay Şek'in başında bulunduğu Çin Cumhuriyeti, ABD'nin yardım ve desteğini alarak Uzakdoğu ile ilgilenecek; Avrasya'dan İngiltere ve Sovyetler Birliği sorumlu olacak; denizleri ve dünyanın geriye kalanını ABD denetleyecek. Sadece ABD bölgesel güvenlikle ilgili bütün konseylerde bulunacak, diğer üç “jandarma” yalnızca kendi alanlarıyla ilgili organlarda yer alacak. Dört büyük “jandarma” dünya barışını korumak için birbirleriyle sıkı işbirliği yapacaklar. Dört “jandarma”nın güçlü orduları olacak; bunlar dışında kalan bütün devletler ve bölgeler, dört “jandarma”nın koruduğu dünya düzenine karşı bir eylemde bulunmasınlar diye silahlı kuvvetten arındırılacak. (Bakınız: ABD Dışişleri Bakanlığı, Foreign Relations of the United States, 1943, Vol.3, USGPO, 1957, s. 13-16.) Özetle, Roosevelt'in projesi dünyadaki bütün orduları dağıtmayı ve bunun için gerekirse zor kullanmayı, sömürgecilik rakibi İngiltere'yi ve ideolojik rakibi Sovyetler Birliği'ni çatışır halde tutmayı ve her defasında “kavgayı ayıran” olarak müdahale konumu elde etmeyi amaçlıyordu. Sovyetler Birliği ABD'nin bu projesine yol vermedi. 1949'da Çan Kay Şek'in yenilgisinin arkasından Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulması da projenin bir ayağını sakat bıraktı. ABD BM'yi saldırı aygıtı yapamayınca, bu iş için NATO kuruldu. Anılarından anlaşıldığına göre, Fransa'nın milli kahramanı General Charles de Gaulle, ABD'nin Avrupa'yı zayıflatma planlarının farkındaydı ve bu planlara direndi. Ne çare ki, günümüzde Avrupa General de Gaulle'ün yolundan gitmek yerine Roosevelt'in tasarımına kıstırılmış olmayı tercih ediyor. Ne olacak; “Uygar Batı!”

BM şartını çiğneme örnekleri 

BM, barışı ve güvenliği sağlamakta etkisiz kalmakla eleştirilir. Oysa, içinde veto yetkisine sahip üç Güvenlik Konseyi daimi üyesinin bulunduğu büyük bir blok halindeki Batı'nın BM Şartı'nı dikkate almayan eylemleri, ABD'nin Batı blokunu arkasına alarak gözüne kestirdiği egemen devletlere saldırması karşısında örgütün kendi başına bir şey yapması olanaksız. Durumu değiştirecek ve BM'ye otoritesini kazandıracak şey, Batı'nın karşısına onu dengeleyecek bir kuvvetin çıkmasıdır, ki o kuvvet de çıkıyor. ABD, yine de 79 yıl boyunca BM şartını çiğneyerek başka devletlere saldırmaktan büsbütün alıkonulamadı. Saldırıların ilki Kore yarımadasında yapıldı. Sovyetler Birliği'nin ABD'yi protesto ederek Güvenlik Konseyi'nde bulunmadığı bir gün, Konsey, Kore'yi Japon işgalinden kurtaran yurtseverlere saldırma kararı aldı. ABD askerlerinin miğferlerine BM amblemi yapıştırılarak savaş başlatıldı. Öteki saldırı örnekleri, çoğunlukla, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı, ABD'nin kendisine engel olabilecek hiçbir güç kalmadığını düşündüğü 1990 sonrasına düşer. Yugoslavya'nın bombalanması ve parçalanması, Afganistan'ın işgali, Irak'ın iki aşamada işgali, Libya'nın işgali ve parçalanması, Yemen saldırıları, Suriye'de iç savaş çıkarmak vb... ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice'nin ilan ettiği Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), 24 ülkenin sınırlarını ve rejimlerini değiştirmeyi, “ulus inşa etmeyi” hedefliyordu. Dolayısıyla BM Şartı'nı çiğniyor, bu nedenle suç oluşturuyordu. Daha sonra BOP'un ismi “Arap Baharı”na değiştirildi. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey Feltman 2012 yılında BM Genel Sekreterliği Siyasi İşler Direktörü oldu ve “Arap Baharı”nı yönetti. Feltman, Suriye'nin devlet egemenliğinin ve güvenliğinin garantörü olan BM'nin New York'taki bürosundan Batı'nın Suriye'ye yönelik savaşını örgütledi. ABD, öteki Batılı devletleri de sık sık BM Şartı'na aykırı hareket etmeye zorlar. Örnek, Finlandiya ile İsveç'in NATO'ya üye olma girişimleri... ABD'nin Arktik maceralarında yer almak için İsveç 200 yıllık tarafsızlık çizgisinden ayrıldı, Finlandiya 1944'te Sovyetler Birliği ile imzaladığı antlaşmayı iptal etti. Gerçek bir tehditle karşı karşıya olmayan her iki devletin eylemleri BM Şartı'nın ruhuna aykırıdır.

Güney Afrika'nın açtığı davanın önemi 

BM Genel Kurulu geçen Aralık ayında 153 oyla İsrail'in Gazze'de ateşkes ilan etmesini öngören bir kararı kabul etti. BM'ye toplam 193 devlet üye. Oylamaya göre, bu devletlerin sadece 40 kadarı İsrail'e karşı oy kullanmadı. Aşağı yukarı dünyadaki devletlerin dörtte biri... Dörtte birin 30 kadarının “Batı” olduğunu biliyoruz. Geriye kalanları Mikronezya, 10 bin nüfuslu Nauru ve Papua Yeni Gine gibi İngiltere'den bağımsızlığını 1970'li yıllarda almış ama hâlâ sömürgecilik döneminin ilişkilerinden kurtulamamış ülkeler; bir-iki Güney Amerika “muz cumhuriyeti” ve ABD'nin azat edilmiş kölelere Afrika'da köprübaşı olarak kurdurduğu “oğul devlet” Liberya... Batı blokunu dengeleyecek kuvvetin işareti sayılabilecek Genel Kurul kararı, BM'yi gerçekten yeryüzünde barışın ve güvenliğin koruyucusu yapmak bakımından başlangıç noktası olabilir. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin “soykırım” ve “savaş suçu” işlediği gerekçesiyle İsrail hakkında Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı dava da öyle... Batı, iddia ettiği gibi pek “barbarlıkla arasına sınır çizmiş” görünmüyor. İsrail ordusunun Gazze kuşatmasının ve Filistin halkına yönelik eylemlerinin Nazi toplama kamplarından, kullanılan araçlar dışında pek fazla farkı yok. İsrail'in işlediği suçlara, orkestra şefi ABD'nin işaretiyle, birkaç ülkenin arada bir detone olması dışında Batı topyekûn kalkan oluyor. Endonezya, Malezya ve Arap Birliği Örgütü'nün açıkça desteklerini ilan ettiği dava, sadece İsrail'e ilişkin hukuki bir eylem olmaktan öte anlam taşıyor. Dava, BM düzeninin mevcut uluslararası duruma uygun olarak (rebus sic stantibus) yenilenmesine ve güçlendirilmesine yol açabilir. Güney Afrika'nın üyesi olduğu BRİCS+'nın başını çektiği çok kutupluluk hareketinin amacı da bu. Biraz daha sabır! Hasan Böğün