Son yıllarda dış politika, uluslararası ilişkiler, diplomasi üzerine kafa yoran kişilerin gündemindeki önemli sorulardan birini, ABD’nin Ortadoğu’daki geleceği oluşturuyor. Kasım ayı başındaki başkanlık seçimleri öncesinde, Cumhuriyetçi ve Demokrat adayların bu konudaki görüşleri bir yana, nesnel olarak bakıldığında, ABD hegemonyasındaki aşınmanın, doğal ve kaçınılmaz olarak Ortadoğu’ya da yansıdığı görülüyor.
Küresel ölçekte eli zayıflamakta olan ABD; İsrail’e verdiği sınırsız destek nedeniyle de, zaten hayli yüksek olan ABD karşıtlığının, daha da artmasına neden oluyor. Ayrıca, ABD’den aldığı büyük destekle, katliamlarına aralıksız devam eden İsrail de, dünyadan giderek daha fazla tepki çekiyor. Daha fazla sorgulanıyor, eleştiriliyor, kınanıyor.
ABD’nin gücündeki gerilemenin önemli göstergelerinden biri de Atlantik sistemi dışındaki ülkelerin, kendi aralarındaki yakınlaşma çabaları. Bu ülkelerin bir kısmı, ABD’yle olan yakın ilişkilerine rağmen, son dönemde daha cesur adımlar atıyorlar. Çin’le, Rusya’yla, bu ülkelerin öncülük ettikleri ittifaklarla ilişkilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki oylamalarda, ABD’nin baskısına direniyor, ABD’nin istemediği yönde oy kullanıyorlar.

Cepheleşmenin Merkezlerinden Biri de Ortadoğu

Ortadoğu, Atlantik güçleri ve Atlantik merkezli dünya düzeniyle, buna karşı çıkanların, itiraz edenlerin en çok ve en sok karşı karşıya geldikleri bölgelerden biri olarak öne çıkıyor.
Çin’in Filistinli 14 örgütü (El Fetih ve Hamas dahil), bir masada buluşturması, aralarındaki ayrılıkların giderilmesinde arabulucu olması ve ortak bir bildiriye imza atmalarını sağlaması, Ortadoğu’da artan ağırlığını bir kez daha gösterdiği gibi, Arap ülkeleriyle, İslam ülkeleriyle son yıllarda gelişen ilişkilerinin de bir diğer kanıtı. Çin’in, İran – Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesindeki etkisi de bu kapsamda çok önemli.
Tüm bunlar, ABD’ye rağmen oluyor elbette. Dolayısıyla da kaçınılmaz olarak, ABD’nin manevra sahasını daraltıyor. Çin’in Suudi Arabistan’la gelişen siyasi, ticari, diplomatik ilişkileri, Suudi Arabistan’ın çok önemsediği bir proje olan Vizyon 2030 kapsamında bu ülkeyle ileri teknoloji, yeni enerji ve dijital ekonomi alanlarındaki işbirlikleri, Körfez’de, Arap aleminde de karşılık buluyor, yakıdan takip ediliyor. Keza Çin’in İsrail’e yaptığı eleştiriler, Hamas’ın siyasi büro şefi İsmail Haniye’nin İran’ın başkenti Tahran’da öldürülmesinin ardından yaptığı sert açıklamalar, dikkat çekiyor.
Çin’in İran’la siyasi, ticari, teknolojik alanda yaptığı işbirlikleri de unutulmamak gerekiyor. Bir diğer unutulmaması gereken de, küresel güneyin çok önemli bir unsuru olan Afrika’nın Çin’le olan yakın ilişkileri.
Belli ki bu süreç, hızlanarak, genişleyerek, kurumsallaşarak devam edecek. Önümüzdeki günlerde, 20 – 24 Ekim tarihlerinde Rusya Federasyonu’nda, Tataristan’da, Kazan’da yapılacak BRICS zirvesinde de görülecek bu. 1952’den bu yana sadık bir NATO üyesi olan Türkiye’nin de, BRICS üyeliğiyle ilgilendiğine ilişkin haberlerin çokluğu dikkate alındığında, işin ekonomik boyutu yanında, diplomatik ve jeopolitik boyutu da daha fazla tartışılacak.