Emperyalist ABD için dünyaya “tam egemen olmak” dün de söz konusu değildi, bugün de… ABD açısından gerçekçi olan, dünyayı ikiye bölerek kendi dünyasına egemen olmasıydı. İşte Soğuk Savaş bunun geçen yüzyıldaki yöntemiydi. ABD daha II. Dünya Savaşı bitmeden 1944’te kurmaya başladığı yapılarla “kendi dünyasının” düzenini oluşturmaya soyundu. Böylece Atlantik’in iki yakasındaki dünyaya egemen olacaktı. Dünya esas olarak kapitalist dünya ve sosyalist dünya diye ikiye ayrılmıştı. Atlantik patronu ABD, kendi dünyasını kapitalizm-liberalizm-demokrasi özdeşliği üzerinden tahkim edecek ve bunu yavaş yavaş Atlantik’in dışına dayatacaktı. Ekonomiyle, kültürle yapacaktı bunu. SSCB’nin yıkılması ile ABD’nin elinin iyice serbestleştiği şartlarda o dayatma, doğrudan silahlı bir dayatma halini aldı. ABD Yugoslavya’yı bölerken de, Afganistan ve Irak’ı işgal ederken de, Libya ve Suriye’ye saldırırken de aracı demokrasiydi. Halklara bombayla demokrasi götürüyordu, özgürlük götürüyordu, insan hakları götürüyordu! Bunun nasıl bir palavra olduğu elbette görüldü, ancak ne yazık ki milyonların kanıyla görüldü…

ABD’nin yeni Soğuk Savaş’ı 

ABD, son birkaç yıldır yeni bir “Soğuk Savaş” düğmesine basmış durumda, çünkü yine kamplaşmaya ihtiyacı var. Çok kutupluluk ve Küresel Güney’in ortaya çıkması, ABD’nin eski dünyasını bile etki altına almıştı; Atlantik’in öbür yakasındaki kimi ülkeler ABD’den özerk hareket etmek istiyordu, AB ayrı bir güç merkezi olmak istiyordu. İşte ABD “yeni Soğuk Savaş”ı bu tablo nedeniyle başlattı: Çin ve Rusya “tehlikesi” üzerinden Avrupa’yı yeniden yanında tutacaktı; askeri aygıtı NATO’yu genişleterek sıkıştırdığı Rusya’nın boğulmamak için hamle yapmasını, özerklik arayan Avrupalı müttefikleri üzerinde yeniden tahakküm kurmanın zemini yapacaktı. Artık SSCB yoktu, kapitalist sisteme geçmiş bir Rusya vardı. Çin ise hem kendi sosyalizmini çevre ülkelere dayatmıyor hem de bu nedenle SSCB gibi bir blok kurmuyordu. Dolayısıyla ABD için şartlar eski Soğuk Savaş’taki gibi kapitalist-sosyalist dünya saflaşmasına uygun değildi. ABD eski Soğuk Savaş’ın kapitalizm-liberalizm-demokrasi özdeşliğinin demokrasi parçasını aldı ve yeni Soğuk Savaş için esas ayraç haline getirdi. Eski dünyası üzerinde yeniden tahakküm kurmak isteyen ABD için yeni saflaşma artık şöyleydi: Demokrasiler ve otokrasiler!  

Türk demokrasisini Amerikancılık budadı 

Emperyalist ABD bunu bizzat 2021 yılında Demokrasi Zirvesi düzenleyerek kurumsallaştırmaya geçti. 2023 yılında ikincisini ve şu günlerde de üçüncüsünü düzenliyor. Demokrasinin bir bölme kavramı haline getirildiği bu yeni Soğuk Savaş’ta ABD’nin yanında olanlar “demokrat”, ABD’ye karşı olanlar ya da tarafsız olanlar, hatta ABD’nin yanında olduğu halde kendi bölgesinde özerk davranmaya çalışanlar toptan otokrat ilan edildi!   Türkiye de ABD’nin demokrasi zirvelerine dahil edilmeyenler ülkelerden biri. Oysa ABD’nin kampında, NATO üyesi, kapitalist ve ABD’nin savunduğu türden demokrasiye de listedeki pek çok ülkeden daha yakın. Ama bölgesinde özerk davranmaya çalışıyor, ama Rusya’yla iyi ilişkiler kuruyor, ama İran’la işbirliği yapıyor vb… Elbette Türk demokrasisi “tek adam rejimi” ile hayli tırpanlanmış durumda ama bu hali bile ABD’nin demokrasi zirvesine davet ettiği kimi krallıklardan elbette çok daha demokratik… Üstelik Türk demokrasisinin budanması da Türkiye’nin “Küçük Amerika olma” hedefli Atlantik süreciyle başladı; ABD’nin komünizmle mücadele süreçlerinde ağır yaralar aldı; ABD’nin o süreçte panzehir haline getirdiği Türk-İslam sentezcileri eliyle bugünkü büyük çöküşüne uğradı. Yani ABD’nin demokrasi zirvesine davet etmediği Türkiye’nin demokrasisinin bu gerilemesinde emperyalist ABD doğrudan sorumludur!

Hangi demokrasi?

Neyse, mesele zaten demokrasi de değildir. Çünkü demokrasi ABD’nin kendi emperyalist çıkarları için araçtır. Demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi ilerici kavramlar, ne yazık ki ABD’nin elinde pazarı “serbest piyasaya” açılacak ülkelere karşı kullanılan bir sopaya dönüştü. Son birkaç yıldır ise ABD bunu zengin Batı/Kuzey ile gelişen Doğu/Güney arasındaki kamplaşmanın ayracı haline getirmeye çalışıyor. Oysa demokrasi, bir halk yönetimi olarak, belki de en ilkel halini günümüz ABD’sinde sürdürüyor. Antik-Yunan’da demokrasi nasıl sadece mülk sahibi özgür yurttaşlara bir hak idiyse, bugün de “Amerikan demokrasisinde” aslında esas olarak sermaye sahipleri, hatta sermayenin mali kanadı için bir hak… ABD’de birbirinin aynısı iki parti arasında süren “demokrasi oyununda” başkan adayları, seçiciler tarafından belirleniyor, seçilebilmenin esas kriterini de “en çok reklam fonu toplayabilmek” oluşturuyor. Yani Amerikan demokrasisinde gerçekte halk yok! Parayı veren düdüğü çalar demokrasisi! Temsili rejimin “gerçek demokrasi” diye dayatıldığı, demokrasinin olmazsa olmazı olan eşitliğin ise “fırsat eşitliği” aldatmacasıyla ortadan kaldırıldığı bu demokrasi, ABD tarafından zorla dayatılmaya çalışılıyor. Oysa halk demokrasileri, halkın mahallelerden, işyerlerinden, üniversitelerden itibaren karar süreçlerine daha doğrudan katıldığı Çin benzeri örneklerinde çok daha olgun hallerini yaşıyorlar. ABD’nin bu daha olgun demokrasileri “otokrasi” diye yaftalamaya kalkması ise elbette emperyalist ABD’nin illüzyon uğraşından başka bir şey değildir. Unutulmamalı, sınıflı toplumlarda “saf demokrasi” yoktur, “sınıf demokrasisi” vardır; yani mesele “hangi sınıf” meselesidir.  Mehmet Ali Güller YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN