Kemalist kesimlerin bir bölümündeki en büyük zihin bulanıklığıdır:
Atatürk’ün “Batıcılığı” miras bıraktığını savunurlar. Oysa
Atatürk’ün bıraktığı “siyasi miras” Batıcılık değil, muasır medeniyettir, çağdaş uygarlıktır.
Çünkü
Atatürk tarihi iyi biliyordu, uygarlığın el değiştirdiğini biliyordu. İnsanlık zamanla çoğalan vagonlar gibiydi ve lokomotifi kullananlar sürekli değişiyordu. Lokomotifi uygarlığa öncülük edenler kullanıyordu. Son 400 yüzyıldır da sanayi devrimi, kapitalizm, modernite ve aydınlanma ile uygarlığa Batı liderlik ediyordu.
Tek dişi kalmış canavar
Ancak Batı, devrimci barutunu tüketmekte, ilerici özelliklerini yitirmekte, gericileşmekteydi. Kuşkusuz bunu
Atatürk de görüyordu. Çünkü
Batı’nın emperyalizm aşamasında olduğunu biliyor, o nedenle dünyayı ezen milletler - ezilen milletler diye sınıflandırıyor ve hepsinden önemlisi de bizzat emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veriyordu.
Özetle,
emperyalizmi “tek dişi kalmış canavar” olarak betimleyenler için Batı tek ve hep dönülecek yön değildi ve olamazdı. Elbette gericileşmekte olsa da Batı’nın aydınlanma kazanımları, teknolojik üstünlüğü, kültürü, sanatı, hukuku vb. hâlâ insanlığın önünde 20. yüzyılın başında bir modeldi ve
Atatürk de onları aldı. Ama biliyordu ki dünya değişiyordu,
Asya’nın uyanmakta olduğunu da bir öncü olarak görüyordu. “Asyai bir milletiz” demesi de ondandır, Batı yerine “çağdaş uygarlık” neredeyse orayı hedef göstermesi de ondandır.
Türk siyasetinin iki paradoksu
Türk siyasetinin önemli paradokslarından biridir:
Siyasal İslamcılık Batı’ya dayanarak ve Atlantikçiliğe bağlanarak Kemalist devletle hesaplaştı; Kemalistlerin bir bölümü ise siyasal İslamcılığın panzehirinin Batıcılık olduğunu savunarak politika yapıyor.
Yine Türk siyasetinin önemli paradokslarından biridir:
Tehdidin kaynağının Atlantik olduğunu saptarlar ama Türkiye’nin Batı kampında kalarak kendini savunabileceğini düşünürler.
Gazetelerde “tamam Batı bizi hedef alıyor ama yine de yerimiz Betı’dır” diye yazan Kemalist aydınları, akademisyenleri, emekli generalleri gördükçe
Doğan Avcıoğlu’nu,
İlhan Selçuk’u,
Attila İlhan’ı özlemle anıyorum…
Bloklaşmaya karşı çok kutupluluk
Bu konuya şundan girdik: Çok kutupluluk gelişiyor, Batı bloklaşmacılığı sürdürmeye çalışsa da ABD ve Avrupa dışındaki dünya ülkeleri
bloklaşmaya karşı çok kutupluluğu savunuyor, bir bölümü çok taraflılık uygulayarak manevra alanını genişletmeye çalışıyor.
Türkiye mi? Aslında çok taraflılık uygulama potansiyeline en sahip ülke ama
neo-Abdülhamitçi çizgiyle uygulanamıyor ve tersine çok taraftan kazanç yerine çok tarafa taviz veriyor.
Yine de hiç kimsenin gidişatın tersine yol alabilmesi mümkün değil. Döne döne. hayat Ankara’nın önüne Asya’yı, BRICS’i, ŞİÖ’yü getiriyor, dayatıyor.
İşte Dışişleri Bakanı
Hakan Fidan’ın Çin ziyareti sırasında verdiği mesajlar da o dayatma nedeniyleydi.
Cumhuriyet gazetesinde o mesajları ayrıntılı değerlendirdim. Ancak dayatmayla da olsa, Türkiye’deki Atlantikçi takım o mesajlardan rahatsız oldu, Türkiye’nin BRICS’e katılma arayışından derin endişe duydu.
Şimşek’in Fidan’a yanıtı
Örneğin Türkiye’nin üç pasaportlu Hazine ve Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek, Londra’daki Chatham House toplantısında
Fidan’ın Çin’le iyi ilişkiler ve BRICS mesajlarına karşı şunları söyledi:
“Tarihsel olarak Batı’ya doğru bir yönelimimiz var. Avrupa Konseyi üyesiyiz, NATO üyesiyiz, açıkça AB üyeliğine adayız. Dolayısıyla Türkiye’nin Batı’ya doğru yürüyüşü yeni bir şey değil, aslında üç asırlık bir geçmişi var. Avrupalı dostlarımız ve komşularımızla yaptığımız savaşlarda bile, Batı’ya yönelim temel motivasyondu. Şunu söylemeye çalışıyorum; Batı’da Türkiye’nin çıkarlarına daha iyi hizmet eden kural tabanlı bir sistem görüyoruz. Ancak BRICS veya G20, bunların hepsi diyalog platformu. Yani Avrupa Birliği (AB) gibi değil. Bu aşamada söyleyebileceğim tek şey,
AB ile olan ilişkimizi takdir ettiğimizdir. AB’yle ayrışmayı göze alamayız.”
Atlantikçilerin BRICS endişesi
Bu sözleri duyan da Türkiye’nin AB üyesi olduğunu ve bu nedenle
Şimşek’in AB’den ayrılarak BRICS’e yönelmeye itiraz ettiğini sanır!
Baştan aşağı aldatmaca bu sözler. Türkiye AB üyesi değil, olmayacak, olamayacak.
Türkiye’yi 1999’da Asya’ya yönelmesin, Atlantik kampında kalsın diye AB kapısına bağladılar ve AKP sayesinde de orada tutmayı sürdürüyorlar. AB Türkiye’yi sınırlarının önündeki bir “tampon ülke” olarak görüyor ve göç anlaşması gibi anlaşmalarla da bunu hayata geçiriyor.
Türkiye’ye tehditler ABD ve AB’den geliyor: Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerini destekliyorlar, darbelere sponsorluk yapıyorlar, Akdeniz’den Karadeniz’e Türkiye’nin çıkarlarına aykırı adımlar atıyorlar, Türkiye’ye yaptırım uyguluyorlar vb.
Dünyanın ekonomik merkezi çoktandır Batı’dan Doğu’ya kaymış durumda, buna paralel olarak siyasetin merkezi de değişecek, değişiyor. Küresel Güney uluslararası meselelere ağırlığını koymaya başladı.
ABD bu gidişatı Soğuk Savaş’tan kalma bloklaşma anlayışıyla durdurmaya çalışıyor ama nafile. Çok kutupluluk bloklaşmayı dışlıyor. Türkiye bu süreçte kaçınılmaz olarak Küresel Güney’in aktif üyelerinden biri olacaktır.
Atlantikçiler bu nedenle BRICS endişesi yaşamaktadır. Çünkü BRICS Türkiye’yi AB kapısından kurtarmanın anahtarıdır.
Mehmet Ali Güller
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN