Sonuna geldiğimiz bu hafta Türkiye’ye önemli bir ziyaret ile başladı. Aralık ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina’ya yaptığı ziyarete karşılık Yunanistan Başbakanı Miçotakis de bir iade-i ziyaret gerçekleştirdi. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz aralık ayında iki ülke Atina Bildirisi'ni imzalamıştı. Atina Bildirisi, 1930’da dönemin başbakanları İsmet İnönü ve Elefterios Venizelos’un imzaladıkları “dostluk anlaşmasından” sonra yapılan ikinci deklarasyon olması açısından tarihi bir önemi var. Taraflar arasında dostane ilişkiler ve iyi komşuluk anlayışını benimseyen Atina Bildirisi, askeri gerginlikten kaçınmak için güven artırıcı önlemlerin alınmasını ve Ege sorunlarına uluslararası hukuku temel alan barışçıl çözümlerin bulunmasını içeriyor. Ziyaret öncesi iki lider Yunan ve Türk gazetelerine verdikleri röportaj ile iki ülke arasında yeni bir dönemin başladığını duyurdular. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar üzerinden değil anlaşılabildikleri konu başlıkları üzerinden bir işbirliği süreci geliştirmeye karar verdiklerini söyledi. Gerçekten de diplomasinin altın kuralı asgari müşterekler üzerinden bir işbirliği süreci geliştirmektir. Bu nedenle Türkiye de Yunanistan ile uzlaştığı, anlaştığı konu başlıkları üzerinden, kazan-kazan zemini üzerinden ilişkilerini geliştirmek istemektedir. En başta Yunanistan ile Ege Denizi'ndeki gerginliğin azaltılması, tansiyonun düşürülmesinin sağlanması özellikle iki ülkenin turizmi açısından oldukça hayati önem taşımaktadır. Yunanistan Başbakanı Miçotakis ise Alpha TV’ye verdiği röportajda, Türkiye ile başlayan yeni süreci “Tüm sorunlar bir gecede çözülmeyecek olsa da parmağınızı tetiğe basmaktansa konuşmak daha iyi” diyerek değerlendirdi. Miçotakis, 2003 yılından bugüne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabul ettiği sekizinci başbakandır. Bir başka deyişle Erdoğan, görev süresi boyunca Miçotakis’ten önce 7 Yunanistan Başbakanı ile hem Başbakan sıfatıyla hem de Cumhurbaşkanı sıfatıyla görüşme gerçekleştirmiş; dolayısıyla temkinli hareket etmesi doğaldır. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan değil Türkiye kamuoyu da temkinli bir iyimserlikle bu ziyarete ve bu ziyaretin sonuçlarına bakmaktadır. Zira önümüzde daha önceki 7 Yunanistan Başbakanı ile yapılan görüşmelerin oluşturduğu bir deneyim var. Bu bağlamda, Türk-Yunan yakınlaşması aslında çok da yeni bir durum değil. Gerek Erdoğan hükümetleri gerekse ondan önceki hükümetlerle hem Dışişleri Bakanları düzeyinde hem de Başbakanlar düzeyinde yakınlaşmalar olmuş ancak sonuçlanmamıştı. Sorun şu: Yunan başbakanlarının tarihten gelen bir ezberi var. Bu ezberi bozmak çok zor. Her zaman bu ezber diyaloğa galip gelmektedir. Bu ezberlerden bir tanesini örnek olarak vermek gerekirse, çok da uzağa gitmeden, 2011’de Erzurum Kış Olimpiyat Oyunları’nın açılış törenine onur konuğu olarak davet edilen Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu'ya, Erzurum’da gerçekleştirilen 3. Büyükelçiler Konferansı'nda bir konuşma yapma imkanı tanındı. Türk büyükelçilere seslenen Papandreu, Ege'deki uçuşlar ve Kıbrıs konusunda sert açıklamalarda bulundu. Papandreu, konuşmasına 8 Türk savaş uçağının küçük bir Yunan adası üzerinde uçuş yaptığını ifade ederek başladı ve “Bunun anlamı neydi? Türkiye neyi ispatlamak istiyor? Bu hareketler, Türkiye'nin Ege'deki durumu değiştirmeyecektir” diye konuşarak adeta Türkiye’den hesap sordu. Ayrıca, “Kıbrıs'ta işgal sürdükçe Türkiye AB üyesi olamaz” diyerek Türkiye’yi işgalci olmakla suçladı. Görüldüğü üzere, Yunanistan Başbakanı Papandreu’nun onur konuğu olarak davet edildiği olimpiyat etkinliklerinde sergilemiş olduğu tavır sportmence bir tavır değildi. Spor, dostluk, barış, kardeşlik teması üzerine kurulu bir etkinlik olmasına rağmen maalesef Yunanistan Başbakanı bir spor etkinliğini dahi siyasete feda etmekten çekinmemiştir. Bu sebeple bu davranışı ne diplomatik nezakete ne de komşuluk hukukuna yakışmıştır. Daha Türkiye’ye gelmeden Yunanistan Başbakanı Miçotakis de Yunan medyasına verdiği beyanatta İstanbul'daki tarihi Kariye kilisesinin camiye dönüştürülmesini provokatif olmakla eleştirerek, Türk cumhurbaşkanından bu işlemin iptal edilmesini talep etme sözü verdi. Yunan medyası, Türkiye’yi Kariye Camisi’nin yanında daha önce  İznik Ayasofyası, Trabzon Ayasofyası ve Konstantinopolis Ayasofyası'nı camiye çevirmekle suçladı. Miçotakis ise Atina’nın Yunanistan topraklarındaki Osmanlı eserlerine çok iyi bakıldığının altını çizerek adeta üstü kapalı bir şekilde karşılık vermekle tehdit etti.

İki ülke arasında çözülmeyi bekleyen sorunlar

İki ülke arasında bunlardan daha fazla çözüme muhtaç problem var. Dışişleri Bakanlığımıza göre Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’ndeki başlıca sorunlar esas olarak 5 kategori altında toplanmıştır: 1) Karasuları ve kıta sahanlığı ile bu alanların sınırlandırmalarını da kapsayan deniz yetki alanları 2) 1923 Lozan Antlaşması, 1947 Paris Antlaşması ve konuya ilişkin diğer uluslararası belgeler çerçevesinde Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsü 3) Ege’ye ilişkin bir başka temel sorun, bazı coğrafi formasyonların yasal statüsü 4) Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı olarak ulusal hava sahasının 10 deniz mili genişliğinde olduğunu iddia etmesi ve Uçuş Bilgi Bölgesi (FIR) sorumluluğunu istismar etmesi 5) Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleri Ege sorununun yanına Kıbrıs sorununu ve Batı Trakya’daki Türk azınlığın durumunu da eklemek gerekmektedir. Yunanistan'ın ise Ege sorununu sadece kıta sahanlığından ibaret bir sorun olarak gördüğünü hatırlatmak gerekir. Miçotakis, ortak basın toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Batı Trakya’da Türk azınlığı" ifadesine itiraz ederek "Müslüman azınlık" olarak düzeltmesi aslında Batı Trakya’nın şu anda içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından da önemliydi. Ayrıca, Ukrayna Savaşı ve Ortadoğu’da Gazze’de sürmekte olan katliam konusunda Türkiye ve Yunanistan farklı görüşlere sahip ama en büyük görüş farklılığı Hamas üzerinde belirdi. Miçotakis Yunanistan’ın Hamas'ı bir terör örgütü olarak gördüğünü, 7 Ekim’de İsrail’in bir terör saldırısına uğradığını dolayısıyla İsrail’in bu saldırıya karşı kendini savunma hakkının olduğu söyleyerek İsrail-ABD çizgisinde olduğunu teyit etmiş oldu.

Miçotakis’in Türkiye ile yeni bir sayfa açmak istemesinin gerçek nedeni ne?

Aslında bu sorunun cevabı, ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın 2023 yılında Türkiye’yi ziyaretinde saklı. Blinken, NTV haber kanalına verdiği röportajda şöyle konuştu: “Ege ve Akdeniz'deki anlaşmazlık çözülmeli. Hem Yunanistan hem Türkiye bizim müttefikimiz…Her iki ülkenin de gerilimi azaltmak için ortak bir yol bulması gerekiyor… Ege'nin, özellikle Doğu Akdeniz'de enerji akışının tam merkezinde olmak Türkiye'ye muazzam bir fayda sağlayacaktır.” İşte! her şey ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın bu açıklamasından sonra değişti. Bir anda Türkiye ile Yunanistan arasında gerginliğin ortadan kaldırılmasına yönelik karşılıklı adımlar atılmaya başladı. Bilindiği üzere Doğu Akdeniz’deki doğalgaz East-Med adı verilen bir proje ile Akdeniz’in altından Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacaktı, fakat projenin çok pahalı olması ABD’nin bu projeden vazgeçmesine neden oldu. Bu nedenle, şu anda ABD’nin önündeki en makul rota, Türkiye üzerinden boru hattıyla bu gazın Avrupa’ya aktarılmasıdır. Dolayısıyla, her şeyden önce Türkiye’nin Yunanistan ile arasındaki sorunları çözerek bu projeyi hayata geçirmesini istiyor. Karşılığında ise Türkiye’yi bölgede enerji merkezi haline getirilecek. Hatırlanacağı üzere Putin de Ukrayna Savaşı’nın çıkmasından sonra Türkiye’yi doğalgaz merkezi yapmayı düşündüklerini açıklamıştı. Halihazırda, Avrupa Birliği’nin, Rusya’nın alternatifi olarak Hazar Havzası'na ve Orta Doğu’ya yönelmesi gelecekte buradan petrol ve doğalgazın sevkiyatının yine Türkiye üzerinden Avrupa’ya yapılacak olması gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, fotoğrafa nereden bakarsanız bakın Türkiye jeopolitik bir güç merkezi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum da ister istemez Türkiye’yi jeopolitik bir zorunluluk haline getirmektedir; bir bakıma alternatifi olmayan bir zorunluluk. İşte Miçotakis’in peşinde olduğu gerçek bu. Bir diğer gerçek ise Yunanistan’ın Türkiye’den öteye gidememesi. Yunan milleti, kendisini denizci bir millet olarak tanımladığı için özellikle Asya karasında veya İç Asya’da yoklar. Büyük İskender’den bu tarafa Asya topraklarına adım atmış değiller. Yunanlar, kara üzerinden açılım yapmaya ürküyorlar, korkuyorlar, cesaretleri yok; dolayısıyla önündeki eşsiz Avrasya coğrafyasına Yunanlılar korkarak bakıyor. YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN