Gazze için tek çözüm: Uluslararası barış konferansının toplanması
Barış Adıbelli
Geçtiğimiz hafta Filistin sorununa yönelik ABD’nin, Biden doktrini adı verilen bir plan üzerinde çalıştığı The New York Times gazetesinde duyurulmuştu. Üç önemli ana başlık üzerine inşa edilen bir plan var masada:
1 İran’ın Orta Doğu bölgesindeki nüfuzunun ortadan kaldırılması ve Irak, Suriye ve Yemen’deki uzantıları olan Şii grupların etkisiz hale getirilmesi
2 Askerden arındırılmış ve İsrail’e tehdit oluşturmayan ABD’nin tanıdığı bir Filistin devleti
3 ABD-Suudi Arabistan güvenlik ittifakı ve Suudi Arabistan-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi
Biden yönetiminin bu planına Suudi Arabistan’ın olumlu baktığı iddia edildi; hatta İsrail basınına göre Suudi Arabistan seçimlerden önce ABD ile savunma anlaşması imzalamak istiyor. Yine İsrail basınına göre Suudi Arabistan, ABD ile bir savunma anlaşması için İsrail’in bir Filistin devletine onay vermesini olmazsa olmaz bir ön koşul olarak görmüyor; hatta bu konuda ısrarcı da olmayacak.
Bilindiği üzere Suudi Arabistan'ın İsrail'le ilişkilerini normalleştirmesi ve ülkeyi ilk kez tanıması için ABD öncülüğünde aylarca süren diplomasi, Gazze'deki savaş nedeniyle artan Arap öfkesi karşısında Riyad tarafından Ekim ayında rafa kaldırılmıştı.
Ancak Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan'ın, ekonomisini dönüştürme ve büyük yabancı yatırımları çekme yönündeki iddialı planını ilerletebilmesi için ulusal güvenliğini güçlendirme ve İran'dan gelebilecek tehditleri savuşturma konusunda istekli olduğunu söylüyor.
Oysa Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in Aralık 2022’de Suudi Arabistan’ı ziyaret etmesi ve burada iki ülke arasındaki ilişkiler çerçevesinde yeni bir dönemin başlaması ve hemen ardından İran ile ilişkilerin normalleşmesinde Çin’in arabuluculuk yapması, ABD’nin Orta Doğu’daki varlığını da sarsan bir gelişme oldu. Suudi Arabistan-İran normalleşmesi beraberinde Suudi Arabistan’ın İran destekli Husiler ile olan savaşında da ateşkesi getirdi. Geçtiğimiz günlerde Riyad yönetimi Husiler ile barış anlaşması yapmak istediklerini duyurdu.
Tüm bu gelişmeler Washington’un on yıllar boyunca Orta Doğu bölgesinde tesis ettiği düzeni derinden sarstı.
Muhammed bin Selman, Trump gelmeden savunma anlaşmasını imzalamak istiyor. Hatırlanacağı üzere Beyaz Saray’da Trump bir taraftan elinde, Suudi Arabistan’a sattığı silahları ve onların dolar bazında parasal değerlerini gösteren büyük bir panoyu basın mensuplarına gösterirken, bir taraftan da tutması için Muhammed Bin Selman’ın önüne itiyordu; Veliaht Prens ise tutmamak için her türlü gayreti sarf ederken renkten renge giriyordu. Trump, resmen hem veliaht prensi hem de Suudi Arabistan’ı basın önünde aşağılayarak küçük düşürmüştü. Bir başka görüşmede ise Trump, ABD’nin koruması olmaması halinde Kralın 15 günden fazla tahtta oturamayacağını da söylemişti. Muhammed bin Selman bu yaşananları hiçbir zaman unutmadı ve belki de Çin ile stratejik ortaklık kurmasının, Shanghai İş Birliği Örgütü'ne (SİÖ) diyalog ortağı olmasının ve BRICS’e katılmasının ardında bu olay yatıyordur.
Trump, tekrar seçildiğinde Orta Doğu’da kaldığı yerden devam edecek. Bunun anlamı şu; vermeden alacak. Yani ülkeleri kendi politikasına mecbur edecek. Bunu bilen Suudi Arabistan karlı bir pazarlıkla ne alabilirse ABD’den almak istemektedir. Oysa Riyad yönetimi, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi karşılığında nükleer güç olmak istediğini açık açık söylüyordu. Fakat İsrail bu talebe kendi ulusal güvenliği için gelecekte bir tehdit oluşturacağı gerekçesiyle karşı çıktı. İran ise Suudi Arabistan’a kendi nükleer programını kurması için her türlü yardımı yapabileceğini iletti.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken geçtiğimiz Çarşamba günü Hamas üç aşamalı bir ateşkes planı sundu. Bu plana göre Hamas 135 günlük üç aşamalı bir ateşkes teklifinde bulundu. İlk 45 günde kadınlar, yaşlılar, hastalar ve 19 yaş altı rehineler serbest bırakılacak. İkinci 45 günde ise erkekler ve İsrail askerleri bırakılacak. Üçüncü 45 günde ise cenazelerin takası olacak. Bunun yanında Hamas olası bir ateşkes antlaşmasına BM, Türkiye, Rusya, Mısır ve Katar’ın garantör olmasını da şart koştu.
Tam da bu gündeme düşmüşken ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın ziyaret ettiği Suudi Arabistan’dan da bir açıklama geldi. Sınırları 1967 sınırlarını esas alan ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletini İsrail tanımadıkça, İsrail ile diplomatik ilişki kurmayacağını duyurdu. ABD, Biden doktrini de dahil olmak üzere tüm planlarını Suudi Arabistan üzerine kurmuşken, Riyad’dan böyle bir açıklama gelmesi İsrail’de ve ABD’de soğuk duş etkisi yarattı.
Çarşamba akşamı ise Netanyahu düzenlediği basın toplantısında Hamas’ın ateşkes teklifini reddederek mutlak zafere ulaşmak için daha fazla savaşa ihtiyaç olduğunu söyledi. İsrail, Hamas’ın ateşkes teklifini hayal ürünü olarak adlandırdı.
Aynı gün Blinken da İsrail’de bir basın toplantısı yaptı. Toplantıda Blinken, 7 Ekim saldırılarının insanları yok etme hakkı vermediğini konusunda İsrail’i uyardı. Birçok gözlemciye göre bu toplantı Blinken’ın en sert basın toplantısı oldu.
Sonuç olarak bir kez daha İsrail, barışa karşı çıkmış oldu. ABD ise sadece ve sadece İsrail’i seyretmekle yetindi. Blinken’ın İsrail’de olmasına rağmen Netanyahu yine bildiği okudu. Ama şunu da not etmeliyiz; İsrail’de para suyunu çekti. ABD Temsilciler Meclisinde Cumhuriyetçiler, İsrail’e 17,6 milyar dolar yardımı da içeren bir yasa tasarısını reddettiler ve bir kez daha İsrail’e para gönderilemedi.
Çin ve Rusya geçtiğimiz Pazartesi günü toplanan BM Güvenlik Konseyi toplantısında ABD'yi son günlerde Orta Doğu’da yoğunlaşan saldırılarının bölgeyi istikrarsızlaştırdığı ve tamamıyla 2024 seçimlerine yönelik hamleler olduğu gerekçesiyle sert bir şekilde eleştirdiler.
Gazze’de yaşanan insanlık dramı ve insanlığa karşı işlenen suçlar nedeniyle ki bu suçlar Uluslararası Adalet Divanında da tescil edilmiştir; artık Gazze meselesi birkaç ülkenin değil bizzat dünyanın meselesi haline gelmiş durumdadır. Dolayısıyla, birkaç devletin ateşkes planları yerine vakit kaybetmeden geniş tabanlı bir uluslararası Gazze konferansının toplanması ve ateşkes tekliflerinin bu zemin üzerinde görüşülmesi gerekmektedir. Halihazırda Türkiye ve Çin uluslararası bir barış konferansının toplanması için çağrıda bulundular ve bulunmaya devam ettiler. Çin ve Türkiye, birlikte bu barış konferansının düzenleyici iki ülkesi olabilir. Bu noktada birlikte çalışarak bu konferansın ortak düzenlenmesini sağlayabilirler. Bu nedenle uluslararası toplum vakit kaybetmeden Türkiye ve Çin’in Gazze konusunda barış konferansı çağrılarına yanıt vermelidir.
Barış Adıbelli