Özel Haberler

Tayvan 2025’te de “kırmızı çizgi” olmayı sürdürecek

Çin ve ABD arasında en önemli başlık geçmişten bugüne Tayvan olmaya devam ediyor. Zira tarafların diplomatik olarak birbirini Tayvan konusunda varılan mutabakat ile mümkün olmuştu. Bu eğilim 2025 boyunca da kırmızı çizgi olarak varlığını koruyacak.

Gökhun Göçmen

Dünyanın en büyük ekonomik, teknolojik ve diplomatik gücünü temsil eden, askeri harcamalarda rekoru elinde tutan Çin ve Amerika Birleşik Devletleri arasında en önemli başlık geçmişten bugüne Tayvan olmaya devam ediyor. Zira tarafların diplomatik olarak birbirini tanıması Çin anakarasına 220, ABD’ye ise Batı kıyısından 10 bin 200 kilometre uzaklıkta yer alan Tayvan konusunda varılan mutabakat ile mümkün olmuştu.

Dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın Çin’de yaptığı ve Polo görüşmeleri adını alan temasların ardından ABD Başkanı Richard Nixon 1972’de Pekin’i ziyaret ederek Shanghai Bildirisi’ni imzalamış ve şu garantileri vermişti:

“ABD, Tayvan Boğazı’nın her iki tarafında tek bir Çin bulunduğunu ve Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu kabul etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti bu duruma meydan okumamaktadır. Tayvan sorunun barışçıl biçimde çözülmesi konusunda Çin ile aynı görüştedir. Bu beklenti göz önünde bulundurularak tüm ABD kuvvetlerinin ve askeri tesislerin Tayvan’dan çekilmesini nihai hedef olarak teyit etmektedir. Bölgedeki gerilim azaldıkça Tayvan üzerindeki kuvvetlerini ve askeri tesislerini kademeli olarak çekecektir.”

Tayvan’da anlaşma normalleşmeye getirdi

ABD ve Çin’in imzaladığı ve Pekin tarafından “3 Bildiri” olarak anılan bildirilerin ikincisi Nixon’ın istifa etmesinin ardından Jimmy Carter dönemine denk geldi. Carter’ın bir yıl boyunca perde gerisinden yönettiği müzakereler ABD’nin 1979 senesinde Çin’i resmen tanımasıyla noktalandı. 

 “Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Ortak Bildiri” adındaki belge ve devamındaki 17 Ağustos 1982 tarihli üçüncü bildiri esasen Şangay’da kabul edilen prensiplerin tekrarı niteliğindedir. Bununla birlikte 17 Ağustos bildirisinde ABD, Tayvan’a dönük silah satışı hakkında " Tayvan’a silah satışının kademeli olarak azaltmayı ve bu süre içinde nihai çözüme varmayı planladığını belirtmektedir. ABD bunu ifade etmekle, Çin’in bu sorunun kapsamlı bir şekilde çözülmesine ilişkin tutarlı durumunu kabul ediyor.” sözünü vermiştir.

ABD’nin attığı imzalara ihaneti

Çin büyük uğraşlar neticesinde uluslararası toplumda tanınırlığını elde etmiş ve Tayvan ile birleşme çabalarında büyük bir başarı kazanmış olsa da ABD’nin attığı imzalara ihanet etmesi uzun sürmedi. Çin’in hemen karşısında askeri varlık göstermek, deyim yerindeyse açık denizlerde bir adalar zinciri oluşturmak isteyen Washington için Tayvan adası halen “batmayan uçak gemisi” konumunda. Öyle ki ABD, Tayvan kartını elden bırakmamak için Pekin ile ilişkileri tesis ettikten 41 gün sonra Şubat 1979’da Tayvan İlişkileri Yasası’nı çıkardı. Bugüne kadar ihlaleler askeri ve diplomatik alanda kendini gösterdi.

İlk olarak ister Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun ABD’de partiler üstü bir uzlaşı olarak Tayvan adasına silah satışları artarak devam etti. Gelinen noktada Tayvan, 1950’den bu yana 50 milyar doları aşan bir tutar ile Suudi Arabistan, İsrail ve Japonya’nın ardından ABD’nin en büyük dördüncü müşterisi oldu. Oysa; ABD yönetimi 17 Ağustos 1982 bildirisinde Tayvan’a yapılan silah satışlarının Çin ile diplomatik ilişki kurulmasından sonraki sınırları aşmayacağı sözünü vermişti.

ABD’nin Tayvan konusundaki ikinci ihlali ise diplomasi alanında giderek belirginleşiyor. Washington yönetimi Çin ile imzaladıkları 3 bildiride “Tek Çin” ilkesine bağlı olduklarını ve Çin’i resmi platformlarda Çin Halk Cumhuriyeti’nin temsil ettiğini kabul etmişti. Mutabakatlar uyarınca ABD, Tayvan’ı tıpkı dünyanın ezici çoğunluğu gibi ülke olarak tanımamasına karşın 1990’lardan bu yana ada ile siyasi temaslarını kesmedi.

Trump döneminde Çin’i ne bekliyor?

ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’a çıkması ile Washington yönetiminin bir yandan ada ile siyasi temaslara devam etmesi diğer yandan da Tayvan’ın Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlara katılması için lobi çalışmaları yapması sürpriz olmayacak. Trump başkanlığının ilk döneminde, ABD’li yetkililerin adayı ziyaret edebilmelerine olanak veren yasayı imzalayarak yeni gerilimlere hazır olduğu sinyalini vermişti. Üstelik 2018 yılındaki söz konusu yasayı hazırlayan kişinin yakın gelecekte Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturacak Marco Rubio olması 2025 ve sonraki dört yıl için Pekin’de alarm zillerinin çalmasına neden olacak.

Washington bu ziyaretler vasıtasıyla Çin ile yürütecekleri müzakerelerde elini güçlendirmek istese de Trump döneminde askeri gerilimlerin topyekün bir savaşa dönüşme ihtimali azalıyor. Bunun arkasındaki nedenlerin başında ise Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun artan kapasitesi kadar Trump’ın savaşlara kapıyı kapatan dış politikası yer alıyor. ABD tarihine savaşlara dahil olmayarak geçmek isteyen Trump, Çin’den ticari anlamda iltimas aldığı sürece Tayvan kartını çekmeceye koymayı tercih edebilir.

Tayvan çatışma riskini aşağı çeken diğer etmen ise adadaki bağımsızlık yanlısı Demokratik İlerleme Partisi’nin (DPP) yaşadığı irtifa kaybı. Demokratik İlerleme Partisi’nin 2020 seçimlerinde aldığı 8 milyon oy (yüzde 57) bugün 5 buçuk milyona (yüzde 40) kadar düşmüş durumda. Muhalefetin bölünmesiyle iktidarda kalmayı başaran DPP’nin yerel seçimlerde yaşadığı hezimet ve parti hakkındaki yolsuzluk iddiaları ayrılıkçı güçler için geleceğin pek parlak olmayabileceği şeklinde yorumlanıyor.

Çin ordusunun caydırıcılığının artması, Trump döneminin askeri ihtilaflara olan mesafesi ve Tayvan için politikasının belirsizleşmesi zamanın Pekin’in lehine işlediği izlenimini veriyor.