“Altta kalanın canı çıksın!” Muhtemelen her dilde eşanlamlıları vardır bu sözün. Bütün bir sınıflı toplum tarihini anlatıyor. 30 Kasım-12 Aralık günleri arasında toplanan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı'nın (COP28) sonuçları, gayrı ihtiyari bu sözü çağrıştırdı. Açıklayalım... 2009 yılında Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da düzenlenen COP15'te sera gazları salımından en çok sorumlu olan gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere sera gazı salımlarını azaltmaları ve küresel ısınmayla mücadeleye uyum sağlamaları için her yıl 100 milyar dolar desteklemesi sözü verildi. Bu söz, 2015 yılında Paris'teki COP21'de imzalanan Paris İklim Sözleşmesi'nde, 2020 yılından itibaren küresel sera gazı salımlarını azaltma yükümlülüğüyle birlikte karar haline getirildi. Fakat gönüllülük esasına dayanan karar bağlayıcı olmadığı için, ne sera gazı salımlarını azaltma yükümlülüğü yerine getirildi, ne gelişmekte olan ülkeler para gördü. “Paris Sözleşmesi çok iyi bir belge, ama kâğıt üstünde” diyen Afrikalı COP28 katılımcıları durumu özetliyor. BM Çevre Programı'nın Yetersiz Finansman, Yetersiz Hazırlık başlıklı 2023 yılı raporuna göre, gelişmekte olan ülkelerin küresel ısınmayla mücadeleye uyum sağlamaları için, 2030'a kadar her yıl 387 milyar dolara ihtiyaçları var. 2021 yılında sağlanan kaynak, önceki yıla göre yüzde 15 gerilemeyle 21 milyar dolara düştü. Gelişmekte olan ülkelerin gerekli kaynağı kendi başlarına bulmaları olanaksız, gelişmiş zengin ülkelerin destek olması şart. Fakat böylesi bir destek için fazla umut yok. Bu nedenle, gelişmekte olan ülkeler yeni ve daha güvenilir mekanizmalar bulunmasını istiyor. SAVAŞA PARA VAR, İKLİM KRİZİNE YOK Ukraynalılar Rusya ile savaşsın diye 2022 Şubat'ından bu yana 113 milyar dolar harcayan ABD, Paris Sözleşmesi'ndeki yükümlülüğün gereğini yerine getirmeyi düşünmüyor bile. ABD ve Avrupa Birliği'nin (AB) savaşa pompaladığı toplam para, Rusya Federasyonu Savunma Bakanı Sergey Şoygu'nun açıklamasına göre 160 milyar doları geçti. ABD ve AB, bütün insanlığı tehdit eden ve başlıca müssebibi kendileri olan iklim krizine karşı mücadelede elzem olan katkıyı yapmak yerine, üstelik maddi ve insani kayıpların yanı sıra çevre felaketine de yol açan savaşa oluk gibi para akıtıyor. Geçen yılın Kasım ayında Mısır'ın Şarm El Şeyh kendinde yapılan COP27'de, iklim değişikliğinin neden olduğu seller, kuraklık, tayfunlar, su baskınları gibi felaketlerden zarar gören gelişmekte olan ülkelere yardım için “kayıp ve hasar fonu” kurulması kararlaştırılmıştı. Bu yılki COP28'de fona ilk katkılar açıklandı. Kişi başına en yüksek karbon salımı yapan ABD, sadece 17,5 milyon dolar katkıda bulundu. Gelişmiş ülkelerden Japonya 10, Almanya 100, İngiltere 50,5 milyon dolar, İtalya 100 milyon avro vereceğini bildirdi. Fona yapılan bağış miktarı 700 milyon doları buldu. Bu meblağ, gelişmekte olan ülkelerin iklim kaynaklı zararları karşısında devede kulak bile değil! Hoş, fonlara para girse de gelişmekte olan ülkelerin eline geçmiyor. Dünya Bankası parayı ülkelerin borçlarına mahsup ediyor. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed Ali, küresel finans sistemini eleştirdi ve borç yükü altında ezilen gelişmekte olan ülkelerin iklim kriziyle başa çıkamayacağını söyledi. Başbakan Ahmed Ali, G20 ülkelerini borç krizini çözmeye ve küresel ısınmayla mücadelede yenilikçi çözümler bulmaya çağırarak, başka türlü küresel ısınmada 1,5°C hedefine ulaşılamayacağı uyarısında bulundu. Afrikalılar küresel ısınmanın sorunlarıyla başa çıkmada ve yenilenebilir temiz enerji projeleri konusunda gözünü BRICS-11'e ve Yeni Kalkınma Bankası'na dikmiş durumda. MÜZAKERE VE UZLAŞMA DEĞİL DAYATMA Özellikle Afrika delegelerinin COP28'e başka eleştirileri de var. Eleştirenlerin başında Afrika adına müzakereleri yürüten grubun başkanı Zambiya Çevre Bakanı Collins Nzovu geliyor. Nzovu Dubai'de yaptığı basın toplantısında su, gıda ve enerji güvensizliğine neden olan yıkıcı kuraklığa ve taşkınlara dikkat çekti; küresel ısınma ile mücadelede uyum konusunun Afrika için hayat memat meselesi olduğunu söyledi. Nzovu'ya göre, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri yüzünden Afrika'da her yıl GSYİH'nın yüzde 10 ila 40'ı yok oluyor. Konferans, Afrika'nın sorunlarını ve taleplerini kulak arkası ederken, çoğunlukla gelişmiş ülkelerin ve fosil yakıt üreticilerinin ortaya attığı gündemlerle meşgul oldu. Sanki iklim konferansı değil, iş kovalayan büyük petrol şirketlerinin lobi yapma alanı... Böylesi bir ortamda lobi yapacak paraları olmayan gelişmekte olan ülkelerin seslerini duyurma şansları hiç olamaz. Afrika'nın doğrudan küresel ısınmadan kaynaklanan açlık, susuzluk gibi sorunlarına konferansın sonlarına doğru sıra gelebildi. Petrol şirketleri ve zengin ülkeler işi şansa bırakmadı. Konferansta kritik kararlar genel oturumlarda açık müzakere yoluyla değil, gerçekte gecenin geç saatlerinde ayaküstü koridor toplantılarında veya akşam yemeklerinde alındı. Buralarda yapılan dar katılımlı anlaşmalar genel oturumlarda katılımcılara dayatıldı. Nijerya'da yayınlanan Nation gazetesi, COP28 katılımcılarından Mohamed Adow'un zengin ülkeleri kastededen sözlerine yer verdi: “Onların parlak sözlerine ve koridor konuşmalarına ihtiyacımız yok. Buna en hafifinden ikiyüzlülük, en kaba tabirle kandırmaca denilebilir. Hedefe varmak için yapılan iki yıllık tartışma ve çalıştaylardan bir sonuç çıkacağını umuyorduk.” Nation, COP28'in “sanayileşmiş zengin ülkelerin bencil çıkarlarını desteklemenin alanı haline geldiğini” öne sürdü. Gazetenin yazdığına göre, Afrika delegasyonu, sanayileşmiş ülkelerin söz verdiği milyarlarca dolar toplanmazsa, Eylül'de Kenya'da yapılacak iklim zirvesine gitmeyeceğini açıkladı. BATI İKLİM KRİZİNİ SİLAH OLARAK KULLANIYOR Afrikalıların bu tepkileri, kendilerince geçerli nedenlere dayanıyor. Afrika kıtası 2020 yılında fosil yakıtlardan ve sanayiden kaynaklanan dünyadaki karbondioksit salımının yüzde 3,8'inden sorumluydu. 20 yılda kıtanın küresel sera gazı salımına katkısı yüzde 3,4 ile yüzde 3,8 arasında değişti. Afrika'nın oranı, kimi sanayileşmiş ülkelerinin tek başına payının da altında. Buna karşın, başta ABD olmak üzere gelişmiş Batı ülkeleri, Afrika'nın yeni yeni gelişen sanayileşmesinde gerekli olan enerjiyi sağlamak için kendi petrol ve gaz kaynaklarını kullanmasına engel oluyor. AB ülkeleri, Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) Kömür 2023 raporuna göre geçen yıl enerjide kömür kullanımını yüzde 14 artırırken, ABD'nin petrol ve kaya gazı üretimi rekor düzeye çıkarken, Afrika'ya “yeşil enerji” dayatması yapıyorlar. Batı'nın engel olmaya çalıştığı projelerden biri, Nijerya'dan Fas'a kıtanın batı sahili boyunca uzanması planlanan, denizden geçecek 5 bin 660 kilometrelik doğalgaz boru hattıdır. Boru hattını Nijerya ve Fas devlet şirketleri ortaklığı inşa edecek ve işletecek. İki ülke ön anlaşmayı imzaladı ve başka ülkeler de anlaşmaya katıldı. Boru hattı, Nijerya'dan Togo ve Gana'ya uzanan mevcut Batı Afrika Gaz Boru Hattı'nın uzantısı olarak planlandı. Tasarlanan hat tamamlandığında Fildişi Sahili'ne, Liberya'ya, Sierra Leone'ye, Gine'ye, Gine-Bissau'ya, Gambiya'ya, Senegal'e, Moritanya'ya, Fas'a ve İspanya'ya enerji sağlayacak. Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) projeyi destekliyor. Ayrıca Ekvator Ginesi, Kamerun, Gabon, Çad, Angola, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Kongo Cumhuriyeti'nin de aralarında bulunduğu bir dizi Orta Afrika ülkesi, 8 Eylül 2022'de enerji güvenliği ve enerji yoksunluğuyla mücadele için, 2030 yılına kadar bölgesel bir petrol ve doğalgaz boru hattı ağı oluşturma anlaşması imzaladı. Aynı amaçla Uganda ve Tanzanya, Doğu Afrika Ham Petrol Boru Hattı'nı (EACOP) inşa etmeyi planlıyor. Dünyanın en uzun ısıtmalı ham petrol boru hattı olarak tasarlanan 1443 kilometre uzunluğundaki hat, ham petrolü Uganda'nın petrol sahalarından Hint Okyanusu kıyısındaki Tanzanya'nın Tanga limanına taşıyacak. ABD ve Avrupa Birliği (AB) bu projeleri önlemek için uğraşıyor. ABD'nin İklim Özel Temsilcisi John Kerry, 2022 Eylül'ünde Senegal-Dakar'da yapılan Afrika Çevre Bakanlar Konferansı'nın (AMCEN) 18. oturumunda, 2030 yılından itibaren yatırımlarının karşılığını alamayacaklarını söyleyerek, yatırımcıları Afrika'daki gaz projelerine kaynak sağlamamaları için üstü kapalı tehdit etti. Kerry'ye göre, dünyanın 2050 yılında net sıfır salıma ulaşması için, 2030'dan sonra gazdan kaynaklanan salımları yakalamak öncelikli olacak. AB parlamentosu ise, üye devletlere Uganda'nın petrol ve gaz projelerinin uygulanmasına diplomatik veya mali olarak yardım etmemeleri yönünde karar aldı. Bir yandan da uzmanlar tartışıp duruyor: Temiz enerji olarak kullanılabilir durumda rüzgâr ve güneş enerjileri var. Rüzgâr ve güneş enerjileri doğaları gereği kesintilidir. Henüz güvenilir kesintisiz bir temiz enerji kaynağı da görünmüyor. Bu durumda sıfır salım mümkün mü? Başta ABD ve AB olmak üzere gelişmiş ülkeler en kirli hidrokarbonları kullanmayı sürdürüyor. AB, enerji üretiminde kömür tüketimini artırıyor. Öyle ise sıfır salım, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmelerini engellemenin silahı mı oluyor?