Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir misyon açıkladı: AB’yi kurtarmak!

Erdoğan kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada aynen şöyle dedi: “Avrupa Birliği’ni (AB) ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir. Türkiye’nin Birliğe tam üyeliği kurtarabilir” (AA, 24.2.2025).

Erdoğan’ın bu çıkışı yapmasını sağlayan konu, ABD Başkanı Donald Trump’ın politikalarının AB’de doğurduğu endişe, yeni ABD yönetiminin Rusya’yla Ukrayna sorununu AB’siz çözme hamlesi, AB liderlerinin bu nedenle yaptığı kaygılı açıklamalardır aslında…

Liberal demokrasi

Ama Erdoğan “AB’yi kurtarma” misyonunu, buraya değil, liberal demokrasinin erozyonuna bağlıyor ve şöyle diyor: “Bir dönem tüm sorunların ilacı olarak gösterilen liberal demokrasi artık eski gücünü, eski itibarını ve etkisini yitirmiştir. Topluma rota çizmekte siyasete anlam kazandırmakta insanlara umut ve güven vermekte yetersiz kalmaktadır. Hayat gibi siyaset de boşluk kabul etmez. Batı’da bugün yaşanan durum işte budur. Avrupa demokrasilerinde ortaya çıkan boşluğu son seçimlerde görüldüğü üzere aşırı sağcı demagoglar dolduruyor” (AA, 24.2.2025)

”Liberal demokrasi”nin gücünü, etkisini, itibarını yitirdiği açık, bu konuda Erdoğan’ın saptaması elbette doğru. Nitekim Erdoğan da bindiği “liberal demokrasi” tramvayından uzun süre önce inmişti.

Ancak mesele şu: Erdoğan, liberal demokrasiyi terkederken, daha ileri bir demokrasi modeline geçmiş değil, tersine “liberal demokrasi”nin çok gerisine ülkeyi çapalamış durumda.

Erdoğan’ın “Avrupa’da liberal demokrasinin boşluğunu aşırı sağ dolduruyor” dediği durum, Türkiye’de zaten gerçekleşti: Siyasal İslamcılık, Türk-İslam sentezi sağdır, Cumhur İttifakı koalisyonunun HUDA-PAR gibi bileşenleri aşırı sağdır, AKP’nin dayandığı tarikatlar, cemaatler aşırı sağdır.

AB’ye jandarma olma dilekçesi

Türkiye’nin “AB’yi ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara, içine düştüğü çıkmazdan kurtarabilmesi” ise bir “iç propagandadan” öte anlam taşımıyor. Çünkü:

1) Türkiye’nin AB ekonomisini kurtaracak gücü yok: “Almanya bizi kıskanıyor” konusu ekonominin derin krizini perdeleme çabasından başka bir şey değil. Çalışanların çoğu asgari ücretli ve asgari ücret yoksulluk sınırının altında. İşsiz işçilerimizin de AB’ye ilaç olabilmesi mümkün değil çünkü Avrupa’da da işsizlik sorunu var artık.

2) Türkiye’nin AB savunmasını kurtarma konusu ise aslında çok sorunlu bir konudur. Birincisi bu, temelde “AB’ye jandarma” olma dilekçesidir, onur kırıcıdır. İkincisi AB’nin kime karşı savunmasına çare olunacaktır? Rusya’ya mı? Vahimdir…

AB’yi sığınmacılardan koruma misyonu

“Türkiye’nin tam üyeliğinin AB’yi kurtaracağı” konusu hem kurtarılacak olan açısından hem de kurtarmaya soyunan açısından iki yönlü yanılsamadır.

AB’nin Türkiye’yi “tam üye” yapma olasılığı 40 yıldır zaten yoktu, olmayacaktır. Brüksel, Berlin, Paris için Türkiye’nin yeri AB değil, Avrupa Siyasal Topluluğu’dur. İlki birleşik devlettir, ikincisi coğrafi bir topluluktur.

AB’nin Türkiye için belirlediği pozisyon açıktır; AB ile Ortadoğu arasında “tampon ülke” olmak. Nitekim o rolün gereği anlaşmaları da “AB’yi kurmartma misyonuna” soyunan AKP iktidarı yaptı, sığınmacıları geri kabul anlaşmasıyla “Avrupa'yı istiladan kurtarma” görevini kabul etti.

AKP’li Başbakan Binali Yıldırıım 2016’da “Türkiye olmasa mülteciler Avrupa’yı istila edecek” diyerek, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019’da “Avrupa’nın huzurunun, 4 milyon sığınmacının Türkiye’de tutulmasına bağlı olduğunu” belirterek o anlaşmaları savundular.

Yani Türkiye’nin “AB ekonomisini ve savunmasını kurtarması” söz konusu değil ama Türkiye’yi yönetenlerin AB’yi sığınmacılardan koruduğu bir gerçektir.

Atlantik sistemi,, Türkiye’yi içeri almayacağı AB kapısında bekleterek yükselen Asya’dan, BRICS’ten uzak tutmaya çalışırken, AKP de “AB üyeliği” propagandası ile kendisini düşmekte olduğu iktidar çıtasının üstünde tutmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla Türk toplumuna yeniden “AB üyeliği” propagandası yapmak, çaresizliğe çare arama çabasından başka bir şey değildir.