Moldova Devlet Başkanı Maya Sandu, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada 2024 sonbaharında yapılacak seçimlerde yeniden aday olacağını açıkladı. Sandu ayrıca, bu konuda ‘zaten önemli kararlar alınmış olmasına rağmen’ ülkenin dış politika rotasını belirlemek için bir referandum sözü de verdi. Sandu’nun bu açıklamaları, ülkenin Avrupa Birliği (AB) ile müzakerelerin başlatılmasının hemen ardından gelmişti. Kişinev’in AB rotası devam ederken, Moldova parlamentosu da geçtiğimiz günlerde Sandu yönetiminin ulusal güvenlik stratejisini onayladı. Alınan yeni kararlar, Moldova’nın Rusya ile Batı arasında devam eden rekabette tarafını seçtiğini gösteriyor. Moldova anayasasında yer alan ‘tarafsızlık statüsü’ kaldırıldı ve Rusya ‘ana tehdit’ olarak anıldı. Moldova ayrıca, üyesi olduğu Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan (BDT) da tamamen çekilmeye çalışıyor. Moldova’nın ‘yeni rotası’ tartışılmaya devam ederken, Sandu’nun son açıklamalarına ilk tepki Moldova eski Cumhurbaşkanı ve Moldova Cumhuriyeti Sosyalistler Partisi başkanı Igor Dodon’dan geldi. Dodon, Sandu’nun kendisini ‘siyasi boğulmadan kurtaracak’ bir referandum dışında Moldova halkına sunabilecek hiçbir şeyi olmadığını söyledi ve Sandu liderliğini ‘yoksulluk ve kibirle’ ilişkilendirdi. Gagavuz Türklerinin eski lideri ve ülkenin yeni muhalefet liderlerinden Irina Vlah ise, AB'nin Moldova'nın Avrupa entegrasyonuna ilişkin müzakerelere başlama kararını ‘Avrupalı ​​yöneticiler tarafından kendisine verilen bir cankurtaran halatı’ olarak nitelendirdi. Vlah daha önce, bir muhalefet platformu oluşturulduğunu duyurarak, halkı Moldova merkezi hükümetine karşı şu sözlerle harekete geçmeye çağırmıştı: "Son iki yılda yaşanan siyasi olaylar demokrasi seviyesinin ve vatandaşların devlete olan güveninin azaldığını gösteriyor. Büyük beklentiler büyük bir bunalıma dönüştü. Bu arada merkezi otoriteler dış politikaya odaklanmış durumda. Harekete geçme zamanı geldi." Sandu’nun açıklamalarına bir diğer tepki ise Gagavuz Türklerinden geldi. Sandu’nun Avrupa entegrasyonu ve referandum açıklamalarını yorumlayan Gagavuz Yeri Başkan Yardımcısı Viktor Petrov, başkanın bu adımları ‘yalnızca kendi bencil hedeflerine ulaşmak için kullanacağını’ söyledi. “Bu açıkça, 2024 seçimlerinde oy toplamak için AB'yi siyasi bir araç olarak kullanmaktır. Başkan, Avrupa entegrasyon hedeflerinin gerçekleştirilmesinde ilerlemeyi yalnızca kendisinin başarabileceği ve o olmadan bu planların asla gerçekleşemeyeceği izlenimini yaratıyor. Ancak bu bir yalan” ifadelerini kullanan Petrov, Avrupa Birliği entegrasyonunun ülkede ekonomik kalkınma, yaşam standartlarının iyileştirilmesi gibi başlıklarda ‘hiçbir işe yaramayacağı’ görüşünde. Petrov ayrıca, AB referandumu teklifinin ‘Sandu'nun Avrupa entegrasyonundan pay alma yönündeki bir başka girişimi’ olduğunu ve Sandu’nun ülkeyi Avrupa’ya ‘diktatörlük yoluyla götürmeye çalıştığını’ söyledi: “Sandu’nun otoriter rejimine, ekonomik, sosyal, politik ve hukuki krizlere karşı yapılacak her türlü eleştiri, kesinlikle Avrupa entegrasyonunun eleştirisiyle eşdeğer tutulacak. Bu, Sandu'nun ülkede ceza almadan istediğini yapabileceği anlamına geliyor.” Ülkede referandum yapılacaksa bunun ancak temel yasaların ihlali yoluyla gerçekleşeceğine inanan Petrov, bu durumun ülkenin ‘AB'ye katılım hızını etkilemeyeceği’ görüşünde. Petrov ayrıca, “Referandum başarısız olursa Moldova Avrupa entegrasyonunu reddedecek mi?” sorusunu da yöneltiyor. “Halk, sonsuz Avrupa entegrasyonundan gelebilecek pek çok gelişmenin Sandu ve AB olmadan da elde edilebileceğini yavaş yavaş fark ediyor. Örneğin, çalışma hayatının iyileştirilmesi, yolsuzlukla mücadele, altyapının modernizasyonu ve diğer önlemler; tüm bu unsurlar, Moldova hükümeti tarafından Avrupa Birliği'ne katılmadan bağımsız olarak çözülebilecek iç sorunlar. Peki Moldova vatandaşlarının neden faydasız bir referanduma ihtiyacı var?” Bünyesinde ‘Rusya’ya yakın’ iki özerk bölge bulunduran Moldova, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasının ardından bugün hala çözülmeyi bekleyen çeşitli gerilim başlıklarına ev sahipliği yapıyor. Kişinev aynı zamanda, Kolektif Batı’nın Rusya’yı çevreleme stratejisinde Ukrayna’dan sonra gözünü diktiği diğer bölgelerden. Rusya-Batı gerilimi ve Moldova söz konusu olduğunda, akla ilk olarak Transdinyester ve Gagavuzya geliyor. Moldova’nın özerk bölgelerinden Transdinyester’de var olan krizle, Donbass bölgesinde bugüne kadar yaşananların kökeni aynı: Zira Transdinyester de, Donbass gibi ‘Rus bölgesi’. SSCB'nin dağılmasının ardından, 1992 yılında yaşanan savaşla birlikte Moldova’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Transdinyester Moldova Cumhuriyeti, Moldova ile Ukrayna arasında adeta ‘sıkışmış’ bir coğrafyada bulunuyor. Sadece Güney Osetya, Abhazya ve Karabağ Cumhuriyeti tarafından tanınan ve mevcut çatışmayla birçok paralellik içeren bu bölge, Donbass cumhuriyetlerinden çok daha önce, 1992 yılında yaşanan savaşın ardından kuruldu. Bölgedeki kriz halinin kökenleri ise, 1917 Sovyet Devrimi’ne dayanıyor. Komünistlerin iktidara geldiği süreç ve yaşanan iç savaş sonucunda, bugünkü Moldova Cumhuriyeti Romanya’nın bir parçası olmuştu ancak Transdinyester, Sovyetler içerisinde kalmıştı. Önce Romanya’ya katılan, daha sonra Sovyetler Birliği’nin bir parçası olan Moldova ise, 2. Dünya Savaşı’nda bir kez daha Nazilerle işbirliği yapan Romanya hükümetinin işgaline uğradı ve Nazizmin yenilgisinin ardından yeniden SSCB bünyesine katıldı. Transdinyester ise, Moldova’nın birliğe katılımının ardından bu cumhuriyet içerisinde özerk bir bölge haline geldi. SSCB’nin dağılması sürecinde ise Moldova hükümeti, birliği kurtarma amacıyla yapılan 1991 bağımsızlık referandumuna katılmayı reddetse de oylama gerçekleşti ve birlik içerisinde kalma yönündeki yüzde 98.72’lik oy oranına rağmen sonuçlar meşru kabul edilmedi. Moldova halkı ve hükümet arasında yaşanan bu çelişki, bölgede bir yıl sonra yaşanan savaşı ve krizi bugünlere getiren de-facto durumu ortaya çıkardı. Transdinyester konusundaki en kritik nokta ise, bölgedeki silah depoları. Bölge, Avrupa’da SSCB’den kalma en büyük silah depolarına ev sahipliği yapıyor.

Gagavuzya'nın 'tanıdık' tarihi

Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi ise, Kolektif Batı’nın gözünü diktiği diğer bölgelerden ve özerkliğin kuruluş hikayesi de Transdinyester ve hatta Ukrayna’yla paralellikler gösteriyor. SSCB’nin dağılması sürecinde Gagavuzlar da ortaya çıkan Batı yanlısı milliyetçi dalgadan nasibini almıştı ve ülke genelinde Moldovalı milliyetçilerin Gagavuz karşıtı ‘Bavul - İstasyon - Rusya’ sloganları yükselmişti. Gagavuzlar ve Moldova merkezi hükümeti arasındaki gerilimler de, Transdinyester meselesinde olduğu gibi çözülmeden bu günlere kadar geldi ve Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı özel operasyonla birlikte yeniden ısınmaya başladı. Yalnızca geride bıraktığımız yıl içerisinde, merkezi hükümet Gagavuz özerkliğinin kaldırılmasına karşı adımlar attı, Gagavuzya'nın başkenti Komrat'ta başkanlık seçimlerini kazanan adayın oy pusulalarına el koydu, ülke genelinde resmi olarak 'Moldovaca' olan devlet dilinin adının Rumence olarak değiştirilmesi lehinde oy kullandı, Gagavuz Türklerinin emeklilik parasına bloke koydu, Gagauzya'nın yasal olarak seçilmiş başkanı Yevgeniya Gutsul’u hükümete almadı… Hudson Enstitüsü’nde Mart ayında yayınlanan Luke Coffey imzalı bir analizde ise şu ifadelere yer verilmişti: “Gagavuzya resmi olarak Moldova'nın bir parçası olmasına rağmen, bölge hiçbir zaman tam olarak cumhuriyete entegre olmadı. Sovyetler Birliği'nin dağınık dağılması sırasında, Mart 1991'de yapılan referandum, Gagavuzların büyük bir çoğunluğunun Rusya'nın bir parçası olarak kalmak istemesiyle sonuçlandı. Bu arada, aynı yıl Kırım'da yapılan benzer bir referandum, çoğunluğun Ukrayna'da kalma yönünde oy kullanmasıyla sonuçlandı. O yıl daha sonra sözde 'Gagavuz Cumhuriyeti' ilan edildi. Ancak komşu Transdinyester'den farklı olarak Gagauzya, 1994'te barışçıl bir şekilde Moldova'ya dönmüştü.” Moldova merkezi hükümetinin Avrupa planları, Gagavuzya ve Transdinyester’e yönelik özerklik karşıtı adımlar, ülke genelinde ‘Rus yanlısı’ görülen kişi ve kurumlara uygulanan siyasi baskı, tarafsızlık statüsünün kaldırılması ve Rus tehdidi algısının daha da fazla öne çıkarılması, bölgenin Ukrayna’dan sonra yeni bir gerilim hattı haline geleceğinin işaretlerini barındırıyor. Moldova’nın AB’ye entegrasyonu da, NATO’nun genişlemesi de, Transdinyester’le birlikte Gagavuz Türklerinin statüsüne zarar verecek sonuçlar doğuruyor. Zira geçen ay, Moldova’daki Avrupa Birliği Büyükelçisi Janis Mazeiks, “Kimi temsil ettiği netleşene kadar Bayan Başkan'la iletişime geçmek mümkün değil: Gagavuz halkını mı yoksa hüküm giymiş bir suçluyu mu?” ifadeleriyle tavrını açıkça belli etti. Çünkü Gagavuzya’nın son lideri, yaptırım altında bulunan, Rus yanlısı Şor Partisi üyesi. Dilleri ve kültürleri bize sandığımızdan çok yakın olan, Ortodoks inancına sahip, ‘Türklük bilinçleri’ güçlü Gagavuz Türkleri, geleceklerini Avrupa’da görmüyor ve ilan edilen siyasi hedefleri merkezi yönetimin siyasi ömrünü uzatma çabası olarak değerlendiriyor. Ancak ne yazık ki Türkiye kamuoyunda Gagavuzlar yalnızca sosyal ve kültürel açıdan gündeme geliyor. Emperyalizm, 2. Dünya Savaşı'ndan bugüne 'Türkçülük/Turancılık' ideolojisini SSCB'yi istikrarsızlaştırmanın bir aracı olarak kullandı. Türk Halkları Kongresi Başkanı Edil Marlis Uulu da, "Turancılık, 60-70'lerde yaratılan ve SSCB'nin çöküşünü amaçlayan bir Avrupa projesidir” ifadeleriyle aynı tespitte bulunmuştu. Ancak ne yazık ki, siyasi tercihlerinin yanı sıra kültürleri ve dilleri de tehlike altına olan Gagavuzlar, Türkiye ‘Türkçülüğünün’ gündemine giremiyor. Çünkü Gagavuz liderliği, Rusya'yla iyi ilişkileri ve Rus dünyasıyla derin tarihsel ve kültürel bağlara sahip bir 'Türklüğü' temsil ediyor.