Yaklaşık 80 ülke, Küba gibi öncüler eşliğinde ortak bir konuşma yaparak, Xinjiang, Hong Kong ve Tibet meselelerinin Çin’in iç işleri olduğunu vurguladı. Bu ülkeler, insan hakları konusunun siyasileştirilmesine ve çifte standartlara, özellikle de insan hakları gerekçesiyle diğer ülkelerin iç işlerine karışılmasına karşı çıktı. Ayrıca, uluslararası toplumu BM Şartı’nın ana amacına ve ilkelerine sadık kalmaya, tüm dünya ülkelerinin kendi koşullarına göre kendi gelişim yolunu seçme hakkına saygı göstermeye çağırdı.

Bu arada, Çin temsilcisi “İnsan Hakları İçin Diyalog ve İşbirliği Dostluk Grubu” üyesi ülkeler adına ortak bir konuşma yaptı. Çin temsilcisi, BM İnsan Hakları Konseyi’nin tüm dünya ülkelerinin diyalog ve iletişim yoluyla güven inşa etmeleri ve iş birliğini artırmaları için önemli rol oynaması gerektiğine vurgu yaptı. Bağlantısızlar Hareketi adına Uganda, “Birleşmiş Milletler Şartı'nın Savunucuları Dostluk Grubu" adına Venezuela ve Afrika ülkeleri adına Gambiya da Çin’in tutumunu desteklemek için birer konuşma yaptılar.

BM çerçevesinde yüzden fazla ülkenin Çin’e verdiği destek, ABD ve birkaç Batılı ülkenin insan hakları meselesini siyasallaştırma girişimlerinin uluslararası arenada kabul görmediğini bir kez daha net bir şekilde ortaya koydu. Bu eylemlerin sonuçsuz kalacağı her geçen gün daha net bir şekilde görülüyor. ABD, uzun süredir insan hakları konusunda diğer ülkeleri eleştirirken, kendi ülkesindeki giderek kötüleşen insan hakları durumunu görmezden geliyor. ABD, yalnızca gelişmekte olan ülkelere odaklanmakta, ancak müttefik ülkelerdeki insan hakları ihlallerini göz ardı etmektedir. Bu durum, ABD ve Batılı ülkelerin ikiyüzlülüğünü ve çifte standart uygulamalarını gözler önüne seriyor.

CMG'den 2024'ün en önemli 10 küresel finans ve ekonomi haberi CMG'den 2024'ün en önemli 10 küresel finans ve ekonomi haberi

Eğer ABD gerçekten etnik soykırımdan endişe duyuyorsa, Amerikan Yerlileri katliamı hakkında kapsamlı bir soruşturma başlatmalı; azınlık toplulukların durumunu ciddiye alıyorsa, ülkedeki sistematik ırkçılık sorununu çözmeli ve etnik azınlıklara karşı işlenen nefret suçlarına karşı güçlü önlemler almalıdır.

Eğer ABD, insanlık dışı suçlardan gerçekten kaygı duyuyorsa, Amerikan ordusunun Irak, Afganistan, Suriye ve diğer ülkelerde işlediği insanlık dışı suçlar ve savaş suçlarından ders almalı ve savaşlarda hayatını kaybeden masum sivillerin ailelerinden özür dilemelidir.

İnsan haklarının geliştirilmesi ve korunması, çatışma ve bölünme yerine diyalog ve iş birliğini gerektirir. Gelişmekte olan ülkeler, “insan hakları öğretmenlerine" değil, eşitlik ve karşılıklı anlayışa ihtiyaç duymaktadır.

ABD ve birkaç Batılı ülkenin, yanlış yoldan sapıp diyalog ve iş birliği yolunu seçmelerini, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için gerçek adımlar atmalarını umuyoruz.