Nehru'nun projesi
Cevherlal Nehru'nun “Yeni Hindistan” projesi üç ayak üzerinde inşayı öngörüyordu: Dış siyasette bağlantısızlık, yani ne ABD ile ve ne Sovyet Birliği ile özel ilişkilere girmemek; toplumsal alanda bütün sınıflara, kastlara, etnik gruplara ve dinlere eşit mesafede konumlanmak (Hindistan'da buna laiklik deniliyor); ekonomik alanda merkezi planlamayla bağımsız sanayileşmeye dayalı karma ekonomi...
Program başlarda başarılı oldu. Özellikle 1956'dan sonra sanayi ve altyapı yatırımları hızla büyüdü; sanayinin Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH) içindeki payı 1950'de yüzde 9'dan 1961'de yüzde 16'ya çıktı.
Ancak sonraki 10 yılda bu oran yüzde 18'i aşamadı. Hindistan gelişmekte olan ülkelerin çoğunun gerisinde kaldı. Örneğin, 1971'de Brezilya'nın sanayisinin GSMH içindeki payı yüzde 29, Çin'inki yüzde 35 idi.
Sanayinin Hindistan'ın istihdamına katkı oranı daha da düşüktü. 1978'de 2,5 milyon kişi işgücü piyasasına girdi, ancak sanayi yalnızca 750 bin iş yarattı.
1980 yılı itibarıyla Hindistan'ın 650 milyonluk nüfusunun 315 milyonu yoksulluk sınırının altındaydı. Bu, gelişmekte olan ülkelerdeki toplam yoksul insanların yarısından fazlası demekti.
Feodal boyunduruk kırılamadı
Neden böyle oldu?
Hindistan'ın modernleşmesinin anahtarı, geri üretim ilişkilerinin toplumsal boyunduruğunu kırmaktı. Bunu gerçekleştirmenin önkoşulu, toprak ağalığını ve feodal kast sistemini ortadan kaldırmak, yoksul köylülere toprak tahsis etmek ve böylece sanayiyi destekleyecek geniş bir pazar oluşturmaktı.
Ancak toprak reformu yapılamadı. Kamu mülkiyetinde bulunan işletmeler ve merkezi planlama gibi gibi olumlu etkenlere karşın, feodal kast sisteminin desteklediği ekonomik ortam, sanayileşmenin cansız kalmasına yol açtı. Feodal kast sistemi zamanla siyasi iradeyi zayıflattı. Bunun doğrudan sonucu, iç pazarın genişlenmesinin engellenmesi ve sanayileşme için gerekli sermaye birikiminin yapılamaması oldu.
Sanayileşmeyi finanse etmek için giderek daha fazla iç ve dış borçlanmaya başvuruldu. Bu da dış ödemeler dengesini ciddi bir krize soktu. Borçlanmanın yol açtığı mali kriz, neoliberalizmi benimsemeye zorladı.
"Laik" neoliberalizm
1990'ların başında Hindistan siyasi çalkantı içindeydi. 1988'den 1991'e kadar üç genel seçim yapıldı ve iki kez hükümet değişti.
Dış borç 1991'de 64 milyar 391 milyon dolara ulaştı. Döviz rezervleri tükendi; Mayıs 1991'de yalnızca 1 milyar dolar kaldı. Hindistan hükümeti altın rezervlerini teminat göstererek, yabancı ülkelerden borç aradı.
Süreç, hükümeti ekonomiyi Batı'nın gereksinimlerine göre ayarlamaya götürdü. 1991 yılında Maliye Bakanı olan Manmohan Singh, ekonomide kamu müdahalesini gevşetti, ihracat desteklerini ve sanayi teşviklerini kaldırdı, gümrük tarifelerini düşürdü, mali sektörü güçlendirdi, kamu işletmelerini tasfiye etti. Sonuç sanayinin ekonomik kalkınmadaki önceliği son buldu.
Singh'in programı başta büyümede yükseliş sağladı. 1985'ten 1995'e kadar ortalama GSYİH büyüme oranı yüzde 5,9'ken, 1995'ten 2005'e kadar ortalama yüzde 7,1'e, 2003'ten 2007'ye kadar ortalama yüzde 9'a çıktı. 2008 mali krizinden sonra yavaşlayan büyüme, 2013'te yeniden yüzde 6,4'e, 2014'te yüzde 7,5'e yükseldi.
Fakat yüksek büyüme hizmet sektörü kaynaklıydı. 2004'ten 2007'ye kadar hizmet sektörü yılda yüzde 10'un üzerinde büyüdü. 2006 yılında GSYİH'nın yüzde 61,8'ini oluşturdu.
Hizmet sektöründeki yüksek büyüme, dış bağlantılı sermaye kesimlerinin servetlerini artırdı. Dolar milyarderleri pıtrak gibi çoğaldı. Forbes Küresel Milyarderler Listesi'ne göre Hintli milyarderlerin sayısı 2004 ile 2007 arasında 9'dan 36'ya, 2008'de ise 53'e çıktı. Bunlardan dördü net servet açısından dünyada ilk sekiz arasında yer aldı.
Hint ekonomist Amit Bhaduri'nin hesaplamalarına göre, yüksek büyüme süreci, Hindistan nüfusunun yaklaşık üçte birini aşırı yoksulluğa sürükledi. Singh'in programının başından 2005'e kadar, aşırı yoksulluk içinde yaşayan kentli Hintlilerin oranı ikiye katlanarak yüzde 52'ye çıktı. Maaşların düşmesi ve gıda fiyatlarının artması nedeniyle birçok bölgede yetersiz beslenme oranları arttı. 2006 sonu itibarıyla çocuklarda yetersiz beslenme oranı yüzde 42 idi. Çocukların yüzde 80'i anemiden muzdaripti; 5 yaşın altındakilerin yüzde 48'i yetersiz beslenme yüzünden bodurdu.
Temel tıbbi bakım, eğitim ve emeklilik gibi kamu refah harcamaları kademeli olarak tasfiye edildi. Bunlar toplumsal eşitsizliği daha da yoğunlaştırdı.
Orta sınıfları çeken hizmet sektörünün istihdam yaratma gücü çok sınırlı kaldı. Örneğin, yabancı sermaye ile ilişkili bilgi işleme teknolojisinde ve finansta çalışan sayısı yalnızca 1,3 milyon dolayında. Hizmet sektöründeki büyüme artan istihdamın sonucu değil, kişi başına artan üretimin sonucu.
BJP daha kötüleşirdi
İdeolojisi Hindu ırkçılığı, din, baskıcı kast sistemi, feodalizm gibi Hint kültüründeki ve tarihindeki en gerici unsurların bileşiminden oluşan Modi'nin partisi BJP, başta kendisini Kongre neoliberalizminin kenarında kalan muhalif çevrelerin temsilcisi olarak konumlandırdı. Bu sayede, Singh'in programı çıkmaza girince 2014'te seçimi kazandı.
Fakat amacının Kongre neoliberalizmine son vermek olmadığı ortaya çıktı. Kongre'nin düzenini yıkıp yerine halk yararına bir sistem koymanın yolu sermaye birikimi yaratmanın koşullarını oluşturmak, ulusal sanayileşmeyi büyüterek zenginliğin ve refahın daha dengeli dağılmasını sağlamaktı.
Oysa kast sisteminin içinden çıkan Hindutva neoliberalizmi, daha önce kenarda kalan sermaye çevrelerini merkeze taşıyarak güçlendirdi, o kadar! Karmaşık ve girift siyasi-dini-kültürel ilişkiler ağı bu konudaki yaratıcılığının kaynağıdır. Ayrıca dini, alt sınıfların geniş kesimlerini harekete geçirmede başarıyla kullanıyor.
BJP'nin ilan ettiği “Made in India” programını GSYİH'nın yüzde 25'ine çıkarma hedefi başarıya ulaşmış değil. Yeni istihdam hedefleri de beklenenin önemli ölçüde altında. BJP'nin ilk iktidar döneminde, “Made in India”nın tek büyük başarısı, Çin şirketi Xiaomi'nin desteğiyle yerli cep telefonu üretmek oldu.
Hindutva neoliberalizminden halkın payına daha da yoksullaşmaktan, etnik ve dini çatışmalardan başka bir şey düşmedi.
Fransız iktisatçılar Thomas Piketty ve Lucas Chancel'in araştırmasına göre Hindistan'da zengin ile fakir arasındaki uçurum, 1922'den bu yana en yüksek düzeye ulaştı. 2016 yılında nüfusun yüzde 1'i servetin yüzde 58'ine sahipti, 2017'de yüzde 73'üne sahip oldu.
Pew Araştırma Merkezi'nin verilerine göre, yoksul kategorideki insan sayısı sadece 2021 yılında 74 milyon arttı.
BJP seçimi kazanırsa tarımda destek alımlarını kaldıracağını açıklıyor. Destek alımlarının kalkması köylülüğün tarım yapamamasına yol açabilir. Bu yoksulluğu daha da derinleştirecek.
Hasan Bögün
YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN